5237 sayılı Türk ceza kanununun dördüncü kısmının millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlığı altındaki birinci bölümünün kamu idaresinin güvenilirliğine ve işleyişine karşı suçlar başlığı içerisinde bulunan 257. maddede görevi kötüye kullanma suçu düzenlenmiştir. Görevi kötüye kullanma suçu içerisinde söz konusu olan hükümlere göre kanun hükümleri içerisinde ayriyeten suç olarak tanımlanmış olan durumlar haricinde görevin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle kişilerin mağdur olmasına ya da kamunun zararına bir şekilde duruma sebep olacak veya kişilerin haksız bir fayda elde etmesini sağlayacak kamu görevlisi altı aydan iki yıla kadar hapis cezasına çarptırıl. Kanun hükümleri içerisinde ayriyeten suç olarak tanımlanmış olan durumlar haricinde görevinin gereklerini yapmakta ihmal ya da gecikme göstermek suretiyle kişilerin mağduriyetine ya da kamunun zararını sebep olan veya kişilere haksız bir fayda sağlayan kamu görevlisi üç aydan bir yıla kadar hapis cezasına çarptırılır.
Görevi Kötüye Kullanma Suçu Nedir?
Görevi kötüye kullanma suçu 5237 sayılı Türk ceza kanunun özel hükümler başlıklı ikinci kitabı içerisinde millete ve devlete karşı işlenen suçlar başlıklı dördüncü kısmı kamu idaresinin güvenirliğine ve işleyişine karşı suçlar başlıklı birinci bölümünde düzenleme bulmuştur. 5237 sayılı Türk ceza kanunun bu başlığı altındaki 257. maddenin birinci fıkrasında görevi kötüye kullanması için icra iyi bir hareketle işlenmesi mümkün olduğuna 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinin ikinci fıkrasında ise ihmali hareketle işlenmesi mümkün olabilecek bir suç olduğuna yer verilmiştir. 257. maddenin fıkraları bakımından söz konusu olan farklılık görevin gereklerine ihlal getirecek hareketlerin meydana gelmesinin şekli açısından ortaya çıkmaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesi içerisinde söz konusu olan kanunda ayriyeten suç olarak tanımlanan haller haricinde ifadesi görevi kötüye kullanma suçunun genel ve tamamlayıcı bir özelliğe sahip olduğunu belirtir. Suçun bu özelliğinden kaynaklı olarak kamu görevlisi konumunda yer alan kişileri bu suçtan ceza sorumluluğunun meydana gelmesinin mümkün olabilmesi bakımından görevinin gereklerine aykırı hareketinin farklı bir suçu meydana getirmemesi gereklilik arz etmektedir. Somut olay içerisinde öncelikle kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevinin gereklerine aykırı hareketinin diğer suçları meydana getirip getirmediğinin incelenmesi suretiyle diğer suçlardan sorumluluğa gidilmemiş olması halinde torba hüküm olan 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesi içerisinde söz konusu olan uygulama bulması durumu söz konusu olabilecektir. Bununla birlikte Yargıtay resmi belgede sahtecilik suçu içerisinde söz konusu olan incelemelerde icra müdür yardımcısı konumunda yer alan sanığın sahtecilik kastıyla hareket ettiğine dair bir kanıtın söz konusu olmadığını dikkate almak suretiyle sabit olan eylemin görevi kötüye kullanma suçunu meydana getirip getirmeyeceğine göz önünde bulundurmak gerektiğini belirtmektedir.
Görevi Kötüye Kullanma Suçunda Hukuki Değer Nedir?
5237 sayılı Türk ceza kanununun kamu idaresinin güvenilirliğine Ve işleyişine karşı suçlar başlığı altında yaralan Görevi kötüye kullanma suçu ile kamu idaresinin disiplinli dürüst ve etkin bir şekilde hukuka uygun olarak işlemesinin mümkün olmasını sağlamak amacıyla kamu faaliyetlerinin adaletli bir şekilde devam ettirildiği ile ilgili olarak toplumun kamu idaresine duymuş olduğu güvenin ve inancın korunduğundan bahsetmemiz mümkündür. Kamu görevlisi niteliği taşıyan kişilerin faydasına olan bir hedefin sağlanmasına dair görevin gereklerine aykırı davranışlar sergilemeleri görevin yapılmıyor olması ya da geç yapılıyor olması durumunda kamu yararına oluşturulmaması ya da geç ulaşılması meydana gelebileceğinden esas olarak bu suçun kamu yararını korumuş olduğunu söylemek mümkündür. Bununla birlikte kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevini yaptığı sırada kişilere ve kamu ya zarar vermesinin önlenmesi ne sağlamak amaçlanmaktadır.
Görevi Kötüye Kullanma Suçundan Faili Kimdir?
5237 sayılı Türk ceza kanununun 257. maddesinde düzenlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçunun faili konumunda yer alan kişi kamu görevlisidir. Görevi kötüye kullanma suçu özgü bir suç niteliğine sahiptir. Bununla birlikte görevinden dolayı yetkilerini kötüye kullanan kamu görevlisi konumunda yer alan kişi bu suçu işleyebilir. Kamu görevlisi niteliği taşımayan kişiler bu suçtan dolayı ceza sorumluluğuna sahip olmazlar. 5237 sayılı Türk ceza kanununun uygulanmasında kamu görevlisi 5237 sayılı Türk ceza kanunun altıncı maddesinin birinci fıkrasında c bendinde tanımlanmıştır. Bu tanımlamaya göre kamu görevlisi deyiminden kamusal faaliyetin yürütülmesine atanma ya da seçilme yoluyla veya herhangi bir şekilde sürekli, süreli ya da geçici olarak katılan kişi kamu görevlisi sayılır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun kamu görevlisi ile ilgili olan hükmünün gerekçesi içerisinde kişinin kamu görevlisi sayılmasına mümkün olabilmesi bakımından aranacak tek kriterin görülen işin kamusal bir faaliyet olması gerektiği olarak belirtilmiştir. Kamusal faaliyet ise anayasa ile kanun hükümlerinde belirlenmiş olan usullere göre verilmiş bir siyasi karar ile hizmetin kamu adına yürütülmesi olduğuna dair husus belirtilmiştir. Madde hükmü ve madde gerekçesi dikkate alınmak suretiyle kamu görevlisi toplumu meydana getiren bireyler adına kamu erkini kullanmak suretiyle kamu görevine ifa eden kişi olarak tanımlama bulabilmektedir. Bununla birlikte devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından veya bunların gözetim ve denetimleri altında kamu hizmetinin yerine getirmek amacıyla kamu hukuku usulüne uygun olarak anayasadaki ifadesi ile genel idare esaslarına göre sürekli ya da süreli olarak atanan, seçilen veya başka bir şekilde görevlendirilmiş olan kişinin kamu görevlisi olarak tanımlandığını söylemek mümkündür. Bu bakımdan milletvekili, belediye başkanı, belediye ve il genel Meclisi üyesi, muhtar, avukat, tanık, bilirkişiler faaliyetin icrası bakımından kamu görevlisi olarak kabul edilecek kişilerdir. Kamu iktisadi teşebbüsü içerisinde çalışan kişiler anayasanın 128. maddesinin birinci fıkrasında kamu iktisadi teşebbüslerinin kamu hizmeti görmek ile yükümlü ve bu hizmetin kamu görevlileri eliyle görüleceği belirtilmiş olduğundan 5237 sayılı Türk ceza kanunun altıncı maddesinin birinci fıkrasının c bendinde yaralan hüküm bakımından bu hizmetler kamusal faaliyeti niteliği taşıyabileceklerdir.com iktisadi teşebbüsleri çalışanları da kamu görevlisi niteliğine sahip kişiler olacaktır. Türkiye barolar birliği, Türkiye odalar ve Borsalar birliği, Türkiye ziraat odalar birliği gibi kamu kurumu niteliğine sahip olan meslek kuruluşlarının içerisindeki personelleri kamusal faaliyeti icra etmelerinden kaynaklı olarak kamu personeli niteliğinde sayılabileceklerini söylemek mümkündür. Özel kanun hükümlerinden kaynaklı olarak kamu görevlisi gibi cezalandırılacaklar öngörülmüş olan kişiler 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinde düzenleme bulmuş olan görevi kötüye kullanma suçunun faili konumunda yer alan kişi olabilirler. Görevi kötüye kullanma suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi mümkün olabileceği, özgü suç niteliğinde olduğu açık bir şekilde belirtilmenin yanı sıra burada ceza muhakemesi Kanunu’nun suçların soruşturma ve kovuşturma esnasında Cumhuriyet Savcısı, hâkim ya da mahkeme aracılığıyla yazılı olarak istenilen bilgilere on gün içinde cevap verilmesinin zorunlu olduğunu veya buna ihlal getiren davranışlarda bulunan kişinin 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesi bakımından sorumlu olacağını dair 332. madde hükmü kamu görevlisi sıfatı taşıyan kişiler bakımından değerlendirilmesi suretiyle bu kişilerin görevi kötüye kullanma suçunun faili niteliğini taşıyıp taşımayacak onu tartışmalı bir konu niteliği taşımaktadır.
