5237 sayılı Türk ceza kanunumuzda belgede sahtecilik suçları 204. ve 212. madde arasında düzenlemeye tabi tutulmuştur. Bilirkişi görevini üstlenmiş olan kişilerin gerçeğe aykırı bir şekilde beyanlarda bulunması durumu 5237 sayılı Türk ceza kanununun 276. maddesinde gerçeğe aykırı bilirkişilik suç olarak düzenlenmiştir. Öyle ki yargı mercileri ya da suçtan kaynaklı olarak kanunen soruşturma yapma ya da yemin altında tanık dinleme yetkisine sahip olan kişi ya da kurul tarafından görevlendirilmiş olan bilirkişinin gerçeğe aykırı bir şekilde mütalaada bulunması durumunda bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunması gerekmektedir.
Kanun hükmünde yer alan bu düzenlemeye göre bilirkişi raporu üzerinde, gerek bilirkişi konumunda yer alan kişinin kendisi gerek ise üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olan sahteciliklerin nasıl cezalandırılmasının gerekli oldu meselesini öyle almak gerekir. İlk olarak bilirkişi raporunun özelliğinin ne olduğunu saptamak gerekir. Bilirkişi raporu resmi belge mi yoksa özel bir belge niteliğinde mi olduğunun belirlenmesi gerekir. Bu durumun çözümü bilirkişinin kamu görevlisi niteliğinde olup olmayacağına bağlı niteliktedir. Bu yüzden ilk olarak bilirkişinin kamu görevlisi niteliği taşıyıp taşımadığının belirlenmesi gerekir.
Kamu görevlisinin kim olduğu 5237 sayılı Türk ceza kanunun altıncı maddesi içerisinde kırılan tanımlar da belirtilmiştir. Bu maddeye göre ceza kanunlarının uygulanmasında kamu görevlisi kelimesinden kumsal eylemlerin yürütülmesine atama ya da seçilme vasıtası ile veya herhangi bir surette, sürekli, süreli ya da geçici bir şekilde katılan kişinin anlaşılması gerekir. Kamusal eylemler kavramının ve kamu görevlisi kategorisinin kapsamı tartışmalı niteliktedir. Ancak şunu söyleyebiliriz ki kamusal faaliyet, kamu görevi, kamu görevlisi de kamu görevi gören kişi olarak anlaşılır. Kamu görevi kamu gücü veya farklı bir değiş ile devlete ait iktidar ve yetkinin kullanılması pastası ile ortaya çıkan eylemlerdir. Öyle ki yargı görevi, kamu görevinin en tipik olanlarından biri olmaktadır. Yalnızca bir hukuki tasarrufu veya eylemi gerçekleştirecek olan asıl devlet organının eylemini tamamlayanların faaliyeti değil, bunları kamu hukuku usulleri uyarınca yardımı iştirak eden kişilerin eylemi de kamu görevi sayılmış olacağından teknik bilgisi uzmanlığı ile hâkime yardımcı olan bilirkişiler kamu görevlisi niteliği taşımaktadır. Burada şunu söyleyebiliriz ki bilirkişilerin davadan davaya değişmesi durumu söz konusu olmaktadır. Bilirkişilik görevine icra ettikleri sırada kamu görevlisi sayılmalarına engel bir durum söz konusu değildir bunun sebebi önceden de belirttiğimiz üzere 5237 sayılı Türk ceza kanunun altıncı maddesi bakımından kamusal eylemin yürütülmesine, atama seçilme veya herhangi bir şekilde sürekli, süreli ya da geçici bir şekilde katılan kişinin kamu görevlisi olduğu düzenlenmiştir. Bununla birlikte 5237 sayılı Türk ceza kanununun 252. maddesinin yedinci fıkrasında ancak kamu görevlisi tarafından işlenmesi mümkün olan rüşvet alma suçu bakımından rüşvet alan ya da rüşvet talebinde bulunan veya bu konuyla ilgili olarak anlaşmaya varan kişinin bilirkişi olması durumunda verilecek olan cezanın artırılacağı düzenlenmiştir. Böylelikle 5237 sayılı Türk ceza kanununun bilirkişileri de kamu görevlisi olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır. Buna ek olarak hukuk muhakemeleri kanununun 248. maddesinde bilirkişi, Türk Ceza