Takipsizlik kararı bir diğer adıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair karardır. Takipsizlik kararı 5271 sayılı Türk ceza muhakemesi kanununun 172. maddesi içerisinde belirtilmiştir. Öyle ki 5271 sayılı Türk ceza muhakemesi kanununun ikinci bölümünün içerisinde itiraz ve iddianamenin iadesi başlığının altında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar düzenlenmiştir.
Bir diğer adıyla takipsizlik olarak bilinen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar Cumhuriyet Savcısı tarafından, soruşturma evresi neticesinde, kamu davasının açılması bakımından yeterli şüphe meydana getirecek delil elde edilmemiş olması ya da kovuşturma olasılığının mevcut olmaması durumlarında kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen karardır. Bu karar mevcut olan suçtan dolayı zarar görmüş olan ile daha önceden ifadesi alınmış ya da sorguya çekilmiş şüpheli konumunda yer alan kişiye bildirilmesi gerekir.
Karar içerisinde itiraz hakkı süresi ve mercii gösterilmektedir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın yani takipsizlik kararının verilmesinden sonra kamu davasının açılmasının mümkün olabilmesi bakımından yeterlilik teşkil edecek şüphe mevcut olacak yeni delil ortaya çıkmadıkça ve bu durumda Sulh ceza hâkimliği tarafından bir karar verilmediği sürece aynı eylemden dolayı kamu davası açılamayacaktır. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkin bir soruşturma yapılması gibi bir durum olmadan verildiğinin Avrupa insan hakları Mahkemesi’nin kesinleşmiş kararı ile saptanması ya da bu karar aleyhine Avrupa insan hakları Mahkemesi’ne yapılmış olan başvuru hakkında dostane çözüm veya tek taraflı bildirge neticesinde düşme kararı verilmiş ise kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içerisinde edilmesi durumunda tekrardan soruşturma açılması gereklilik teşkil etmektedir.
Takipsizlik kararı yani kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile ilgili olarak Cumhuriyet Savcısı‘nın kararına itiraz ve iddianamenin iadesi ile ilgili olan hususlardan bahsetmemizde mümkündür. Bu hususlar yine 5271 sayılı ceza muhakemesi kanunu hükümleri içerisinde düzenleme bulmuştur. Bununla birlikte bu hususlar 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı düzenleyen bölümde yani takipsizlik kararını düzenleyen bölüm içerisinde yer bulmuştur. Burada ilk olarak Cumhuriyet servisinin kararına itiraz ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür.
Cumhuriyet Savcısı’nın kararına itiraz ile ilgili olan hususlar 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 173. maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde hükümlerine göre suçtan zarar görmüş olan kişi kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın yani takipsizlik kararının kendisine tebliğ edilmiş olduğu tarihten itibaren 15 gün içerisinde bu kararı veren Cumhuriyet Savcısı‘nın yargı çevresi içerisinde görev yapmış olduğu ağır ceza mahkemesinin mevcut olduğu yerdeki Sulh ceza hâkimliğine itirazda bulunma hakkına sahiptir. Öyle ki Cumhuriyet Savcısı suçtan zarar gören kişiye takipsizlik kararı yani kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verir ise bu kişi kendisine bu kararın tebliğ edilmesinden itibaren 15 gün içerisinde bu kararı vermiş olan Cumhuriyet Savcısı’nın yargı çevresinde görev yapmış olduğu ağır ceza mahkemesinin mevcut olduğu yerdeki Sulh ceza hâkimliğine itiraz etmelidir. Burada kişinin itiraz dilekçesi içerisinde kamu davasının açılmasına gerekli kılacak olaylar ve delilleri belirtmesi gerekir. Burada söz konusu olan Sulh ceza