Yargıtay’ın bir karar içerisinde özel bir şirkette çalışan ve şirketin adli Yazışmalarından dolayı sorumluluk taşıyan sanık konumunda yer alan kişinin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma kapsamı içerisinde şirkete yüzden müzekkereleri süresinde cevap vermemi şeklinde bir eğilimi olmaktadır. Bundan kaynaklı olarak görevi kötüye kullanma suçundan sorumlu olup olmayacağına dair sanığın çalışmış olduğu şirketin özel hukuk statüsüne sahip bir şirket olmasından kaynaklı olarak ceza hukuku uygulaması içerisinde kamu görevlisi sayılmayacak ve kamu görevlisi gibi cezalandırılması olanağı bulunmadığından dolayı karar verilmiştir. Bununla birlikte karşı oy yazısı içerisinde ceza muhakemesi kanununun 332. Maddede düzenleme itibari ile belirtilmiş olan yükümlülüğü aykırı davranmış olan kişinin kamu görevlisi olmasının zorunluluk teşkil etmediği ancak kamusal faaliyet gördüğü için kamu görevlisi sayıldı anlaşılır niteliktedir. Söz konusu madde içerisinde kanun koyucu savcıya da mahkeme tarafından kendisinden yazılı bir talepte bulunmuş olan kişinin tanık, tercüman bilirkişi görevlendirilmesinde olduğu gibi kumsal faaliyet içerisine katılması gerektiğini öngörmüş olduğundan mı kendisine yargı gri ve yüklenmiş olan özel bir şahıs daha kimyada Cumhuriyet savcılığı tarafından atama ya da seçilme yoluyla veya herhangi bir suretle geçici olarak kamusal faaliyetin yürütülmesine katılan kişi olmasından dolayı 5237 sayılı Türk ceza kanununun altıncı maddesinin c bendinde nazara alınmasında kamu görevlisi sayılması mümkün olacak mı kamu görevlisi gibi cezalandırılması gerekli olacaktır. Bununla birlikte ceza muhakemesi kanununun 332. maddenin öngörülmesi içerisindeki amacı suçların soruşturulması ve kavuşturulmasının etkin bir halde yürütülmesinin sağlanması olmaktadır. Bilgi verme yükümlülüğü kamu görevlisi sıfatı taşıyıp taşımadığına bakılmadan her kişi bakımından meydana gelebilecektir. Bununla birlikte Cumhuriyet Savcısı‘nın soruşturma içerisinde bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi istemesine mümkün olabileceğinin ayrıca öngörülmüş olduğu dikkate alındığında ceza muhakemesi kanununun 332. maddesi ile özellikle kamu görevlisi sıfatı taşımayan kimseleri saptayacak nitelikte böyle bir yükümlülük öngörülmüş olduğunu söylemek mümkündür. Ceza muhakemesi kanununun 332. maddesinden dolayı bilgi verme yükümlülüğünü yerine getirmemiş olan kişinin iş manya da gecikmesi 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinden sorumlu olmasına neden olmaktadır. Cumhuriyet Savcısı tarafından bilgi isteme yazısı ile kişi kamusal faaliyete 5237 sayılı Türk ceza kanunun altıncı maddesinin birinci fıkrasının c bendinde herhangi bir surette katılmıştır. Kimse faaliyet içerisinde herhangi bir surette ulaşılması gereken kumsal faaliyeti hukuka uygun olan bir şekilde katılma olmaktadır. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda bilgi verme yükümlülüğü olan kişinin ceza muhakemesi kanununun 332. maddesi içerisindeki hususlara uygun düşer bir şekilde kumsal faaliyeti olan soruşturmaya katılması ile kamu görevlisi sayılması gereklilik arz etmektedir. Bu bakımdan bilgi vermeyi tümünü yerine getirmemiş olan kamu görevlisi olmayan diğer kişiler kendisine kanun ile yüklenmiş olan görevi yerine getirme de ihmal ya da gecikme gösterdikleri zaman soruşturmanın tamamlanmasının gecikmesi bu kapsam içerisinde adil yargılanma ilkesinin mi hak arama hürriyetin ihlali nedeniyle şüphelinin ve müşteki konumunda yer alan kişinin mağduriyeti mevcut olacağından 5237 sayılı Türk ceza kanununun 257. maddesinin ikinci fıkrasından dolayı sorumluluk altında olacaklardır. Kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin faili olmasıyla emeklilik istifa kamu görevinden ihraç gibi nedenler ile kamu görevlisi sıfatını yitirmiş olması durumu söz konusu olsa bile görevi esnasında işlemiş olduğu görevi kötüye kullanma suçundan, görevin ifası esnasında kamu otoritesinin ve yetkisini kullanmış olmasından sorumluluk altında olacaktır. Kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin aynı görevi ifa etmiyor olmaması farklı bir şekilde başka bir yerde görevlendirilmiş olması eylemin işlenmiş olduğu zaman görevinin gereğini aykırı davranması suçun meydana gelmesine sebep olduğundan kamu görevlisinin 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinden sorumlu olmasına engel olmamaktadır.
Görevi Kötüye Kullanma Suçundan Mağdur Kimdir?
5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinde düzenleme bulmuş olan görevi kötüye kullanma suçunun mağduru toplumu oluşturan her kişidir. Görevi kötüye kullanma suçu içerisinde kamu idaresinin düzgün bir şekilde yürümesine dair fayda tüm toplumu ilgilendiren bir nitelik taşımaktadır. Kamu görevlisi konumunda kırılan failin eyleminin bir kişinin mağduriyetine yol açması halinde zarara uğramış olan ya da mağduriyet meydana gelmiş olan gerçek kişiler bu suçun mağduru konumunda yer alırlar. Görevin gereklerine uygun olmayan eylemleri kamunun zararına sebep olacak şekilde meydana getirilmesi halinde suçun mağduru toplumu meydana getiren her kişi, suçtan zarar gören ise kamu idaresi olmaktadır.
Görevi Kötüye Kullanma Suçunda Eylem İle İlgili Olan Hususlar Nelerdir?
5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesi içerisinde düzenleme bulmuş olan görevi kötüye kullanma suçunun birinci fıkrası içerisinde suçun icrayı hareketle işlenir olmasa, ikinci fıkrası içerisinde ise ihmali hareketle işleniyor olması durumuna yer verilmiştir. Kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin suç meydana getiren eylemi 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinin birinci fıkrasında görevinin gereklerine aykırı hareketlerde bulunma olarak 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinin ikinci fıkrasında ise görevinin gereklerini yapmakta ihmal ya da gecikme gösterme olarak yar bulmaktadır. Suçun icra ve ihmali hareketler ile İşlenmesi açısından kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevi kapsamı içerisindeki bir işi yapmıyor olması veya bu işi ihmal ya da gecikme göstermek suretiyle yerine getirmesi halinin mevcut olması gereklilik arz eder. İcrayı hareketle ya da ihmali bir hareket ile meydana getirilen işin görevi kötüye kullanma suçu ile gerçekleştirilen eylemin kamu görevlisinin görevi alanında olması gereklidir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinin her iki fıkrası içerisinde suçun maddi unsuru olan eylemler farklı olmaktadır. Burada görevinin gereklerine aykırı davranan ve görevinin gereklerini yapmakta ihmal ya da gecikme gösterme eyleminin sonucunda kişilerin mağdur olmasına veya kamunun zarara uğramasına sebep olan veya kişileri haksız bir fayda sağlayan kurum görevlisi konumunda yer alan kişi cezaya tabi kılınmaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin eyleminin görevinin gereklerine aykırı hareket etme şeklinde mi görevinin gereklerini yapmakta ihmal gösterme şeklinde mi olduğunun saptanması gerekmektedir. Bu saptama ile birlikte 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinin birinci fıkrasından mı sorumlu olduğun yoksa 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinin ikinci fıkrasından sorumlu olduğu ortaya çıkacaktır.
5237 sayılı Türk ceza kanununun 257. maddesinde düzenleme bulmuş olan görevi kötüye kullanma suçunun kamu görevlisinin eylemleri bakımından ortaya çıkmasında önem teşkil eden hareketlerden biri görevinin gereğini yerine getirmemedir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinde düzenlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçunun meydana gelmesi için kamu görevlisinin işlemiş olduğu eylemin görevi kapsamında olması gerekli ikaz etmektedir. Görev kamu görevlisine hukuki düzenlemeler ile verilmiş olan yetki ile yerine getirilirmiş olması gerekeceğinden kamu görevlisinin kendisine görevini yapmak üzere verilmiş olan yetkiyi kötüye kullanması durumunda bu suçun mevcudiyetinden söz edilmesi mümkündür. Dolayısıyla kamu görevlisinin bu suçtan sorumlu olmasına mümkün olabilmesi için görevinin mevcut olması görevin yapılması için yetkili olması gereklilik arz etmektedir. Bununla birlikte Yargıtay ceza genel kurulu kararı içerisinde bu husus suçun meydana gelmesi bakımından gerekli olan ilk şartın kamu görevlisi olan suçun faili konumunda yer alan kişinin yapmış olduğu eylem ile ilgili olarak kanun veya diğer idari düzenlemelerden meydana gelen bir görevin mevcut olması ve bu görevi nedeniyle yetkili bulunmamış olmasıdır. Bir kişi kamu görevlisi olmasına rağmen işle ilgili görevi ve yetkisi söz konusu değilse başka bir suçu meydana getirmeyen hukuka aykırı davranışı disiplin cezasını meydana getirebilir olsa da görevi kötüye kullanma suçunu meydana getirmeyecektir. Bunun sebebi hukuki bir şekilde sahip olunmayan bir yetkinin kötüye kullanılmamasından söz edilmeyeceğidir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinde düzenlenmiş olan görevi kötüye kullanma görevin gereklerine ihlal getirecek davranışlarda bulunma veya görevinin gereklerini yapmakta ihmal ya da gecikme gösterme şeklinde meydana gelebilir. Görevin gereklerine suçun faili konumunda yer alan kişinin yürütmüş olduğu görev ile ilgili yasa tüzük yönetmelik ya da talimat gibi düzenleyici işlemler ile ve idari düzenlemeler ile belirlenebilecek nitelik taşımaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin görevli olduğu kamusal faaliyet kapsamına dair hükümlere göre görevinin gerektirmiş olduğu davranış normunun belirlenmesi gerekli olmaktadır. Görevin gereği bazı durumlarda hükümler ile birlikte yapılacak işin teknik gereklilikleri idari geleneklerle ya da ilgili kapsamdaki genel uygulamalarla belirlenir. Görev gereğin yerine getirilmemesi ile ilgili olarak bahsedilmesi gereken durumlara Yer vermemiz mümkündür. Öyle ki bunlar kanuni yetkinin bir şekilde aşılması, kanunun aramış olduğu usul ve şekle uyulmaması, takdir yetkisinin söz konusu olan amacı haricinde kullanılması, yargı kararlarını uyumamış olması, görevin gerektirmiş olduğu ön koşulları uyumamış olması, görevi ile ilgili olarak söz konusu emirlere uygun davranılmaması ya da Emrin keyfi bir şekilde yerine getirilmiyor olmasa, görevin yapılmaması veya geciktiriliyor olması şeklinde sayılabilir.
5237 sayılı Türk ceza kanununun 257. maddesinde düzenleme bulmuş olan görevi kötüye kullanma suçunun kamu görevlisinin eylemleri bakımından ortaya çıkmasında önem teşkil eden hareketlerden bir diğeri görevin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevin kötüye kullanılmasıdır. Bu husus 5237 sayılı Türk ceza kanununun görevi kötüye kullanma suçunu düzenleyen 257. maddesinin birinci fıkrasında yer bulmuştur. Suçun meydana gelmesi bakımından görevin yapılması için görevli kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevinin gereklerine işler getirecek davranışlar sergilemesi gerekmektedir. Kamu görevlisi konumunda yer Yer alan kişinin görev alanına girmeyen bir durumda kamu görevlisinin gerçekleştirmiş olduğu eylem görevi kötüye kullanma suçunu meydana getirmeyecektir. Bununla birlikte görevi kötüye kullanma suçunu nitelikleri göz önünde bulundurulduğunda kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinden ceza sorumluluğunun meydana gelmesi bakımından görevin gereğini aykırı hareket etmesinin farklı bir suçu ortaya çıkardığında söyleyebilmemiz mümkün olabilecektir. Öyle ki görevi kötüye kullanma suçu değildi buna benzer nitelikte diğer suçlar zimmet, resmi evrakta sahtecilik gibi suçlardır. Görevi kötüye kullanma suçunun nitelikleri sadece kamu görevlisi tarafından işlenen Özgü suç açısından değil 5237 sayılı Türk ceza kanununun tümü bakımındandır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin görevinin gereklerini ihlal eden tasarruflarının icraya özellikli bir hareketle gerçekleşmesi gereklilik arz etmektedir. İcrayı hareket suçun faili konumunda yer alan kişinin etkin bir şekilde davranış sergilemesi ile meydana gelmektedir. Suçun faili konumunda yarından kişinin hareketsiz kalmış olması durumu bir pasiflik halini ortaya çıkaracaktır. Böyle bir durumda görevin gereklerini yapmamak şeklinde bir eylemden söz edilmesi halinden bahsetmemiz mümkün olmayacaktır. Bu durumun gerçekleşmesi halinde kamu görevlisinin sorumluluğu icrai surette görevi kötüye kullanmadan dolayı olmayacaktır. İhmal suretle görevi kötüye kullanma suçunu meydana getirecektir. Bu husus 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir.