kanunu anlamında kamu görevlisi olduğunu yer verilmiştir. Böylelikle bilirkişinin kamu görevlisi oldu buradan da anlaşılmaktadır. Mahkemenin seçmiş olduğu bilirkişiden farklı bir şekilde tarafların seçmiş olduğu uzmanlar kamu görevlisi niteliği taşımazlar. Öyle ki tarafların seçmiş olduğu uzmanların kamu gücü ya da devlete has iktidar ya da yetki kullandıkları veya bunlara kamu hukuku süreleri uyarınca yardımı iştirak ettiklerini söylenmesi mümkün değildir. Çünkü bu uzmanlar yalnızca taraflarca seçilmiş olup, raporlarını mahkemeye ya da savcılığa değil, taraflara iletmektedirler. Uzmanlık görevini kabul etmemiş olmaları ya da kabul etmiş oldukları görevi zamanında veya hiç yerine getirmemeleri, bilirkişiden farklı bir şekilde herhangi bir özel yaptırıma tabi tutulmaktadır. Böylelikle kanun koyucu bilinçli bir tercihinin neticesi olarak bunları bilirkişi olarak tanımlamamaktadır. Bahsetmiş olduğumuz bu kişiler için uzman tanımlaması yapmak daha doğrudur. Kanun koyucunun tarafların seçmiş olduğu uzmanları aslında bilirkişi olarak kabul etmediğini söylemek mümkündür. Aynı bilinçli tercihin neticesi olarak 5237 Türk ceza kanununun 276. maddesinin ilk fıkrasında yalnızca yargı mercileri ya da suçtan kaynaklı olarak kanunen soruşturma yapmak ya da yemin altında tanık dinlemek yetkisine sahip bulunan kişi ya da kurul tarafından görevlendirilen bilirkişinin gerçeğe aykırı beyanda bulunmasını suç saymaktadır. Taraf konumunda yer alan kişilerin seçmiş olduğu uzmanların bu tür eylemlerini kapsam dışı bırakmaktadır. Bunun neticesi olarak eğer uzmanlar kamu görevlisi niteliğini kabul edecek olurlarsa bunların gerçeğe aykırı rapor düzenlemesi 5237 sayılı Türk ceza kanununun 276. maddesinin ilk fıkrası bakımından kapsamı alınmamaktadır. Kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin resmi belgede fikri sahteciliği suçu meydana gelebilecektir. Oysa gerçeğe aykırı rapor düzenlemeleri durumunda bilirkişilere daha hafif bir cezayı Öngören 5237 sayılı Türk ceza kanununun 276. maddesinin birinci fıkrasından sorumlu tutarken uzmanları 5237 sayılı Türk ceza kanununun 204. maddesinin ikinci fıkrası bakımından daha ağır bir ceza ile cezalandırmak çelişik ve aşırı bir çözüm niteliği taşıyacaktır. Ayrıca 5237 sayılı Türk ceza kanununun 252. maddesinin yedinci fıkrası içerisinde ve hukuk muhakemeleri kanununun 284. maddesinde yalnızca bilirkişiden bahsedilirken, uzmanlar hariç bırakılmıştır. Bilirkişi konumunda yer alan kişinin kamu görevlisi olduğu saptanınca bilirkişi beyanını içeren raporun resmi belge özelliğinde olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bunun sebebi resmi belge, kamu görevlisi tarafından görevi sebebiyle düzenlenen belge niteliği taşımaktadır. Bilirkişi raporu da bilirkişi görevi sebebiyle düzenlemiş olduğu belge niteliği taşıdığına göre bunun resmi belge olduğunu şüphe götürmez. Ayrıca Yargıtay ceza genel kurulu da bilirkişi mütalaasını ihtiva eden raporu resmi belge niteliğinde saymaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 276. maddesi içerisinde bilirkişilerin gerçeğe aykırı bir şekilde mütalaada bulunmalarını düzenlenmesi 5237 sayılı Türk ceza kanunun bir kişileri kamu görevlisi ve bilirkişi mütalaalarını ihtiva eden rapor resmi belge şeklinde kabul ettiğinin bir göstergesidir. Bunun sebebi gerçeğe aykırılık, fikri sahteciliği ifade eder ve fikri sahtecilik 5237 sayılı Türk ceza kanununun 204. maddesine göre yalnızca resmi belgeler açısından kabul edilen bir durumdur.