hâkimliği kararını vermek amacıyla soruşturmanın genişletilmesine dair görüşte bulunur ise bu hususu açıkça belirtmek şartıyla o yer Cumhuriyet Başsavcılığından talepte bulunabilir. Bununla birlikte kamu davasının açılması bakımından yeterli sebepler mevcut değil ise istemi gerekçeli bir şekilde ret eder. İtiraz edene giderleri mahkûm eder ve dosyayı Cumhuriyet Savcısı‘na gönderir. Cumhuriyet Savcısı kararı itiraz eden kişiye ve şüpheliye bildirmesi gereklidir. Suç ceza hâkimliği söz konusu istemi yerinde bulur ise Cumhuriyet Savcısı iddianame düzenlemek suretiyle bunu mahkemeye verir. Cumhuriyet Savcısı‘nın kamu davasının açılmıyor olması konusunda takdir yetkisini kullanmış olduğu durumlarda bu madde hükmünün uygulama bulması durumundan bahsetmek mümkün olmaz. Söz konusu olan itirazın reddediliyor olması durumunda aynı ailemden dolayı kamu davası açılmasına mümkün olabilmesi bakımından kanun hükümlerinde belirtilmiş olan bir diğer husus uygulanır öyle ki bu husus kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın verilmesinden daha sonra kamu davasının açılmasının mümkün olabilmesi bakımından yeterli teşkil eden şüphe meydana getirecek yeni delil elde edilmedikçe ve bu husus ile ilgili olarak da Sulh ceza hâkimi tarafından bir karar söz konusu olmadıkça aynı eylemden dolayı kamu davasının açılmayacağıdır.
Takipsizlik kararı yani kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile ilgili olarak bahsedilmesi gereken bir diğer husus iddianamenin iadesidir. İddianamenin iadesi ile ilgili olan hususlar 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 174. maddesi içerisinde düzenleme bulmuştur. Mahkeme tarafından iddianamenin ve soruşturma evrakının verilmiş olduğu tarih itibari ile 15 gün içerisinde soruşturma evresine dair tüm belgelerin incelenmesinden sonra eksik ya da hatalı hususlar belirtilmesi gerekir. Bununla birlikte 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 173. maddesine aykırı bir şekilde düzenlenen iddianamenin Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine dair bir karar kılınır. Bununla birlikte suçun sübutuna doğrudan etki de bulunacak mevcut bir delilin toplanması durumu söz konusu olmadan düzenlenen iddianamenin Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar kılınması gerekli olur. Yine ön ödemeye ya da uzlaştırmaya veya seri mahkeme usulüne bağlı olduğu soruşturma dosyasından açık bir şekilde anlaşılan işlemlerde ön ödeme ya da uzlaştırma veya seri muhakeme usulü uygulanmadan düzenlenmiş olan ihtarnamenin Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar kılınması gereklidir. Yine soruşturma ya da kovuşturma yapılması izne ya da talebe bağlı olan suçlar da izin alınmadan ya da talep olmadan düzenlenmiş olan iddianamenin Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine dair karar kılınması gereklilik teşkil eder. Suçun hukuki nitelendirilmesinden kaynaklı olarak iddianame iade edilemez. En geç 15 gün sonunda iade edilmemiş olan iddianame kabul edilmiş sayılır. Cumhuriyet Savcısı iddianamenin iadesinin üzerine karar içerisinde belirtilmiş olan eksiklikleri tamamladıktan ve hatalı hususları düzelttikten sonra kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesini gerekli kılan bir durumu mevcut olmaması durumunda tekrardan iddianame düzenlemek suretiyle dosyayı mahkemeye gönderir. İlki karar içerisinde söz konusu olmayan nedenlere dayanılarak yeniden iddianamenin iadesi yoluna gidilmesi durumundan bahsetmek mümkün olmaz. İade kararına karşı Cumhuriyet Savcısına itiraz edilme durumu söz konusudur.
Takipsizlik Kararı Nedir?