5237 sayılı Türk ceza kanununun 257. maddesinde düzenleme bulmuş olan görevi kötüye kullanma suçunun kamu görevlisinin eylemleri bakımından ortaya çıkmasında önem teşkil eden hareketlerden bir diğeri görevin gereklerini yapmakta ihmal ya da gecikme göstererek görevin kötüye kullanılmasıdır. Kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevinin gereklerini yapmakta ihmal ya da gecikme göstermek suretiyle kişilerin mağduriyetine ya da kamunun zararını sebep olma veya kişilere haksız bir menfaat sağlamış olması halinde 5237 sayılı Türk ceza kanununun 257. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde yer bulmuş olan ceza sorumluluğunun ortaya çıktığından bahsetmemiz mümkündür. Kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevinin gerektirmiş olduğu davranış yapmaması ya da geç yapması durumunda ihmali hareketle görevi kötüye kullanma suçunun ortaya çıktığından bahsetmek mümkün olur. Bundan kaynaklı olarak suçun bu işleyişi açısından eylem görevinin gereğini ihmal ya da gecikme göstermek suretiyle yerine getirmeme olarak nitelendirilebilir. Kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin ihmal ya da gecikme göstermek suretiyle işin kamu görevlisinin görev alanına girmesi yani kamu görevlisinin yapmadığı ya da geciktirdi işlemi görevi nedeniyle yerine getirmekle yükümlü olması gereklilik arz etmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanununda suçun 257. maddenin ikinci fıkrasında düzenleniş Şeklinden kaynaklı olarak eylemin görevin gereğini ihmal ya da gecikme göstermek suretiyle işlenebileceğinden dolayı seçimlik hareketli bir suç olarak söz konusu olmuştur. İhmal kelimesinin anlamı bir şeyi hiç yapmamak, savsaklamaktır. Görevin gereklerine yapmakta ihmal durumu kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin yerine getirmekle görevli olmuş olduğu bir iş yapmaması ya da yasal düzenlemelere göre yapılması gerekli olan şekilde yerine getirmemesi veya amirin hukuka uygun olarak yapmasını zorunlu kılmış olduğu eylemleri yapmıyor olmasıdır. Gecikme bir işin yapılması gerekli olan zamanı geçmesinden sonra yerine getirilmesi anlamını taşımaktadır. Görevin gereklerini yapmakta gecikiyor olma belirli bir süre içerisinde yapılması öngörülmüş olan bir işin gerekli olan süresinin geçilmesinden sonra ortaya çıkarılmasıdır. Burada suçun kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevinin gereklerini yapması ancak sürenin geçmesinden sonra yapılmasının ortaya çıkması durumu söz konusudur. Burada söz konusu olan zorunluluk mevzuattan kaynaklanabilecek mi mevcut olayın niteliğinden, görevin özelliğinden de ortaya çıkabilmektedir. Görevin yerine getirileceği süre kanun hükümleri içerisinde belirlenmiş bir nitelik taşıyabilmektedir. Öyle ki idare mahkemelerinin esasî ve yürütmenin durdurulmasına dair kararları içerisinde idare tarafından gecikmeksizin işlem tesis etmeye ya da fiilde bulunmaya mecbur oldu bu sürenin herhangi bir şekilde kararın idareye Tebliğinden başlayarak 30 gün geçmeyeceği idari yargılama usulü kanununun 28. maddesinin birinci fıkrası içerisinde düzenlenmiştir. İdare Mahkemesi kararını yerine getirmekle görevli kamu görevlisinin 30 günlük süreyi aşmış olması durumunda suçun diğer unsurlarının de meydana gelmesi halinde kamu görevlisinin sorumluluğu 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinin ikinci fıkrasını meydana getirecektir. Bunun yanı sıra ihmal ya da gecikmenin mevcudiyetinden söz etmenin mümkün olabilmesi için kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin işin yerine getireceği süre içerisinde görevli bulunması gereklilik teşkil etmektedir. Görevin yerine getirilmesi açısından mevzuat içerisinde belirli bir süre öngörülmemiş ise bir gecikmenin mevcut olup olmadığı ile ilgili olarak görevin durumu ve mevcut olan nitelikleri göz önünde bulundurulmak suretiyle görevin gereğinin makul bir süre içerisinde meydana gelip gelmediğini tespit edilmesi sağlanacaktır.
5237 sayılı Türk ceza kanununun 257. maddesinde düzenleme bulmuş olan görevi kötüye kullanma suçunun kamu görevlisinin eylemleri bakımından ortaya çıkmasında önem teşkil eden hareketlerden bir diğeri kamunun zararını, kişilerin mağduriyetine ve kişileri haksız menfaat sağlamasına sebep olmadır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinde düzenlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçunun meydana gelmesi bakımından kamu görevlisi niteliğini taşıyan suçun faili konumunda yer alan kişinin görevinin gereklerini yerine getirmemek şeklinde veya gecikme göstermek şeklinde Girne geçirmesi yeterli olmamaktadır. Kamu görevlisi konumunda yer alan bu kişinin eylemleri neticesinde kişilerin mağdur olmasına veya kamunun zararı uğramasına sebep olması veya kişileri haksız bir menfaat sağlanması durumu meydana gelmesi gerekmektedir. Bununla birlikte Yargıtay’ın bir karar içerisinde görevi kötüye kullanma suçunun meydana gelmesi bakımından normu aykırı davranışla birlikte kişilerin mağduriyetine ya da kamunun zararına sebep olunması veya kişileri haksız menfaat sağlanması gereklilik arz etmektedir. Bu gerekleri meydana getirmeyen Norma aykırı davranışların suçu olarak belirtilmesine mümkün olması bakımından söz konusu olay içerisindeki hususların nasıl meydana geldiğinin tartışılmasıyla ortaya çıkmaktadır. Söz konusu olan neticelerden birinin meydana gelmemiş olması durumunda suç meydana gelmeyecektir. Suç tipinde belirtilmiş olan neticelerden birinin meydana gelmiş Olmasının suçun oluşması için yeterlilik arz etmektedir. Somut olayı içerisinde birden fazla yöneticinin gerçekleşmiş oldu durumlar cezanın Bir kişide birleşmesinde dikkate alınması gereken unsurdur. Hareketin neticesinde kamunun zarara uğramış olması kişilerin mağdur edilmiş olması ve bu kişilerden haksız Çıkar sağlanmış olması şart olarak aranmaktadır. Suçun zarar suç olarak düzenlenmiş olması ile ilgili olarak öğreti içerisinde bir görüş birliğine mevcudiyeti söz konusudur. Bununla birlikte Yargıtay kararları da görevi kötüye kullanma suçunun bir zarar suçu olduğunu söylemektedir. Kişileri mağdur olmasın akımının zarara uğramasına ve bu kişilerden Haksız menfaat sağlanmış olmasına sebep olmayan hukuku niteliği bu bakımdan tipiklik içerisinde mevcut olan bu durumların suçun neticesi mi objektif cezalandırılabilmesi şartı mı olup olmadığı ile ilgili olarak bir tartışmada mevcudiyeti söz konusudur. Objektif cezalandırılabilmesi şartının dogmatik yapısı önemli bir şekilde belirsizlik taşımaktadır. İşlenmiş olan suç içerisinde objektif cezalandırılabilmesi koşullarının mevcut olup olmadığı ancak ilgili suç tipinin yorumu ile belirlenebilir nitelik taşımaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 257. maddesi içerisinde söz konusu olan gerekçeye göre kamu görevinin gereklerini ihlal eden her eylemi cezai yaptırım altına almak ceza hukuku ile bağdaşır bir nitelik taşımamaktadır. Bundan kaynaklı olarak görevin gereklerine aykırılık teşkil eden hareketlerin belli şartları taşımış olması durumunda görevi kötüye kullanma suçunu meydana gelebileceği kabul görmektedir. Böylelikle kamu görevinin gereklerini İhlal eden davranışların kişilerin mağdur olmaları ile sonuçlanmış olması ya da kamunun zarara uğramış olması veya kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması durumunda görevi kötüye kullanma suçu meydana gelebilecektir. Kanun hükümleri içerisinde düzenlenmiş olan maddeden mi kanın hükümlerinin gerekçesinden tipiklikte geçen bu hususların özelliği anlaşılmamaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesi içerisinde söz konusu olan değişiklik ile bu suçun meydana gelmesinin mümkün olabilmesi bakımından objektif cezalandırılabilmesi koşulu olarak görevin gereklerine ihlal eden hareketlerde bulunmak suretiyle kişilerin mağdur olmasına ya da kamunun zararı uğramasına veya kişiler haksız menfaat sağlanmasına sebep olunması gereklilik arz etmektedir. Kanun hükümlerindeki değişiklik ile söz konusu olan gerekçe de açıklanan bu durumun açıklanmasını sebebi konu ile ilgili olan şüphelerin giderilmesi ve uygulama içerisinde bir birliğin meydana gelmesinin sağlanmasıdır. Bununla birlikte gerek içerisindeki objektif cezalandırılabilmesi koşullarının suçun meydana gelmesi bakımından gerekli olduğunu belirtmiş olan açıklama ile objektif cezalandırma şartlarının suçunun sorularından farkını ortaya koya bilmenin zorlaştığını söylemek mümkündür. Bahsedilmiş olan bu durumların suçun maddi unsuru şeklinde ya da objektif cezalandırılabilmesi şartı olarak kabul edilmesi suçun faili konumunda yer alan kişinin kasının bu neticeleri kapsaması gerekip gerekmediği suçun tamamlanması ve verecek hükmün türü gibi hususlar açısından önemli olmaktadır. Bu durumların suçun neticesi olarak kabul edilmesi halinde suçun faili konumunda yer alan kişinin kastının neticeyi de kapsaması gereklilik arz etmektedir. Bundan kaynaklı olarak suçun faili konumunda yer alan kişinin görevinin gereğini yerine getirmemesini neticesinde bu neticeleri meydana geleceğini de biliyor olması ve bu neticelerin gereğini biliyor olmakla birlikte bunları istemesi gerekli olmaktadır. Suçun meydana gelmesi seçimlik hareketlerden birinin gerçekleşmesi ile tamamlanır. Bu haller objektif cezalandırma şartı olarak kabul edilmektedir. Ancak öğreti içerisindeki baskın görüşe göre kastın söz konusu olan şartlı kapsamı aranmamaktadır. Kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin kasti bir şekilde görevinin gereklerini ihlal eder davranışlarda bulunması veya İsmail ya da gecikme göstermek suretiyle görevini yerine getirmemesi durumunda suçun tamamlanması hale ortaya çıkacaktır. Bu şartları mevcudiyeti yalnızca suçun faili konumunda yer alan kişinin cezalandırılması için gereklilik arz edecektir. Kanun hükümleri içerisinde düzenleme bulmuş olan tipik hareket meydana gelse bile ilgili olan koşullar gerçekleşmedikçe eylemin cezalandırılması durumundan bahsetmek mümkün olmayacaktır. Objektif cezalandırılabilmesi koşulu içermiş olan suçlar içerisinde şartın gerçekleşmemiş olması durumunda ceza muhakemesi kanununun 223. maddesi içerisindeki hükmün çeşitlerinden hangisini verilmesinin gerekmiş olduğu ile tartışma söz konusudur. Öğreti içerisinde bu durumda beraat kararı verilmiş olmasının eksiği ile ilgili olarak görüşleri mevcudiyeti söz konusudur. Bununla birlikte ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesinin gerekli olduğunu ileri süren görüşlerin mevcudiyeti de söz konusudur.