Bilirkişi Raporunda Sahteciliğe İlişkin Durumlar Nelerdir?
Bilirkişi rapor içerisinde sahteciliği dair saptama ve değerlendirmeler için öncelikle 5237 sayılı Türk ceza kanununun 204. maddesine bakmak gerekir. Bu madde hükmüne göre resmi belgede esas itibari ile maddi sahtecilik ve fikri sahtecilik olmak üzere iki tür sahtecilik meydana gelmektedir. Maddi sahtecilik, belgenin sahih olmaması, farklı bir değişle belgenin düzenleyenin görünen kişi ya da kurumdan farklı bir kişi veya kurum tarafından meydana getirilmesi veya belge düzenle yeni görünen kişi tarafından tamamlanmasından sonra belgeli bir değişikliğin söz konusu olmasıdır. Fikri sahtecilik ise, sahih bir belgenin doğru nitelik taşımayan, gerçeğe aykırı beyanda içermesidir. 5237 sayılı Türk ceza kanunu 204. madde içerisinde mevcut olan sahte olarak düzenleme ve aldatacak şekilde değiştirme ibareleri madde sahteciliği, gerçeğe aykırı olarak düzenleme ibaresi ise fikri sahteciliği ifade etmektedir. Bir bilirkişi tarafından gerçeğe aykırı olarak rapor düzenlenmiş durumu kamu görevlisi tarafından gerçekleştirilen resmi belgede fikri sahtecilik niteliği taşımaktadır. Fakat 5237 sayılı Türk ceza kanununun 276. maddesi içerisinde bu durum yargı mercileri ya da suçtan kaynaklı olarak soruşturma yapmak ya da yemin altında tanık dinlemek yetkisine sahip olan kişi ya da kurul tarafından görevlendirilmiş olan bilirkişiler açısından ayriyeten ve açık bir şekilde düzenlenmiş olduğundan, söz konusu bilirkişiler özel normun öncülü ilkesinden kaynaklı olarak 276. madde bakımından cezalandırılmaya tabi tutulacaklardır. Bununla birlikte belirtmiş olduğumuz üzere 5237 sayılı Türk ceza kanununun 276. maddesinin ilk fıkrası tarafların seçmiş olduğu bilirkişileri kapsamamaktadır. Öyle ki taraf konumunda yer alan kişilerin seçmiş olduğu bilirkişilerin gerçeğe aykırı rapor düzenlemesi 5237 sayılı Türk ceza kanununun 276. maddesinin ilk fıkrası içerisinde öngörülmüş olan gerçeğe aykırı bilirkişilik suçunu meydana getirmeyecektir.
Üçüncü kişinin, bilirkişi adına gerçeğe aykırı beyan içeren rapor düzenlenmesi durumunda; bilirkişi konumunda yer alan kişinin imzasını taklit etmek sureti ile sanki bilirkişi tarafından yazılıp imzalanmış gibi bir rapor meydana getirmesi durumunda, özel kişinin resmi belgede maddi sahteciliği meydana gelir. Böyle bir durumda 5237 sayılı Türk ceza kanununun 204. maddesinin ilk fıkrası bakımından cezalandırılmaya tabi tutulur.
Bilirkişi raporunun tamamlanmasından, ancak ilgili makamın kayıtlarına girmeden önce, üçüncü bir kişi tarafından bu rapor üzerinde değişiklik yapılır ise 5237 sayılı Türk ceza kanunun 204. maddesinin birinci fıkrası bakımından resmi belgede özel kişinin maddeyi sahteciliği gerçekleşmiş olur. Öyle ki bilirkişinin mütalaasını içeren raporu yazıp imzalayıp mahkemeye ulaştırması için özel ofisindeki sekreterine vermesine rağmen, sekreterin mahkemeye teslim etmeden önce, rapor üzerinde bir takım değişiklikler yapması, suçlu ibaresini suçsuz şeklinde değiştirmesi, resmi belgede özel kişinin maddi sahteciliği olacak ve 5237 sayılı Türk ceza kanunun 204. maddesinin birinci fıkrasına göre cezalandırılmaya tabi tutulacaktır.