5271 sayılı yeni ceza muhakemesi kanununun kabul edilmesinden önce mevcut olan 1412 sayılı ceza muhakemesi usul kanununun 164. maddesi içerisinde Cumhuriyet Savcısı konumunda yer alan kişinin soruşturma aşamasında vermiş olduğu takibata yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı düzenlendi esnada 165. ve devamı maddelerinde ise karara karşı itiraz usulü Düzenleme bulmuştur. Sonra yürürlüğe giren yeni 5271 sayılı ceza muhakemesi kanunu ile değişikliğe uğrayan bu kurum kovuşturmaya yer olmadığına dair karar olarak değişime gitmiştir. Bununla birlikte ceza muhakemesi kanununun 172. maddesi içerisinde düzenlenmiştir. Ceza muhakemesi kanununun 173. maddesi içerisinde bu karara karşı itiraz usulüne yer verildiğinden bahsetmemiz mümkündür.
Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar Yani Takipsizlik Kararı Verilecek Haller Nelerdir?
Takipsizlik kararı yani kovuşturmaya yer olmadığına dair karar Cumhuriyet Savcısı’nın soruşturma evresi içerisinde şüphelenmiş olduğu kişiye karşı suç isnadında bulunmayacağını ve kovuşturma yetkili konumda yer alan makamın kovuşturmaya başlamayacağına ilişkin yazılı bir işlem olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki Cumhuriyet Savcısı soruşturma evresinde şüphelenmiş olduğu kişiye karşı bir suç isnadında bulunmayacağına dair karar kılmış ise ve kovuşturmaya yetkili konumda yaralan makamın kovuşturma işlemlerini başlatmayacağına dair bir durum söz konusu ise takipsizlik kararı ortaya çıkar.
Yürürlükten kaldırılmış olan eski ceza muhakemesi usul kanununun 164. maddesi içerisinde takipsizlik kararının verilmesinin mümkün olabilmesi için keyfiyetin takibi diğer görünmemesi ya da yeterli delilin mevcut olması koşulu aranmıştır. Ancak yeni yürürlüğe giren 5271 sayılı ceza muhakemesi kanunu ile birlikte yeterli şüphe Doğuracak diyeli ulaşılmaması ya da kovuşturma imkânı mevcut olması durumunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilebileceği hükme bağlanmıştır. Eski kanun hükümleri döneminde Cumhuriyet Savcısı’nın takdir yetkisi kamu davasının açılması için yeterli delil olup olmadığı ile ilgili olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte yeni yürürlüğe girmiş olan 5271 sayılı ceza muhakemesi kanunu ile eski kanunun aksine kamu davasının açılması zorunluluğuna bir istisna getirilmiştir. Öyle ki yeni yürürlüğe giren 5271 sayılı ceza muhakemesi kanunu ile 171. madde içerisinde Cumhuriyet Savcısını takdir yetkisi tanınmıştır.
Takipsizlik Kararında Yeterli Şüphe Elde Edilememesi Nedir?
Takipsizlik kararının verilmesinde yani kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın verilmesi durumunda önem teşkil eden durum yeterli şüphe elde edilmemesidir. Burada ilk olarak şüphelinin ne olduğu ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiş mümkündür. Şüpheli bir tercihte bulunma ile ilgili olarak tereddütte kalınması birçok seçeneğin arasında hangisinin doğru olduğunun kesin bir şekilde Tespit edilememesi halidir. Öyle ki burada şüphe suçun işlenip işlenmediğine dair mevcut bir Tereddüdün olmasıdır. Ceza muhakemesi