Öğreti içerisinde suç tipi içerisinde belirtilmiş olan neticeleri objektif cezalandırılabilmesi koşulu olarak kabul etmiş olan görüşler görevin gereklerine ihlal getirecek davranışlarda bulunmanın haksızlık meydana getirdiği dini fakat bu durumuyla haksızlığın cezayı gerekli kılmadığını ileri sürmektedir. Bu hususta koşullar meydana gelmediği sürece eylemin suç olarak meydana gelmediği ve bundan kaynaklı olarak suçun faili konumunda yer alan kişinin cezalandırılmadığı ileri sürülmektedir. Cezalandırmanın mümkün olmasının maddi unsuru kapsamı içerisinde 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesi içerisindeki koşulların haksızlığın cezalandırılabilir olması bakımından kurucu unsuru niteliği taşıdığı belirtilmektedir. Öyle ki haksızlığın örtülü unsurunun meydana geldiği, kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevini işlerle eden eylemler ile haksızlık tipini meydana getirdiği haksızlık tipinin cezai gerektirdiğini belirlenmiş olan unsurların da kamunun zarara uğraması kişilerin mağdur olmasına ve kişilere menfaat sağlamasına neden olduğu ileri sürülmektedir. Bununla birlikte görevi kötüye kullanma suçu içerisinde idare aleyhine işlenmiş olan bir suç meydana geldiği görevini kötüye kullanması ile korunan faydanın ihlal edilmiş olduğu ve zarar koşulunun suçun unsurlarının haricinde kaldı ileri sürülür. Kişilerin mağdur olması ya da kamu zararının objektif cezalandırılabilmesi şartı bir görünmüş oldu maddenin yazılı şekli bakımından böyle anlaşılması gerektiğinin de ileri sürüldüğü durumu söz konusu olmaktadır. Yargıtay kişilerin mağdur olması ya da kamunun zarara Uğur olmasına neden olması veya kişileri haksız bir menfaat sağlanmasının suçun meydana gelmesi bakımından gerekli olduğunu aramaktadır. Bununla birlikte suçun meydana gelmesi bakımından Norma aykırı davranış yeterlik teşkil etmemektedir. Norma aykırı davranış ile birlikte olması gerekmektedir. Objektif cezalandırma şartı olarak bu durumların Çelen dinden bahsetmemiz de mümkündür. Yargıtay tarafından verilmiş olan kararların içerisindeki hükümlere göre eylem sonucunda objektif cezalandırma koşulu olan kişi mağduriyeti kamu zararı ve kişileri haksız menfaat sağlanmasını sorularını meydana gelip gelmediği eğer meydana gelmiş ise hangi şekilde meydana geldi edilmesine imkân verecek şekilde gerekçeleri ile tartışılması gerekmektedir. Bununla birlikte suçun faili konumunda yer alan kişinin hukuki durumunun belirlenmesi gerekmektedir. Öyle ki Yargıtay görevin gereklerine yerine getirmeme halindeki eylemin neticesi olarak kabul etmiş olduğu kişilerin mağduriyeti ya da kamunun zararının neden olması veya kişileri haksız bir menfaat sağlanması durumlarına bir yandan objektif cezalandırma şartı olarak nitelendirmektedir. Yargıtay bir diğer yandan bu durumların meydana gelip gelmediğini suçun oluşması için aramaktadır. Bu neticelerin ortaya çıkmadığı hallerde beraat kararının verilmesi gerekmektedir. Yargıtay’ın maddenin gerekçesini dikkate aldığını söylememiz mümkündür. Öyle ki işlenmiş olan eylem haksızlık niteliğini taşımakta ve Bu neticeler meydana gelmediği sürece eylemin suç meydana getirmediğini ve bundan kaynaklı olarak kişiye ceza verme imkânı olmadığından bahsedilmektedir. Bununla birlikte eylemin kişi mağduriyeti kamu zararı ve kişileri haksız menfaat sağlamasına sebep olmadığı durumlarda eylemin suç olma niteliğini kazanmadığını ve bundan dolayı görevi kötüye kullanma suçunu meydana gelmediğine dair karar kılınması durumundan bahsedilmektedir. Kamunun zarara uğraması kişilerin mağdur olması ve kişileri haksız menfaat sağlanması suçun unsuru niteliği taşıdığı mı yoksa objektif cezalandırılabilmesi şartı mı olduğu ile ilgili olarak madde hükmünden bir sonuca varmak mümkün olmamaktadır. Böyle bir durumda maddenin yorumunda bir araç olarak maddenin gerekçesinden yararlanma gerekli olmaktadır. Objektif cezalandırma koşullarının hukuk özelliklerinin bu bakımdan suç genel Teorisi içerisindeki yerinin öğretimi 5237 sayılı Türk ceza kanununda açık bir şekilde açıklanmamasından kaynaklı olarak belirtilmiş olan durumların objektif cezalandırılabilmesi şartı olarak kabul edilmesi mümkündür. Suçun meydana gelmesi kastın kapsamının belirleme gibi durumlarda farklı Sonuçlara varılması da olasıdır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesi içerisinde söz konusu olan hükümlerin gerekesinin göz önünde bulundurulmasıyla suç tipinde mevcut olan durumların hukuk özelliklerinin değerlendirildiğinde kanun hükümlerinde bu durumların gizlenmiş olduğu suç ve ceza Siyaseti bakımından cezalandırma durumunun alanını daraltmak amacı ile cezalandırılabilmesi şartı olarak kabul edildiği söylenebilmektedir. Kamunun zarara uğraması, kişilerin mağdur olmaları ve kişileri haksız menfaat sağlama görevin gereklerine ihlal getiren eylemlerde bulunma ve görevin gereklerine yerine getirmekte ihmal ya da gecikme gösterme durumlarının neticesinde ortaya çıktığından kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin eylemleri ile suç tipinde mevcut olan bu sonuçlar arasında nedensellik bağının söz konusu olması gerekli olmaktadır.
Burada kişilerin mağduriyetine neden olma, kamunun zararına neden olma ve kişilere haksız bir menfaat sunulmuş olma ile ilgili olan hususlardan ayrıntılı olarak bahsetmemiz mümkündür. Bu hususlar konunun anlaşılması bakımından önem teşkil etmektedir. İlk olarak kişilerin mağduriyetine neden olma ile ilgili olan hususlardan bahsedebiliriz. Suçun meydana gelmesi bakımından görevin gereklerine yerine getirmiyor olmanın kişilerin mağdur olmasına sebep olması gerekli olmaktadır. Kanun hükmü İçerisinde geçen kişilerin mağdur olmalarına sebep olma gerçek ve tüzel kişilerin mağdur olmaları olarak meydana gelmektedir. Mağdur olma kavramı yalnızca ekonomik açıdan var olmuş olan zarar ile sınırlı olmamaktadır. Bireysel nitelikteki haklarını ihlal edilmesi neticesi ne meydana getiren her türlü davranışı ortaya çıkarır. Maddenin gerekçesi içerisinde belirtilmiş olduğu üzere mağduriyet zarar kavramından daha geniş bir niteliğe sahiptir. Bu açıdan maddi zararın haricinde manevi zararlar bireyin haklarının ihlali mağduriyet olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte Yargıtay Cumhuriyet Savcısı‘nın soruşturma dosyaları içerisinde işlem yapmaması halinde ki ihmali hareketleri ile işlem başlatılan şüpheli konumunda yer alan kişilerin makul süre içerisinde karar verilmiyor olması sebebiyle mağdur olduklarına aynı soruşturma içerisindeki şikâyetçi suçtan zarar gören ya da mağdur konumunda yer alan kişilerin şahsi haklarını ihlal edilmiş oldu işlemiş olduğu suçun sabit olan sandıkları korumak şeklinde beraat kararı veren sanık hâkimin adil yargılanma hakkının meydana gelmediği kaygısına neden olarak katılımın mağdur olmasına sebep olduğuna dair karar kılmıştır. Yargıtay’ın mevcut olan kararlarından bir diğerinde atama ve görevlendirme işlemleri iptal kararlarının belediye başkanı tarafından uygulanmasına kişi idari işlemin iptali bakımından dava açmaya mecbur bırakmayı mağduriyet olarak nitelendirmiştir. Burada bahsedilmesi gereken bir diğer durum kamunun zararına sebep olmadır. Görevin gereklerini yerine getirmemenin kamunun zararı uğramasına sebep olması kamu kurum ve kuruluşlarına uğramış olduğu maddi zarar olarak anlaşılması gereklilik arz eder. Öyle ki maddenin gerekçesi süresinde zararın anlaşılması gerekenin kamunun ekonomik bakımından zararlı olarak belirtildiğini söylememiz mümkündür. Kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevinden kaynak olarak görevinin gerektirdiklerini yerine getirmemesi durumundaki eyleminin neticesi olarak toplumun kamu idaresinin duymuş olduğu güveni sarsılacağını ve bu açıdan toplum manevi zarara uğrayacağı dikkate alındığında kamunun zararına sebep olunması durumunun maddede özel bir şekilde belirtilmesindeki amacın kamu zararının maddi zarar ile sınırlandırılması şeklinde olduğunu göz önündedir. Bu bakımdan kamu zararının belirlenmesinde Norma aykırı nitelikteki davranışın kamuya duyulan güveni sarsmış olduğu ve bundan kaynaklı olarak kamunun zararına neden olduğu ya da zarara uğrama ihtimalinin meydana getirdiği ile ilgili olan varsayım daha hareket edilmemesi gerekmektedir. 5018 sayılı kamu mali yönetimi ve kontrol kanunu hükümleri içerisinde bulunan 71. maddede kamu zararı kamu görevlilerinin kısıt kusuru ya da ihmallerinden meydana gelen mevzuata aykırı karar, işlem ya da eylemlerin neticesinde kamu kaynağında artışı engel ya da eksilme sebep bulunması olarak tanımlanmıştır. Kamunun zarara uğramış olmasının belirlenmesine dikkat alınacak olan esaslının belirlenmesi durumu söz konusu olmuştur. 5018 sayılı kanun hükümlerinin 71. maddesi içerisindeki kamu zararını ilişkin olan tanım içerisinde mevcut olan kamu kaynağında artışa engel ya da eksilmeye sebep olunması tabiri ile maddi ve ekonomik zararın kastedildiğini söylememiz mümkündür. Kamu zararının belirleniyor olmasında 5018 sayılı kanunun 71. maddesi içerisindeki kriterin esas alınması gerekmektedir. Yargıtay kararları içerisinde mevcut olan bir hükme göre kamu sorar her somut olay içerisinde hâkim tarafından iş, mal ya da hizmetin rayiç bedelinden daha yüksek bir fiyat ile alınıp alınmadığını da aynı şekilde yatırılıp yatırılmadığı somut olayın kendine özgü nitelikleri içerisinde dikkate alınmak suretiyle belirlenmesi gerekmektedir. Söz konusu olan bu belirleme uğramış olan kamu zararının miktarının kesin olarak saptanması değildir. Miktar saptanmasa bile işin ya da hizmetin özelliği nazara alınarak rayiç bedelden yüksek bir bedelle alım veya yapının meydana getirildiğinin anlaşılması durumunda kamu zararının mevcut olduğu kabul edilmesi gerekmektedir. Kamunun zararı kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevinin gereğini yapmıyor olması halinde hareketinin doğrudan bir neticesi olarak meydana gelmesi gerekmektedir. Zarar ile hareket arasında bir nedensellik ilişkisi mevcut olduğundan bahsetmemiz önem teşkil etmektedir. Kamu zararının sonradan giderilmiş olmasının suçun meydana gelmesine bir etkisi söz konusu değildir. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanununun 61. maddesi gereğince cezanın belirlenmesinde dikkate alındığı söylenebilir.