Bilirkişinin kendisini resmi belgede maddi sahtecilik suçunu işlemesi mümkündür. Bilirkişi olarak görevlendirilmiş olan üç kişilik heyette yer alan bir bilirkişi, raporu kendisi hazırlayıp diğer ikisinin de imzasını atacak olursa, bu eylemi, kamu görevlisi tarafından işlenen resmi belgede maddi sahtecilik suçunu meydana getirir. Bilirkişinin, mütalaasını içeren rapor yazıp imzalayıp tekemmül ettirdikten sonra, yırtıp tekrardan yazması durumunu ayrıca değerlendirmek gerekmektedir. Burada 5237 sayılı Türk ceza kanununun 205. maddesi içerisinde düzenlenen belgeyi bozma, yok etme ya da gizleme suçunun meydana geleceği aklı gelebilirse de bu, doğru bir çözüm niteliği taşımaz. Öyle ki bilirkişi raporu ilgili makamlara sunuluncaya kadar düzenleyenin tasarrufu altında kalmaktadır. Örneğin, hazırlamış olduğu bilirkişi raporunu mahkemeye sunmadan önce son bir kez daha gözden geçirirken fark ettiği hataları gidermek amacıyla veya mütalaasına yeterli bulmadığı için baştan yazmak amacı ile veya sonunda aklına gelen bir durum sebebiyle ulaştığı sonuç değiştiği için raporunu yırtıp yeni bir rapor düzenleyen bilirkişi 5237 sayılı Türk ceza kanununun 205. maddesinden dolayı cezalandırmak çok aşırı ve hayatın olağan akışı ile bağdaşmayan bir çözüm niteliği taşıyacaktır. Öyle ki bilirkişinin mütalaasını içi henüz ilgili makamlara sunmadan, raporun üzerine değişiklikler yapması, o raporu iptal edip yeni baştan düzenlemesi suç meydana getirmez.
Bilirkişiler, ceza kanunlarının uygulanması açısından, kamu görevlisi niteliği taşımaktadırlar. Bu yüzden bilirkişi raporları resmi belge niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla, bilirkişi raporları üzerinde meydana getirilen sahtecilik eylemleri, resmi belgede sahtecilik niteliğine sahip olacaktır. Öyle ki yargı mercileri ya da suçtan kaynaklı olarak soruşturma yapmak ya da yemin altında tanık dinlemek yetkisine sahip olan kişi ya da kurul tarafından görevlendirilmiş olan bilirkişinin gerçeğe aykırı rapor vermesi bu durumu ayriyeten düzenleyen özel hüküm gereği 5237 sayılı Türk ceza kanununun 276. maddesindeki bir kişinin gerçeğe aykırı mütalaada bulunması suçunu meydana getirecektir. Bilirkişi raporu üzerinde gerek bizzat bilirkişi gerekse başkaları tarafından gerçekleştirilmiş olan diğer sahtecilik eylemleri kim tarafından meydana getirildiğine göre özel kişilerin resmi belgede maddi sahteciliği ya da kamu görevlisinin resmi belgede maddi sahtecilik suçunu ortaya çıkaracaktır.
Bir Kişinin Gerçeğe Aykırı Rapor Düzenlemesinden Doğan Hukuki Sorumluluk Nedir?
Hukuk muhakemesi kanunu hükümleri içerisinde bilirkişinin hukuki sorumluluğu genel hükümlere bırakılmayarak bu konuda özel bir düzenleme getirilmiştir. Hukuk muhakemesi kanununun 285. maddesi içerisinde bilirkişinin kasten ya da ağır ihmal suretiyle düzenlemiş olduğu gerçeğe aykırı raporun, mahkeme tarafından hükme esas alınması sebebiyle zarar görmüş olan kişiler, bu zararın tazmini için devlete karşı tazminat davası açabilirler. Devlet edilmiş olduğu tazminat için sorumlu bilirkişiye rücu eder. Öyle ki bilirkişinin kasten ya da ağır ihmali ile düzenlemiş olduğu gerçeğe aykırı rapor mahkeme tarafından hükme esas alınmış ise, bu raporun hükmü esas alınması sebebiyle zarar görenler devlete karşı tazminat davası açabilmektedirler.