hukuku açısından şüpheli soruşturma ve kovuşturma evresi içerisinde suç isnadına dair deliller ile savunmaya dair deliller yetkili makamlar tarafından eşit bir şekilde görülüyor olması ve kesin bir sonuca varılmamasından ibaret olmaktadır. Öyle ki buradaki delillerin önemi ise suç şüphesinin kuvvetine belirliyor olmasıdır. Ceza muhakemesi kanununun 160 inci maddesinin ilk fıkrası ihbar üzerine veya farklı bir şekilde suç işlendiğinden haber alan Cumhuriyet Savcısı dava açılmasının gerekip gerekmediğini değerlendirmek amacıyla derhal gerçek durumu araştırmaya başlayacağını yer vermiştir. Öyle ki bu durum ile soruşturmaya başlamanın şartı olarak belirtilmiş olan bir suçun işlendiği izlenimini veren halden anlaşılması gereken suç şüphesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada şüphelinin en temel hali kabul edilen basit şüphe elimin soruşturula bilir bir nitelikte olduğunu göstermektedir. Şüpheli ya da sanık ile ilgili olarak aramaya da hayır ceza muhakemesi kanununun 116. maddesi içerisinde mevcut olan makul şüphe ibaresi adli ve önleme aramaları Yönetmeliği içerisinde mevcut olan altıncı maddede hayatın akışına göre somut olaylar karşısında genellikle duyulan şüphe olarak tanımlama bulmuştur. Bununla birlikte 6526 sayılı kanun hükümleri ile ceza muhakemesi kanununun 116. maddesinin içerisinde yer verilen makul şüphe ibaresi yerine somut delillere dayalı kuvvetli şüpheye dair ibare söz konusu olmuştur. Kuvvetli şüphe ise sanık konumunda yer alan kişinin elde edilmiş olan deliller çerçevesinde söz konusu olacak yargılama neticesinde mahkûm olma olasılığının kuvvetle muhtemel olmasına karşılık gelmektedir. Ancak 6572 sayılı kanun hükmü ile ceza muhakemesi kanununun 116. maddesinde somut delillere dayalı kuvvetli şüphe ibaresi tekrar makul şüphe olarak değişime gidilmiştir. Ceza muhakemesi kanununun 172. maddesi içerisinde birinci fıkra bakımından soruşturma aşamasının neticelenmesinde Cumhuriyet savcısının dava açmak için yeterli şüphe ortaya çıkaracak delile ulaşamaması halinin mevcut olması durumunda kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın verilmesi gerekli olmaktadır. Üzerinde durulması ve son ulaştırılması gerekli olan en önemli durum yeterli şüphe mevcudiyetinin saptanmasıdır. Cumhuriyet Savcısı tarafından başlatılmış olan soruşturma dâhilinde suça konu teşkil eden eylemden kaynaklı olarak şüpheli konumunda yer alan kişi ile ilgili cezai hükmedilmesi ihtimalinin beraat kararı verilmesi ihtimalinden daha fazla olması halinde yeterli şüphenin mevcut olduğu kabul görmesi gerekir. Ceza muhakemesi kanununun 173. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde iddianame düzenlenmesinin mümkün olabilmesi bakımından suçun işlenmiş olduğuna dair yeterli şüphe ortaya çıkaran delil koşuluna yer verilmesine rağmen ceza muhakemesi kanununun 172. maddesinin birinci fıkrası içerisinde takipsizlik kararının verilmesi için kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil koşulunun yer alması Kanunu’nun kavram Birliği’nin bozulması neticesi sebebiyle eleştiriye açık olmaktadır.