Burada bahsedilmesi gereken bir diğer durum kişileri haksız bir faydanın sağlanmış olmasıdır. Kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevinin gereklerini yerine getirmemesinin bir sonucu olarak kişiler haksız menfaat sağlanması olduğunu söylememiz mümkündür. Kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevinin gereklerine aykırı davranışlarda bulunmasa ihmal ya da gecikme göstermesi Şeklindeki eylemlerinin neticesinde kişi haksız bir menfaat sağlanması durumunda hareket ile netice arasında bir nedensellik bağının kurulmasının mümkün olduğunu söyleyebiliyorsak görevi kötüye kullanma suçunun meydana geldiğini söylememiz de mümkün olabilecektir. Haksız menfaat ile kastedilenin gerçek ya da tüzel kişilere hukuka aykırı olarak sağlanan menfaati olduğunu söyleyebiliriz. Burada söz konusu olan menfaat ile yalnızca maddi bir menfaatin olması gerektiğini söylememiz mümkün değildir. Öyle ki 6086 sayılı kanun hükümleri içerisinde kazanç kelimesi menfaat olarak değiştirilmiştir. Görevi kötüye kullanma suçunun meydana gelmesi açısından kişilere sağlanan yanlış ekonomik bir kazanç değildir. Ekonomik olarak ölçülmeyen bir menfaatin yani manevi bir menfaatin sağlanması durumunda da görevi kötüye kullanma suçunun ortaya çıkacağını söyleye bilmemiz mümkün olabilmektedir. Yargıtay kararları içerisinde de kişilerin haksız bir menfaatin sağlanması kişileri haksız kazanç sağlanmasını içerecek şekilde hukuka uygun Olmayan bir şekilde maddi veya manevi sağlanması olarak kabul görmektedir.
Görevi Kötüye Kullanma Suçunda Manevi Unsur İle İlgili Olan Hususlar Nelerdir?
5237 sayılı Türk ceza kanununun 257. maddesinde düzenlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçu kasti bir şekilde işlenmesi mümkün olan bir suç olmaktadır. Suçun meydana gelmesi bakımından suçun faili konumunda yer alan kişinin belli bir amaç İle hareket etmesi gereklilik teşkil etmez. Görevi kötüye kullanma suçunun görevinin gerekli unsurlarına ihlal getiren hareketlerde bulunmak suretiyle işlenmesi açısından kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevinin gereklerine aykırı davrandığını biliyor olması ve bunu istemesi gerekli olmaktadır. Burada bir kişinin mağdur olmasına veya kamunun zarar olmasına sebep olması ya da bazı kişilerin haksız kazanç sağlamasına neden olması objektif cezalandırma şartını içerisinde barındırdığından dolayı kastın kapsam içerisinde olmadığından suçun faili konumunda yer alan kişinin diğer kişilerin mağduriyeti kamunun zararı, kişileri haksız bir kazanç sağlama neticelerini meydana getirmesi ve istemesi gereklilik arz etmeyecektir. Görevi kötüye kullanma suçunun görevinin gereklerini yapmakta İsmail ya da gecikme göstermek suretiyle işlenmiş olması açısından kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevinin gereklerini bilmek suretiyle ve istemek suretiyle ihmal etmesi ya da gecikme göstermesi eylemlerini bilerek ve isteyerek meydana getirmesi kastın varlığını ortaya koymaktadır. Görevi kötüye kullanma suçunda taksi ile ilgili olan bir husustan bahsetmemiz mümkün değildir. Çünkü Görevi kötüye kullanma suçunda taksir ile ilgili olan bir hüküm düzenlenmemiştir. Bir suçun taksirle işlenmesi mümkün olabilmesi için kanun hükümleri de açık bir şekilde öngörülmesi gerekmektedir. Eğer bir suç kanunda açıkça öngörülmemiş ise taksirle işlenmesi mümkün olmaz. Bundan dolayı kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin dikkat ve özensizliğinden kaynaklı olarak görevinin gereğini yerine getirmemesi halinde görevi kötüye kullanma suçundan cezalandırılması durumu söz konusu olmaz. Bu açıdan suçun faili konumunda yer alan kişinin görevi bilmemesi yanlış bilmesi unutması ve iş yoğunluğundan kaynaklı olarak görevin gereğini yerine getirmemesi durumunda kastım mevcut olmamasından kaynaklı olarak ihmali suretle görevi kötüye kullanma suçu meydana gelmez. Bununla birlikte Bodrum’da suçun faili konumunda yer alan kişi İçin sübjektif bir değerlendirme yerine objektif bir değerlendirmenin yapılması gerekmektedir. Bununla birlikte somut olayın nitelikleri de önem teşkil etmektedir. Öyle ki Yargıtay iş yoğunluğu mazeretini dayalı olan savunmayı somut olayın nitelikleri dikkate almak suretiyle incelemiş makul, hayatın olağan akışına ve görev anlayışına uygun bir şekilde olduğunu belirtmemiştir. Bunun yanı sıra Yargıtay’ın farklı bir karar içerisinde müsteşar niteliğinde olan sanığın iş yoğunluğundan kaynaklı olarak bakan tarafından verilmiş olan atama Emre’nin konusunu suç teşkil Edip etmediğini belirlemekte hataya düşmesinin mümkün olduğundan kaynaklı olarak meydana gelen bu şüphelinin sanık lehine değerlendirilmesi ve eylemin de görevde yetkiyi kötüye kullanma kastının söz konusu olmadığını kabul etmek gerektiğini ileri sürmüştür.
Görevi Kötüye Kullanma Suçunda Hukuka Aykırılık Unsuruyla İlgili Olan Hususlar Nelerdir?
Görevi kötüye kullanma suçunda görevin geleyim mi ihlal getirecek davranışlarda bulunmanın sonucunda kişinin mağdur olması ortaya çıkmış ise Bu suç ile öncelikli kamu idaresinin güvenilirliği ve işleyişinin korunmasından kaynaklı olarak mağdurun rızası hukuka aykırılığı ortadan kaldırmayacaktır.
Görevi Kötüye Kullanma Suçunda Hukuka Uygunluk Nedenleri Nelerdir?
5237 sayılı Türk ceza kanununun dördüncü kısmının millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlığı altındaki birinci bölümünün kamu idaresinin güvenilirliğine ve işleyişine karşı suçlar başlığı altındaki 257. maddede görevi kötüye kullanma suçu düzenlenmiştir. Görevi kötüye kullanma suçunda hukuka uygunluk nedenleri ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Hukuku aykırılık belli bir norm içerisinde belirtilmiş olan emir ya da yasaklara uygun bir şekilde davranışta bulunulması kuralına aykırılık ve eylem ile hukuk düzeni arasındaki çelişki anlamına gelir. Eylem ile hukuk düzeni arasında söz konusu olan bir çelişmeli var ise hukuka aykırılıktan bahsetmek mümkün olmaktadır. Hukuk düzeni ceza hukukunu da kapsayan geniş bir kavram olarak tanımlanmaktadır. Bununla birlikte ceza hukuku kişinin dış dünyaya yansımış olan iradesi ile İlgilenirken hukuk düzeni ceza hukuku içerisinde objektif bir durumu karşılamaktadır. Mevcut olan bir görüş içerisinde hukuka aykırılık işlenmiş olan mı kanunu kimlerindeki tarife uygun olan eylemin yalnızca ceza hukuku ile değil tüm hukuk düzeni ile çelişme bir çalışma halinde olması olarak tanımlanmaktadır. Hukuku aykırılık bütün hukuk düzeni bakımından mı yalnızca ceza hukuku bakımından mı hüküm ifade ettiği durumundaki tartışmaların da mevcudiyeti söz konusudur. Burada bahsedilmesi gereken husus ceza hukukunu İlgilendiren durumlardır. Suç tipleri hukuka aykırılığı karine olarak gözükürler. Bundan kaynaklı olarak suç tipleri içerisinde hukuka aykırılığı saptama için bir açıklama mevcut olmasa bile suç tipinin kendisi hukuka aykırılığını gösterir. Bununla birlikte hukukun tanımış olduğu bir yetkinin ya da yüklemiş olduğu bir ödevin mevcut olması hallerinde hukukun kendisi ile çelişkiye düşmezlik ilkesinin mevcut olmasından dolayı hukuka aykırılık ortadan kalkabilir ve eylem hukuka uygun bir nitelik taşıyabilir. Hukuka aykırı bir eylem somut olay içerisindeki özel sebepler ile hukuken hoş görülmesi mümkün nitelik taşıyabilir ya da yapılması emri edilmiş olabilir. Bundan kaynaklı olarak hukuka aykırılık ortadan kalkar ve hukuka uygunluk sebepleri mevcut olur. 5237 sayılı Türk ceza kanunun ikinci bölümü içerisinde ceza sorumluluğunun ortadan kaldıran ya da azaltan sebepler başlığı altında hukuka uygunluk sebepleri ve ceza sorumluluğunun kaldıran ya da azaltan sebepler düzenleme bulmuştur. 5237 sayılı Türk ceza kanununun bu bölümü içerisinde söz konusu olan zorunluluk durumu ve amirin emrine hukuk uygunluk sebeplerinden mi yoksa kusurlu etkileyen mi mazeret nedir ne ortaya çıkaran sebeplerden mi oldukları ile ilgili olarak tartışmaların mevcudiyeti söz konusudur. Görevi kötüye kullanma suçu ile bağlantı taşıdığı için amirin emrini ifa, İlgilinin rızası, meşru savunma ve zorunluluk hali ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkün değil.