Bilirkişi görevini mahkemenin sevk ve idaresinde yürütmek zorunda olup görev alanı ve sınırları ile ilgili şüphe duyulur ise, bu şüphenin giderilmesi her zaman mahkemeden istene bilmektedir. Söz konusu hükümden ve bilirkişilik ile ilgili diğer hükümlerden de anlaşılacağı üzere bilirkişi hâkimin yardımcısı niteliği taşıyıp, hukuki sorumluluğu da hâkimin hukuki sorumluluğuna ilişkin kurallara benzer bir şekilde düzenlemeye tabi tutulmuştur.
Bilirkişinin Gerçeğe Aykırı Rapor Düzenlemesinden Kaynaklı Olarak Devletin Sorumlu Olmasının Hukuki Niteliği Nedir?
Anayasamızın 40. maddesi içerisinde yer alan hükümlerde kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler neticesi uğramış olduğu zararın, kanuna göre devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkının saklı olduğuna dair düzenlemesi mevcuttur. Benzer nitelikte bir düzenleme anayasanın 129. maddesinin beşinci fıkrası içerisinde mevcut olmaktadır. Bu hüküm içerisinde memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullandıkları sırada işlemiş oldukları kusurlardan kaynaklanan tazminat davaları, kendilerine gücü edilmek kaydıyla ve kanun göstermiş olduğu şekil ve koşullara uygun olarak ancak idare aleyhine Açılabilmektedir. Bu şekilde anayasa, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işlemiş oldukları kusurlu eylemlerden kaynaklı olarak devletin asli bir birinci derecede sorumlu kabul edilmiştir. 657 sayılı devlet memurları kanununun üçüncü maddesi hükmü içerisinde yaralan birinci fıkrada kişiler kamu hukukuna tabi görevler ile ilgili olarak uğramış oldukları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Kurumun genel hükümlere göre sorumlu personellere rücu hakkı saklı konumdadır. Devlet memurları kanununun bu maddesi de kamu görevlilerinin görevlerinden kaynaklı olarak vermiş oldukları zararlardan dolayı devletin asli ve birinci derecedeki sorumluluğunu düzenlemeye tabi tutmaktadır.
1961 anayasası devlet ve kamu idarelerinin çalıştırmış oldukları memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirirken üçüncü kişilere haksız bir işlem ya da eylem ile vermiş oldukları zararlardan meydana gelen sorumluluğu açık bir şekilde düzenlemediği durumda 1982 anayasası ve devlet memurları kanununun 13. maddesi her türlü şüpheye giderecek şekilde mutlak idari güvence sistemini kabul etmektedir. İdari güvence ilkesi resmi görevli konumunda yer alan kişilerin ve özellikle memur ve diğer kamu görevlisi konumunda yer alan kişilerin görevlerini yerine getirirken veya yetkilerini kullandıkları sırada kusurlu ve hukuka aykırılık teşkil eden eylem ya da işlemleriyle üçüncü kişilere vermiş oldukları zararlardan kaynaklanan tazminat davalarının kendi aleyhlerine değil, doğrudan devlet ya da emrinde çalıştırmış oldukları kamu idaresi aleyhine açılmasına karşılık gelmektedir. Devlet ya da kamu idaresi üçüncü kişinin uğramış olduğu zararın tazmin ettikten sonra koşulları mevcut ise ilgili memur ya da kamu görevlisine rücu eder. İdari güvence ülkesinin hem memuru hem de zarar gördüğünü korumak üzere iki işlemi söz konusu olmaktadır. Memur ya da diğer kamu görevlisi bu güvencini sağlamış oldu moral ver hukuki teminat ile manevi baskı altında kalmadan ve hizmeti aksatmadan görevini rahat bir şekilde ve cesur yaparken zarar gören de zararın miktarı ne olursa olsun buna zarar veren memurun ödeme gücü ile sınırlı olmaksızın devletten tahsil etme imkânına kavuşuyor olmaktadır. Hukuk muhakemesi kanununun 285. maddesinde yer alan gerekçede anayasanın 129. ve 40. maddelerindeki anlayışa benzer bir düzenleme getirilmiştir. Bilirkişiler açısından hafif ihmal hali kapsam haricinde bırakılmak suretiyle hukuki sorumluluğun son ulaştırılmasının amaçlandığı ileri sürülmüştür.