Orada ilk olarak görevi kötüye kullanma suçundan emrin emrini ifa ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Kamu hizmetlerinin yürütülüyor olması hiyerarşik yapı içerisindeki üstün, asla vermiş olduğu emirleri yerine getirilmesi ile ortaya çıkar. Kural olarak ast, amirin vermiş olduğu emri yerine getirmek zorundadır. Amirin emri ile ilgili olan hususlar anayasanın 137. maddesinde ve 5237 sayılı Türk ceza kanunun 24. maddesi içerisinde düzenleme bulmuştur. Burada anayasanın 137. maddesi ile ilgili olan durumlardan bahsetmemiz mümkündür. Kamu hizmetleri içerisinde herhangi bir sıfat ve suret ile çalışmakta olan kişi üstünden almış olduğu Emre, yönetmelik, tüzük, kanun ya da anayasa hükümlerine aykırı teşkil eder nitelikte görür ise yerine getirmeyecektir. Bununla birlikte bu aykırılığı o emri veren kişiye bildirmesi gerekir. Fakat üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazılı olarak yeniler ise Emir’in yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu durumda emri yerine getiren kişinin sorumlu olduğundan bahsetmek mümkün olmaz. Konusu suç meydana getiren emir hiçbir şekilde yerine getirilemez. Yerine getirilmiş olan kimse bu sorumluluktan kurtulamaz. Öyle ki üstün vermiş olduğu bir emirin konusu suç teşkil ediyor ise bunun hiçbir şekilde yerine getirilmesinden bahsetmek mümkün olmaz. Askeri hizmetlerin görünüyor olması ve acele durumlarda kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması ile ilgili olarak kanun hükümlerinde gösterilmiş olan istisnalar saklıdır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 24. maddesinde ise amirin emri ile ilgili olarak bazı durumlara yer verilmiştir. Öyle ki Bu hükümlere göre kanun hükmünü yerine getiren kişiye ceza verilmesi mümkün olmaz. Yetkili bir makamda verilmek suretiyle yerine getirilmesi görevleri zorunluluk teşkil eden bir emri uygulanmış olan kişiye sorumlu olmaz. Konusu suç meydana getiren emir hiçbir şekilde yerine getirilmemesi gerekir. Aksi durumda bunu yerine getiren ile emri veren kişi sorumlu olur. Söz konusu olan emrin hukuka uygun bunun denetlenmesinin kanun tarafından engellenmiş olduğu durumlarda emrin yerine getirilmesinden bu emri veren kişi sorumluluk altındadır. 5237 sayılı yeni Türk ceza kanununun yürürlüğe girmesinden önce mevcut olan 765 sayılı eski Türk ceza kanununun 49. maddesinin birinci fıkrasında amirin emrine ifa hukuka uygunluk sebepleri arasında düzenleme bulmuştur. Karnım gerekçesi içerisinde amirin emrin yerine getirilmesi Türk ceza kanununda bir hukuka uygunluk sebebi olarak değil kusurluluğu ortadan kaldıran bir sebep olarak düzenleme bulmuştur. Bununla birlikte doktorun içerisinde bu durumun hukuka uygunluk sebebi olarak kabul edilmesinin gerekliliğine dair görüşlerin mevcudiyeti söz konusudur.
Amirin emrinin hukuka aykırılığı ortadan kaldırmasının mümkün olması için emri veren ile Emri alan arasında ast üst ilişkisi ne mevcudiyetini söz konusu konusundan bahsetmemiz gerekir. Bununla birlikte emri verilen yetkili emir verilen kişinin ise Bu emri yerine getirmeye yetkili olması gereklilik arz eder. Emir verilmiş olan konuda yetkisi olmayan bir kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin verilen emri yerine getirmesi halinde kamu görevinin usulsüz bir şekilde üstlenme suçu meydana gelebilecektir. Verilmiş olan emrin kanun, tüzük, yönetmelik gibi düzenleyici işlemler içerisinde öngörülmüş olan şekil ve içerik koşullarının taşıması ve uyulmasının zorunlu olması gereklilik arz etmektedir. Tüm bu nitelikler verilmiş olan emrin bağlayıcı bir nitelik taşımasının neticesinde meydana gelmektedir. Kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevinden kaynaklı olarak kendisine verilmiş olan emrin ilk olarak bağlayıcı özellikler taşıyıp taşımadığı önem teşkil etmektedir. Söz konusu olan niteliklerin emrin biçimsel ve içerik bakımından uyulması zorunlu teşkil eden, hukuka uygun bir emir olduğu kanaatine varırsa ve emri yerine getirirse sorumluluğu ortadan kalkacağı için verilmiş olan emrin yerine getirilmesi neticesinde 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesi içerisinde söz konusu olan objektif koşullar meydana gelse bile suç meydana gelmez. Kamu görevlisi konumunda yarın on kişi verilmiş olan emir biçimsel ya da içerik bakımından hukuka aykırı fakat suç teşkil eden bir durumda değil ise bu emri yerine getiren kamu görevlisi konumunda yer alan kişi sorumluluktan kurtulamaz. Anayasa içerisinde düzenlenmiş olan 137. maddede böyle bir durum içerisinde kamu görevlisi konumunda yer alan kişi emrin hukuka aykırılık teşkil ettiğine emri vermiş olan kişiye bildirir ve emrin yazılı bir şekilde verilmesi halinde emri yerine getirir ise sorumluluktan kurtulacaktır. Bununla birlikte görevi kötüye kullanma suçu bakımından sorumluluk altında olmaz. Hukuka aykırı bir emri yerine getirmemiş olan kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevi kötüye kullanma suçunu meydana getirdiği ileri sürülemez. Bununla ilgili olarak Yargıtay tarafından verilmiş olan bir karar içerisinde nüfus memuru konumunda yer alan sanan amiri olan müdürünün kendisine havale edilmiş olan mağdur konumunda yer alan kişinin dilekçesine mevzuat gereği yetkisiz üçüncü kişilere nüfus kayıtlarının verilmeyeceğinden kaynaklı olarak buruşturup çöpe atmak suretiyle yasal olmayan emri yerine getirmekten ibaret olan eyleminin disiplin eylemini meydana getireceği gözetilmeden hükümlü olmasına karar kılınması yasaya aykırılık teşkil edeceğine dair durum söz konusu dur. Emrin konusu suç meydana getiriyor ise bunun yerine getirilmesi mümkün değildir. Öyle ki suç teşkil eden bir emir hiçbir şekilde yerine getirilmemesi gerekir. Suç teşkil eden emri almış olan ast onun üstünün bu Emre yazılı bir şekilde vermesinden sonra bile Emre uygular ise yine sorumlu olacaktır. Böyle bir durumda üstün Emre yazılı bir şekilde yenilemesini bir önemin söz konusu değildir. Burada emir vermiş olan üst emrini yazılı bir şekilde yenilese bile Astın hukuka aykırı bir emri yerine getirmemesi gerekir. Eğer bu emri yerine getirir ise sorumlu olacaktır. Öyle ki atamaya yetkili konumda olan bir amirin yazılı ya da sözlü emriyle mahkeme kararına uygulamamış olan kamu görevlisi bakımından eylem görevi kötüye kullanma suçunu meydana getirecektir. Mahkemenin vermiş olduğu yürütmeyi durdurma kararı ile eski görevine iade edilmiş olan genel müdürün bakanın yazılı emriyle geçici bir şekilde farklı bir göreve atanması ile ilgili olarak bir kararın mevcudiyeti söz konusudur. Yargıtay bu karar içerisinde yargı kararlarına yok Sayan bir tutum ile uygulanmaz duruma getirecek şekilde konusu suç meydana getiren bir emri yerine getirmiş ve bu eylemi ile ilgili kişinin hakkını ihlal etmek suretiyle onun zarar görmesine sebep olduğuna, sana konumunda yer alan kişinin sabit olan bu fiilin ne görevi içerisinde keyfi davranmak suçunu meydana getirip cezalandırılmasına dair özel daire kararının isabetli olduğuna yer verilmiştir. 5237 sayılı yeni Türk ceza kanununun kabul edilmesinden önce söz konusu olan 765 sayılı eski Türk ceza kanunu döneminde farklı bir kararın mevcudiyeti söz konusudur. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 24. maddesinin dördüncü fıkrası içerisinde verilen emri hukuka uygunluğunun denetlenmediği yüksek disiplin kurallarının ve bağlayıcı gayrimeşru emirlerin geçerli teşkil ettiği askerlik hizmeti ya da önleyici kolluk hizmetleri içerisinde sorumluluk Emre veren kişiye ait olduğu düzenlenmiştir. Öyle ki yüksek disiplin kurallarının geçerlilik teşkil etmiş oldu bu tür meslekler içerisinde verilmiş şu an Emre’nin suç teşkil etmesinden kaynaklı olarak emri yerine getiren sorumluluktan kurtulmayacaktır. Bununla birlikte askeri ceza kanunu hükümleri içerisinde 41. maddenin ikinci fıkrasında İstisna iyi bir düzenleme vardır. Bu düzenlemede hizmete müteallik hususlarda verilen emir bu suç meydana getirir ise bu suçun işlenmesinden emri veren kişi mesul olacağını yer verilmiştir. Bu bakımdan emir suç meydana getirse bile bunu uygulayan kişi sorumluluk taşımayacaktır. Fakat aynı madde hükmünün üçüncü fıkrası içerisinde adli ve askeri bir suç işlemek maksadını içeren bir eyleme müteallik emirlerine uygulama bulması halinde Emre uygulamış olan bakımından cezai sorumluluk meydana gelecektir. Polis vazife ve Salahiyet kanunun hükümleri içerisinde ikinci maddenin b bendinde değişiklikten önce mevcut olan hüküm de polisin göreceği görevlerde salahiyetli Amirden verilecek olan emirler de memur kanunun 40. maddesi hükmünün cari olmadığına Yer verilmiştir. Söz konusu olan bu hüküm uygulama içerisinde polisin suç meydana getiren emirleri yerine getirme ile ilgili olarak bir yükümlülüğün mevcut olup olmadığı tartışmalarına ortaya çıkarmıştır anayasa Mahkemesi hükmün suç meydana getiren emirlerin uygulamasına sebep olacak bir şekilde yorumlanabileceğini göz önünde tutmak suretiyle iptaline dair karar kılmıştır.
5237 sayılı Türk ceza kanunu 257. maddesinde düzenlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçunda amirin emri ile ilgili olan hukuka uygunluk sebeplerinden bahsettik. Burada görevi kötüye kullanma suçu ile ilgili olarak bahsedilmesi gereken bir diğer hukuka uygunluk sebebi ilgilinin rızasıdır. İlgilinin rızası 5237 sayılı Türk ceza kanununun 26. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir. Kişinin üzerinde mutlak suretle tasarruf edebileceği bir hakkına dair olmak üzere açıklamış olduğu rızası çerçevesinde işlenmiş olan eylemden kaynaklı olarak kimseye ceza verilmesi mümkün değildir. Kişilerin kendi geleceklerini belirlemeye dair haklarını mevcudiyeti söz konusudur öyle ki hukuk olduğunu sebeplerinden biri olan rıza da bireyin bu hakkı ile ilgilidir. İlgilenir rızası 5237 sayılı Türk ceza kanunun yürürlüğe girmesinden önce söz konusu olan 765 sayılı eski Türk ceza kanunu döneminde genel bir hukuka uygunluk sebebi olarak düzenlenmemiştir. Bunun yanı sıra hukuka aykırılığı bertaraf eden rızanın etkisi sınırsız bir nitelik taşımaktadır. Korunmasına devletin bir faydası olduğu hallerde mağdur konumunda yer alan kişilerin rızası toplum bakımından ortaya çıkacak say değil mi dolayısıyla eylemin anti sosyal niteliğini ortadan kaldırmayacaktır. Öyle ki kanuni düzenlemeler içerisinde kişinin üzerinde mutlak bir şekilde tasarruf etmesinin mümkün olmayacağı durumlarda göstermiş olduğu rızanın geçerli olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Rızanın hukuka uygunluk sebebi olarak kabul edilmesi için suç ile kurulmuş olan hukuksal menfaatin kişiye ait olması gereklilik teşkil etmektedir. Suç ile korunan hukuksal faydanın devletinde topluma ilgilendirmesi halinde suçun mağduru konumunda yer alan kişinin rızası eylemi hukuka uygun duruma getirmeyecektir. Bunun sebebi kanuni kömür içerisinde kişinin üzerinde serbestçe tasarruf etmesinin mümkün olabileceği haklar da göstermiş olduğu iznin hukuka uygun olduğunun kabul edilmesidir. Bundan kaynaklı olarak devlete ait bir faydanın konu idaresinin güvenilirliğinin ve işleyişinin ihlal edilmiş oldu mağdur konumunda yer alan kişinin kamu idaresi niteliği taşımış olduğu görevi kötüye kullanma suçu içerisinde mağduriyete uğramış olan kişinin izni hukuka uygunluk sebebi olarak kabul görmeyecektir. Bu durumla ilgili olarak bazı görüşleri mevcudiyeti söz konusudur. Bir görüş içerisinde 5237 sayılı Türk ceza kanununun 257. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçunun bir zarar suçu olduğunu nitelendiren bu suç ile korunmak istenen hukuksal fayda kamu idaresinin güvenilirliği ve işleyişi ile birlikte kişisel hakların içerisinde barındırmaktadır. Öyle ki kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin bir kişinin üzerinde serbestçe tasarruf da bulunmasına mümkün olacağı hakkına ilgilenin rızası ile görevine işler getiren bir şekilde müdahale etmesi neticesinde kamunun zararına sebep olunmaması veya kişilere haksız menfaat sağlanmaması şartıyla rızaya dayalı olan hukuk uygunluk sebebinden yararlanmasını kabul etmek gereklilik teşkil eder.
5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinde düzenlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçunda hukuka uygunluk nedenleri ile ilgili olarak amirin emri ve ilgilinin rızası ile ilgili olan durumlardan bahsettik burada bahsedilmesi gereken bir diğer hukuk uygunluk nedeni meşru savunmadır. Meşru savunma 5237 sayılı Türk ceza kanununun 25. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiştir. Bu maddeye göre gerek kendisine ve gerek başka bir kişiye ait hakka yönelmiş gerçekleşen, gerçekleşmesi ya da tekrara muhakkak olan haksız bir saldırıyı o an içerisinde hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı şekilde def etmek zorunluluğu ile işlenmiş olan eylemden dolayı suçun faili konumunda yer alan kişiye ceza verilmesi mümkün değildir. Görevin gereklerini yerine getirilmesi halinde kendisine yönelmiş olan bir saldırıyı orantılı bir şekilde def eden kamu görevlisi konumunda yer alan kişi meşru savunmadan yararlanabilecektir. Ancak şunu söylemek gerekir ki görevi kötüye kullanma suçu içerisinde meşru savunma koşullarının meydana gelmesi zordur.
5237 sayılı Türk ceza kanununun 257. maddesinde düzenlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçu ile ilgili olarak amirin emri, ilgilinin rızası, meşru savunma gibi hukuka uygunluk nedenlerinden bahsettik. Burada bahsedilmesi gereken bir diğer hukuka uygunluk nedeni zorunluluk halidir. Zorunluluk hali 5237 sayılı Türk ceza kanununun 25. maddesinin ikinci fıkrasında düzenleme bulmuştur. Bu maddeye göre gerek kendisine gerek bir başkasına ait hakka yönelik olup bilerek sebep olmadığı ve başka bir şekilde kurtulma olanağı söz konusu olmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak ya da başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan arasında orantı bulunmak şartı ile işlenmiş olan eylemlerden kaynaklı olarak fail konumunda yer alan kişiye ceza verilmez. 5237 sayılı Türk ceza kanununda yer alan hukuka aykırılığı ortadan kaldıran sebeplerden zorunluluk hali uygulama olanı azdır. Bununla birlikte görevi kötüye kullanma suçu bakımından geçerlilik teşkil edebilir. Öyle ki hukuk uygunluk sebepleri haricinde Yargıtay’ın 5237 sayılı Türk ceza kanunu kabul edilmeden önce yürürlükte olan eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanunu döneminde vermiş olduğu bir kararın mevcudiyeti söz konusudur. Kanuni kümlerini düzenleme buluşalım. Uygunluk sebeplerinden farklı olarak uluslararası bir sözleşmeye hukuk uygunluk sebebi olarak bu kadar içerisinde kabul etmiştir. Fakat orada Türk ceza kanunun 26. maddesinin birinci fıkrası içerisinde düzenleme bulmuş olan ve hukuk uygunluk sebeplerinden birini ortaya çıkaran hakkın kullanılması durumu söz konusudur. Bu madde hükümlerine göre hakkını kullanan kişiye ceza verilmesi mümkün değildir. Öyle ki bu durumda hukuk düzeni içerisinde tanınmış olan bir hakkın kullanılması halinde hak sahibi olan kişinin cezalandırılması ile ilgili olan bir durumdan bahsetmek mümkün olmaz. Bahsetmiş olduğumuz karar içerisinde sendika ile toplu pazarlık haklarının kamu görevlisi konumunda yer alan kişileri he içerisinde barındıracak şekilde güvenceye alan uluslararası nitelikteki sözleşmelerin özellikle 151 sayılı ILO Sözleşmesi‘ne devlet tarafından onaylanması suretiyle anayasanın 90. maddesi içerisinde söz konusu olan iç hukukumuz bakımından da bağlayıcılık kazanması halinde bu sözleşmeleri uygun yasal nitelikteki düzenlemeler yapılmamasından meydana gelen hukuksal boşluk ve kargaşa sebebiyle sanıkların sendika ile imzalamış olduğu toplu iş sözleşmesi gereği memur olan kişilere yasalar içerisinde öngörülenden fazla ödeme de bulunmaktan ibaret olan eylemler içerisinde suç ögelerinin nasıl meydana geldiği ve hukuka uygunluk sebebinin mevcut olup olmadığı tartışılmadan hükümlüleri dair karar kılınması kanuna aykırı bulunmuştur.
Görevi Kötüye Kullanma Suçundan Teşebbüsü İle İlgili Olan Hükümler Nelerdir?
Teşebbüs bir suçun icrasına elverişli eylemler ile başlanmasından sonra suçun faili konumunda yer alan kişinin elinde olmayan sebeplerle icra hareketlerini veya neticeyi tamamlayamaması halidir. Teşebbüs hükümleri 5237 sayılı Türk ceza kanunun 35. maddesi içerisinde düzenleme bulmuştur. Bu hükümlere göre kişi işlemi kast etmiş olduğu bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan sebeplerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulması gerekir.
5237 sayılı Türk ceza kanunun dördüncü kısmının millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlığı altındaki birinci bölümünün kamu idaresinin güvenilirliğine ve işleyişine karşı suçlar başlığı altındaki 257. maddesinde düzenlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçundan teşebbüsün mümkün olup olmadığı suç tipinde öngörülmüş olan kişilerin mağduriyetine ya da kamunun zararına sebep bulunması ve kişilere haksız menfaat sağlanmasının suçun unsuru ya da objektif cezalandırma koşulu olarak kabul edilmesi ile belirlenir. Kişilerin mağdur olmalarına ya da kamunun zararı uğramasına neden olunması ve kişileri haksız menfaat sağlanması suç olarak kabul edildiğinde görevi kötüye kullanma suçu kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı davranışı da ihmal ya da gecikme göstermek suretiyle görevini yerine getirmemesi neticesi ile kişilerin mağdur olmasına kamunun zarara uğramasına ve kişilere haksız menfaat sağlanmasının sağlanmasıyla tamamlama bulur. Bununla birlikte hareket gerçekleşmediğinin yanı sıra kişilerin mağdur olmaları kamu zarar ve kişileri haksız menfaat sağlanması sonuçları meydana gelmişse suçun teşebbüs aşamasında kaldığını söylemek mümkün olur. Suçun ihmali bir hareket ile meydana gelmesi durumunda suçun tamamlanması kanun hükümleri içerisinde belirtilmiş olan neticelerden birinin meydana gelmesine bağlı olarak bulunduğu için teşebbüs mümkün olmaktadır. Kişilerin mağdur olmalarına kamunun zarara uğramasına ve kişilere haksız bir menfaat sağlanmasına neden olunması objektif cezalandırılabilmesi koşulu olarak kabul edilmesi durumunda teşebbüsün söz konusu olup olmayacağı ile ilgili olarak öğreti içerisinde farklı görüşleri mevcudiyeti söz konusudur. Objektif cezalandırılabilmesi koşulunu kapsayan suçlar teşebbüsün mümkün olmayacağı ve bu bağlamda görevi kötüye kullanma suçuna teşebbüsün mümkün olmadığımı ileri süren görüşlerin yanı sıra bu suçlara teşebbüsün mümkün olduğu fakat suçun teşebbüs aşamasında kalması durumunda objektif cezalandırılabilmesi koşulu meydana gelmemiş ise suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak cezai sonuç doğurmayacağı ileri sürülmektedir. Bununla birlikte icrai hareketle işlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçu içerisinde görevin gereklerine aykırılık teşkil eden davranışlarda bulunmanın icrasının tamamlanması aşamasına kadar teşebbüsün söz konusu oldu suçun ihmali hareketle işlenmesi durumunda ise teşebbüse elverişli olmadığı ileri sürülmektedir. Kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevinin gereğini yerine getirmemesi ve kendi görevinin gereklerine işler getirecek davranışlarda bulunması veya İsmail ya da gecikme göstermek suretiyle görevini yerine getirmesi ile tamamlama bulunmaktadır. Bundan kaynaklı olarak görevi kötüye kullanma suçu içerisinde teşebbüs görevin gereklerine ihlal getiren davranışın sergilenmesiyle icrasını tamamlanmasına kadar olasıdır. Fakat objektif cezalandırma koşulunun özelliklerinden dolayı koşunun meydana gelmediği sürece suçun faili konumunda yer alan kişi cezalandırılmayacağı için kamu görevlisi görevinin gereğini işler getiren eylemlerde bulunmasına rağmen kişilerin mağdur olmaları ya da kamunun zarara uğraması veya kişileri haksız menfaat sağlanması mevcut değilse suçun faili konumunda yer alan kişi teşebbüsten sorumlu olmayacaktır. Yargıtay bu durum ile ilgili olarak görevi kötüye kullanma suçu içerisindeki kişilerin mağdur olmaları kamunun zira uğraması ve kişilere haksız menfaat sağlanması objektif cezalandırılabilmesi koşulları meydana gelmediği halde suçun meydana gelmeyeceğini ve teşebbüse elverişli olmadığını ileri sürmektedir. Söz konusu olan neticeleri meydana gelmesine ve şartların gerçekleşmesi ne suçun meydana gelmesi bakımından aramaktadır.
Görevi Kötüye Kullanma Suçunda İştirak İle İlgili Olan Hükümler Nelerdir?
5237 sayılı Türk ceza kanunun kamu idaresinin güvenilirliğine ve işleyişine karşı suçlar başlığı altında düzenleme bulmuş olan 257. maddesindeki görevi kötüye kullanma suçu özgü suç niteliğine sahiptir. Bununla birlikte özel faillik niteliğine içinde barındıran kamu görevlisi suçun faili konumunda yer alan kişidir. Suçun kanuni tanımı içerisinde mevcut olan eylemi birlikte gerçekleştirmiş olan kişilerden her biri kamu görevlisi suçun faili konumunda yer alan kişi olarak sorumluluk altındadır. Bununla birlikte görevi kötüye kullanma suçun işlenişine iştirak eden diğer kamu görevlisi sıfatı taşıyan kişiler azmettiren ya da yardım eden olarak sorumluluk taşımaktadırlar.
Görevi Kötüye Kullanma Suçunda İçtima İle İlgili Olan Hükümler Nelerdir?