Hukuk muhakemesi kanununun 285. maddesi hükmünde yer alan düzenlemeye göre bilirkişinin gerçeğe aykırı rapor düzenlemesinden kaynaklı olarak devlet memuru sorumluluk altındadır. Bu yüzden devletin Borçlar kanununun 66. maddesi hükmüne göre kurtuluş kanıtı getirerek sorumluluktan kurtulması mümkün nitelikte değildir. Öyle ki devlet zararın meydana gelmemesi için gereken her türlü tedbiri aldığını ya da bu tedbirleri almış olsa dahi yine de zararın meydana geleceğini ispatlayarak davanın reddedilmesine sağlayacaktır. Haksız fiil de, sorumluluk doğrudan zarar verin ait iken, bilirkişi hukuki sorumluluğunda, sorumluluk gerçeğe aykırı rapor düzenleyerek zarara neden olan bilirkişiye değil, devlete ait olmaktadır. Devlet bilirkişinin gerçeğe aykırı rapor düzenlemesinde kastının ya da ağır ihmalinin bulunmadığını ispatlamak suretiyle sorumluluktan kurtulabil irmektedir. Bilirkişinin gerçeğe aykırı rapor düzenlemesi hafif kusurundan meydana geliyor ise sorumluluk meydana gelmez. Bilirkişi. Sorumluluğunun klasik haksız fiil sorumluğundan ayıran ikinci bir durum ise zarara öncelik ile gerçeğe aykırı rapor düzenleyen bilirkişinin değil devletin katlanıyor olmasıdır.
Bilirkişinin Gerçeğe Aykırı Rapor Düzenlemesinden Kaynaklı Olarak Devlete Karşı Maddi Tazminat Davası Açılır Mı?
Hukuk muhakemesi kanununun 285. maddesi hükmünde yer alan düzenlemeye göre bilirkişinin kasten ya da ağır ihmali suretiyle düzenlemiş olduğu gerçeğe aykırı raporun, mahkeme tarafından hükme esas alınması sebebiyle zarar görmüş olan kişiler, bu zararın tazmin için devlete karşı tazminat davası açma hakkına sahiptir er. Söz konusu maddenin bilirkişinin gerçeğe aykırı rapor düzenlemesinden kaynaklı olarak devletin sorumluluğunun koşullarının saptanması açısından büyük ölçüde yeterli unsurları içerdiğini söylemek mümkün niteliktedir. Madde metre içerisinde yaralan hususa göre ilk olarak gerçeğe aykırı şekilde bir rapor düzenlenmiş olması gerekli olmaktadır. İkinci bir şekilde bir zararın doğması öngörülmüştür. Üçüncü olarak ise gerçeğe aykırı raporun düzenlenmesi ile zarar arasında bir nedensellik bağının mevcut olması gerekir. Son olarak bilirkişinin kastının ya da Ağır ihmalinin mevcut olması ve bilirkişinin eyleminin hukuka aykırı olması gerekir.
Hukuk muhakemesi kanununun 285. maddesinde bilirkişinin düzenlemiş olduğu gerçeğe aykırı rapordan bahsedilmiştir. Bu ifadeye göre tazminat davasının bir koşulu olarak raporun düzenlenmiş olması gereklilik teşkil eder. Fakat raporun düzenlenmeli, bir kişinin mahkeme huzurunda görüş bildirmesi halinde, bu maddenin uygulanıp uygulanmayacağı şüpheye sebep olabilir. Hukuk muhakemesi kanununun 266. maddesi içerisinde hâkimin çözümü hukuk haricinde özel ya da teknik bilgi gerektiren durumlarda, taraflardan birinin talebi üzerine veya kendiliğinden bir kişinin o ve görüşünün alınmasına karar verebileceği belirtilmiştir. Bunun ne şekilde olacağı ile ilgili olarak açıklama mevcut değildir. Fakat hukuk muhakemesi kanununun 154. maddesi içerisinde yer alan hükme göre bilirkişi ne on ya da görüşünün duruşma tutanağına geçirilecek beyanı ile alınmasının söz konusu olduğu, mutlaka rapor düzenlenmesi gerekmediği neticesine varılmaktadır. Bununla birlikte koşulların söz konusu olması durumunda farklı bir yerde bulunan bir kişinin aynı anda ses ve görüntü nakletmesi yolu ile dinlenmesi de olasıdır. Mahkemenin bilirkişinin görüşüne yazılı ya da sözlü bir şekilde bildirilmesine karar verebileceği de bilirkişiler ile ilgili hükümler arasında öngörülmüştür.
Hukuk muhakemesi kanununun 285. maddesindeki ifade sebebiyle yalnızca bilirkişi gerçeğe aykırı rapor vermesi durumunda sorumluluk doğacağı, ancak gerçeğe aykırı sözlü beyanından kaynaklı olarak bu beyan hükme esas alınsa bile sorumluluk meydana gelmeyeceğini söylemek mümkün değildir. Gerçeğe aykırı rapor ile gerçeğe aykırı sözlü bildirim arasında ayrım söz konusu değildir. Esas olan bir kişinin gerçeği aykırı o ya da görüşüne bir şekilde mahkeme bildirmesidir. Bilirkişinin görüşünün hükmü esas alınması neticesinde zarar meydana gelmesi durumu önem teşkil etmektedir. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanununun 276. maddesinde isabetli bir şekilde bilirkişinin gerçeğe aykırı mütalaada bulunması suç olarak düzenlenmiş bu eylemin rapor düzenlemek suretiyle gerçekleşmiş olması koşulu aranmamıştır. Madde hükmünde geçen gerçeğe aykırı raporun mahkeme tarafından hükme esas alınması sebebiyle zarar görmüş olan kişiler ifadesinden sorumluluk koşullarından birinin de raporun gerçeğe aykırı bulunması olduğu anlaşılmaktadır. Gerçeği uygun ya da isabetli olan bir raporda olarak sorumlu sebep olmamaktadır.
Hukuk muhakemesi kanununun 285. maddesi içerisinde zarar görmüş olanlar ifadesi ile sorumluluğun ortaya çıkabilmesi için zarar kuşunun mevcudiyeti düzenlenmiştir. Maddi maddi zarar ile manimiz arasında bir ayrıma gidilmemiştir. Fakat bu başlık altında yalnızca maddi zararlar incelenecek, maddi olmayan manevi zararları ile ilgili olarak açıklama yapılmayacaktır. Maddi zarar, bir kişinin Malvarlığı içerisinde isteği haricinde ortaya çıkan azalmadır. Mahkeme zararın meydana gelip gelmediğini incelemelidir ve gerekli bir durumda bu konuda bilirkişi incelemesi yaptırması gerekmektedir.
Devletin sorumluluğunun bir koşulu da nedensellik bağıdır. Maddi hükmü içerisinde geçen gerçeğe aykırı raporun mahkeme tarafından hükme esas alınması koşuluyla zarar görmüş olan kişiler ifadesinden gerçeğe aykırı rapor ile zarar arasında nedensellik bağı bulunması gerektiği açık bir şekilde anlaşılmaya tabi tutulmuştur. Bu nedensellik bağı, gerçeğe aykırı raporun hükmü esas alınması ile meydana gelmektedir. Gerçi erken rapor hükmü esas alınmamış ise gerçeğe aykırı rapor ile zarar arasında nedensellik bağı olmadığı neticesine varılır. Fakat böyle bir durumda koşulları mevcut ise bilirkişinin disiplin ya da cezai sorumluluğa dair hükümlerin uygulanması mümkün olabileceği gözden uzak tutulmaması gerekir.
Gerçeğe aykırı bilirkişi raporu tamamıyla değildi kısmen hükme esas alınmış ise bu halde hükmü esas alınmış olduğu ölçüde devletin sorumluluğuna gidilmesi, kanun hükmünün amacı ile uyuşmaktadır.
Bilirkişi raporunda maddi hatalar söz konusu olabilmektedir. Hukuk muhakemesi kanununun 183. maddesine göre tarafların ya da mahkemenin dava dosyası içerisinde bulunan belgelerdeki açık yazı ve hesap hataları karar verilinceye kadar düzeltilebilir. Taraflardan birinin yazı ya da hesap hatasını düzeltmesi neticesinde yargılama uzamış ise yargılama giderlerinin belirlenmesinde bu durumda dikkate alınması gerekir. Hukuk muhakemesi kanununun 304. maddesinin ilk fıkrasına göre hüküm içerisindeki yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık atalar, mahkeme tarafından re sen ya da taraflardan birinin talebi üzerine düzeltilebilir. Hüküm tebliğ edilmiş ise hâkim tarafları dinlemeden hatayı düzeltemez. Daveti üzerine taraflar gelmez ise, dosya üzerinde inceleme yapılarak karar verilebilmektedir.