5237 sayılı Türk ceza kanununun 257. maddesinde düzenlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçu genel, tali ve tamamlayıcı özellikte bir suç tipi olarak kanun hükümleri içerisinde düzenleme bulmuştur. Bundan kaynaklı olarak kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevinin gereklerini yerine getirmemesi kanun hükümlerinde düzenlenen farklı bir suçun meydana gelmesine sebep olmuş ise ilk olarak bu yüzden hükmün uygulama bulması durumu söz konusu olacaktır. Bahsetmiş olduğumuz bu özel hükmün uygulanmamış olması durumunda genel hüküm niteliği taşımış olan 5237 sayılı Türk ceza kanununun 257. maddesi uygulama bulur. İcrayı hareket ile işlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçunun ya da ihmali hareket ile işlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçunun zincirleme suç niteliği taşıması mümkündür. Öyle ki görevi kötüye kullanma suçunun suçu işlemeye dair verilmiş olan kararın icrası kapsamında farklı zamanlarda birden fazla işlenmiş olması halinde zincirleme suç hükümleri uygulama bulacaktır. Aynı kişi ile ilgili olarak verilmiş olan atama ve görevlendirme işlemlerinin iptal edilmesine dair mahkeme kararlarının kamu görevlisi konumunda yer alan kişi tarafından bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik tarihlerde yerine getirilmemesi halinde kamu görevlisi konumunda yer alan kişi iki farklı görevi kötüye kullanma suçundan dolayı ayrı ayrı cezalandırılmalar tabi olmayacaktır. Bundan kaynaklı olarak bu kamu görevlisi tek bir görevi kötüye kullanma suçundan sorumlu olacaktır. Ancak bu kişiye verilecek olan ceza da artırma gidilecektir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 257. maddesinde düzenlenmiş olan görevi kötüye kullanmanın ihmali hareketle işlenmiş olması açısından suçun meydana getiren hareketler görevin gereğini yapmakta ihmal ya da gecikme gösterme halinde seçimlik hareketler meydana getirdiğinden hareketlerin her ikisi meydana gelse bile tek bir suç olarak nitelendirilir. Kamu görevlisinin teli taşıyan kişi aynı suç işleme kararı ile bir kerede görevinin girin yapmakta İhmalde bulunmuş olsa bir kerede ise görevinin gereğini yapmakta gecikmiş olursa söz konusu eylemler farklılık göstermesine rağmen zincirleme suç hükümlerine söz konusu olduğundan bahsetmek mümkün olur. Kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin görevinin gereğini yerine getirmemiş olması neticesinde bir kişinin yaşamını yitirmesi ve yaralanması durumu meydana gelmiş ise ölüm ya da yaralama ile suçun faili konumunda yer alan kişinin görevinin gereğini yerine getirmemesi arasında nedensellik bağlantısı kurulması mümkün olabiliyor ise failin kasti taksirli göre ölüm ve yaralamadan nedensellik bağlantısı kurulması mümkün olmuyor ise görevin gereğinin yerine getirilmesi nedeniyle suçun diğer unsurlarının da mevcudiyeti durumunda tali hüküm özelliğindeki görevi kötüye kullanma suçundan dolayı sorumluluk altında olabilecektir.
Görevi Kötüye Kullanma Suçunda Yaptırım İle İlgili Olan Hususlar Nelerdir?
5237 sayılı Türk ceza kanunun 57. maddesinde düzenleme bulmuş olan görevi kötüye kullanma suçu resen soruşturulması mümkün olan ve kavuşturulması mümkün olan suçlar içerisinde yer almaktadır. Görevi kötüye kullanma suçu kamu görevlilerinin görevinden kaynaklı olarak işlenen suçlardan olmaktadır. Suçun işlenmiş olduğuna dair şüphesi söz konusu olan kamu görevlileri ile ilgili olarak 4483 sayılı memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yargılanması hakkında kanun hükümleri bakımından soruşturma izninin izin vermeye yetkili makamlardan alınması gereklilik arz etmektedir. Bununla birlikte görevleri ve sıfatlarından kaynaklı olarak özel soruşturma ve kovuşturma usullerine tabi olan kamu görevlileri ile ilgili olarak ilgili kanunun kimlerin uygulama bulması durumu söz konusu olur. Ceza muhakemesi kanunu hükümleri içerisinde soruşturma usulüne dair olarak özel bir düzenleme öngörülmüştür. Ceza muhakemesi kanunu hükümlerinin 161. maddesinin beşinci fıkrasında kanun tarafından kendilerine verilmiş olan ya da kanun dairesinde kendilerinden istenmiş olan adli ile ilgili görev ya da işlerde kötüye kullanma ya da ihmalleri görülen kamu görevlileri ile Cumhuriyet savcılarının sözlü ya da yazılı istenmiş emirlerini yapmakta kötüye kullanma ya da ihmalleri söz konusu olan kolluk amir ve memurları ile ilgili olarak izin söz konusu olmadan Cumhuriyet savcıları tarafından direk soruşturma başlatılmış durumu söz konusu olabilmektedir. Görevi kötüye kullanma suçu bakımından görevli nitelikteki mahkeme asliye ceza mahkemesidir. Görevi kötüye kullanma suçu içerisinde açılmış olan kamu davasına suçun mağduru konumunda yer alan kişi, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile kamu idaresinin katılması mümkün niteliktedir. Suçtan zarar görenin davaya katılması mümkün olabilmesi için doğrudan zarar görmesi gerekli olmaktadır. Görevi kötüye kullanma suçunun karşılığında suçun kamu görevinin gereklerine aykırı hareket etmek şeklinde işçiler olması durumunda altı aydan iki yıla kadar hapis cezası görevinin gereklerini yapmakta ihmal ya da gecikme göstere işlenmesi durumunda ise üç aydan bir yıla kadar hapis cezasını verilmesi gereklilik arz etmektedir. Hükmedilmiş olan bir yıl ya da daha az süre gerektiren hapis cezası kısa süreli hapis cezası 5237 sayılı Türk ceza kanunun 50. maddesi içerisinde öngörülmüş olan seçimlik yaptırımlarından birine çevrilebilir nitelik taşımaktadır. Şartların meydana geldiği halde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar kılınması mümkündür. Kişinin kasti bir şekilde işlemiş olduğu suçtan kaynaklı olarak hapis cezasına mahkûm yetinin kanuni sonucu olarak cezanın infazı tamamlanıncaya kadar belli haklardan yoksun bırakılmasına dair kararın verilmesi durumunda bahsetmemiz mümkün olabilecektir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 53. maddesinin beşinci fıkrası içerisinde madde hükmünün birinci fıkrası içerisinde öngörülmüş olan hak ve yetkilerden birinin kötüye kullanmak suretiyle mahkûm olan kişi ile ilgili olarak ayriyeten cezanın infazından sonra işlemek üzere hüküm olunan cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilmesi zorunlu teşkil etmektedir.
Görevi Kötüye Kullanma Suçunda Zamanaşımı Süresi Ne Kadardır?
5237 sayılı Türk ceza kanununun dördüncü kısmının millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlığı altındaki birinci bölümünün kamu idaresinin güvenilirliğine ve işleyişine karşı suçlar başlığı altındaki 257. maddede yer bulmuş olan görevi kötüye kullanma suçunda dava zamanaşımı 5237 sayılı Türk ceza kanunun 66. maddesinin birinci fıkrasının e bendinden kaynaklı olarak sekiz yıldır. Zamanaşımı süresi suçun işlenmiş olduğu tarihten itibaren işlemeye başlamaktadır. Kanun hükümlerinin görevi kötüye kullanma suçu İçerisinde objektif cezalandırılabilmesi koşullarına yer vermiş olduğu suçlar da zamanaşımının koşulların gerçekleşmiş olduğu tarihten itibaren başlayacağı ile ilgili olarak 5237 sayılı Türk ceza kanununda özel bir düzenlemenin mevcudiyeti söz konusu değildir. Bundan kaynaklı olarak objektif cezalandırılabilmesi şartı ihtiva etmiş olan suçlar da zamanaşımının hangi zamanda başlayacağı ile ilgili olan durum tartışmalı nitelik taşımaktadır.
Görevi kötüye kullanma suçu objektif cezalandırılabilmesi şartı ihtiva ettiğinden bunun gibi 5237 sayılı Türk ceza kanunun 161. maddesi içerisinde düzenleme konuşulan hileli iflas suçu içerisinde iflas kararının kesinleşmesi objektif cezalandırılabilmesi şartını meydana getirmektedir. Öyle ki Yargıtay tarafından verilmiş olan bir karar içerisinde hileli iflas suçunda dava zamanaşımı süresinin mal varlığını eksilmeye dair şeyleri tasarrufta bulunmasından itibaren değil, iflas kararının kesinleşmiş olduğu tarihten itibaren başlayacağına dair bir hükmün mevcudiyeti söz konusudur. Cezalandırılabilmesi şartının meydana gelmesinden önce devlet cezalandırma yetkisini kullanma hakkına sahip değildir. Dava zamanaşımının cezalandırılabilmesi şartının gerçekleşmiş olduğu tarihten itibaren işlemesi gerekmektedir. Bununla birlikte 5237 sayılı Türk ceza kanunu içerisinde açık bir hükmün mevcut olmamasından dolayı dava zamanaşımı süresinin genel kurallar tarafından suçun işlendiği tarihte işlemeye başlayacağı ile ilgili olarak söz konusu olan görüşlerin mevcudiyetinden bahsedilebilir. Görevi kötüye kullanma suçu bakımından objektif cezalandırılabilmesi şartı olan kişilerin mağdur olmalarına veya kamunun zarar görmesine sebep olmak ya da kişilere haksız fayda sağlama koşullarının meydana gelmesi ile Devlet cezalandırma yetkisine kullanabileceğinden zamanaşımı süresi ve bu şartların gerçekleşiyor olmasıyla işlemesi gerekmektedir.
Görevi Kötüye Kullanma Suçunda Görevli Mahkeme Neresidir?
5237 sayılı Türk ceza kanununun dördüncü kısmının millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlığı altındaki birinci bölümünün kamu idaresinin güvenilirliğine ve işleyişine karşı suçlar başlığı altındaki 257. maddede düzenlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçunda görevli mahkeme asliye ceza Mahkemesidir. Önceden görevi kötüye kullanma suçu içerisinde görevli mahkeme adli yargı ilk derece mahkemeleri ile bölge adliye mahkemelerinin kuruluş görev ve yetkileri hakkında kanun hükümlerinin onuncu ve 11. maddelerinden kaynaklı olarak sulh ceza mahkemeleriydi. Sonrasında 6545 sayılı kanun hükümleri ile yapılmış olan değişiklik sonucunda Sulh ceza mahkemelerinin yerine görevi kötüye kullanma suçu için görevli nitelikteki mahkeme asliye ceza Mahkemesi olmaktadır. 4483 sayılı kanun hükümlerinin 13. maddesinden kaynaklı olarak cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Türkiye Büyük Millet Meclisi genel Sekreteri, valiler, müsteşarlar için yetkili ve görevli nitelikteki mahkeme Yargıtay’ın ilgili ceza dairesi olmaktadır. Kaymakamlar için ise il ağır Ceza Mahkemesi görevli mahkeme niteliği taşımaktadır.
Görevi kötüye kullanma suçu ve daha fazlası için İzmir ceza avukatı İdil Su Aydın ile iletişime geçerek detaylı bilgi alabilirsiniz.
Devlet memuruyum. Başıma bir iş geldi ve görevi kötüye kullanma suçundan dolayı dava açıldı. Bu konuda yazınızı okudum ve çok bilgi edindim. Görevi kötüye kullanma konusunda deneyimli avukat arayışım var. Bana destek olur musunuz?