Burada takipsizlik kararının verilmesi bakımından yani kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi bakımından yeterli şüphe elde edilememesi durumunun önem teşkil ettiğinden bahsettik. Bununla ilgili olarak etkin soruşturmaya dâhil hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Soruşturma evresi içerisi neticesinde Cumhuriyet Savcısı‘nın yeterli şüphe meydana getirecek delille sahip olmamasından kaynaklı olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermesi mümkün olabilmesi bakımından imkân dâhilinde ki delillerin toplanıyor olmasa tüm inceleme ve araştırmaların yapılması etkin soruşturma yürütülmesi gerekli olmaktadır. Burada bahsetmiş olduğumuz etkin bir soruşturma içerisinde yeterli şüphe oluşturacak delilin mevcudiyetine ilişkin bir değerlendirme yapılabilmesini etkin bir soruşturmanın mevcudiyeti söz konusu olmadan yeterli şüphe oluşturacak delilin varlığına dair bir değerlendirme yapılması mümkün dâhilinde değildir. Etkin soruşturmanın yürütülmesi aynı anda yargılamanın tek celse içerisinde mi makul sürede neticelendirilmesinin ön koşulu olarak karşımıza çıkmaktadır. Soruşturma evresi içerisinde Cumhuriyet Savcısı’nın etkin soruşturma yürütülmesi sorumluluk Avrupa insan hakları Sözleşmesi içerisinde mi ek protokollerin de yer almamaktadır. Bunun yanı sıra Avrupa insan hakları sözleşmesinin ikinci maddesinde düzenlenmiş olan yaşam hakkına dâhil mi insan hakları sözleşmesinin üçüncü maddesinde düzenlenmiş ulan işkence sana dair başvurular kapsamı içerisinde Avrupa insan hakları Mahkemesi içtihatları doğrultusunda sözleşme kapsamına dâhil bir şekilde meydana gelmiştir. Avrupa insan hakları Mahkemesi’nin ilk kararında sözleşmenin ikinci maddesinin ihlal edildiği belirtilmiş etkin soruşturma sorumluluğuna dair saptama yapılmasına rağmen bu bakımdan inceleme yapılmamıştır. Aferin sınavları Mahkemesi’nin etkin soruşturma sorumluluğunun ihlal gerekçesi ile bir hakkın işleyenin saptandığı ilk dava sözleşmenin üçüncü maddesi içerisinde düzenlenen işkence yasağının ihlaline ilişkin olan davadır. Etkin bir soruşturmanın yürütülmesi mümkün olması açısından soruşturmayı yürüten ile şüpheli konumunda yer alan kişi arasında hiyerarşik bir ilişkinin mevcut olması veya aralarında iş ilişkisinin mevcut olmaması soruşturmaya sebep olan olayda ismi dâhil tüm kişilerin ifadelerinin alınması tüm delillerin usule uygun bir şekilde toplanması ve korunması önem teşkil etmektedir. Bu bakımdan adalet Bakanlığının insan hakları ihlallerine dair yayınlamış olduğu genelge içerisinde insan hakları ihlali işkence ve kötü muamele iddialarına da hayır mevcut olan Soruşturmalar kolluk kuvvetlerine bırakılmayarak bizzat Cumhuriyet başsavcısı veya onun görevlendirilmiş olacağı bir Cumhuriyet Savcısı tarafından yürütülmeli şeklinde düzenlenmiştir. Etkin bir soruşturmanın sorumluluğu Avrupa insan hakları sözleşmesinin ikinci ve üçüncü maddelerinde kurulmuş olan haklardan birinin ihlal edildiğine dair iddia mevcudiyeti veya ihlal şubesinin yetkili konumda yer alan mercilerce kendiliğinden öğrenilmiş olması durumunda suçun faili konumunda yer alan kişinin cezalandırılmasına ve eylemin saptanmasına dair olarak bağımsız organlar tarafından hızlıca başlanan makul süre içerisinde bitirilmiş olan ve kamunun denetimine açık bir şekilde yürütülmüş olan araçsa bir yükümlülük olarak karşımıza çıkmaktadır. Avrupa insan hakları Mahkemesi kararlarının içerisinde etkin soruşturma yürütüldüğü kabul edilmesinin mümkün olabilmesi bakımından resmi bir soruşturmanın başlatılıyor olmasıdır soruşturmanın kamuoyunun erişimine mümkün olduğu kadar açık bir nitelik taşıması soruşturmanın suça karışan şahıslardan bağımsız bir makam tarafından yürütülmesi soruşturmanın hızlı bir şekilde ve özenle meydana getirilmesi ile soruşturmanın ihlali hususunu gerçekleştirenleri tespit edebilecek düzeyde olması öyle ki delilleri ve sorumluları saptayabilecek nitelikte olması gereklilik teşkil etmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin kararı içerisinde yürütülmüş olan soruşturmanın yeterli bir şekilde kamunun denetimine açıklık taşımadığı yaşamını yitiren kişinin akrabalarının haklarını korumak bakımından süreci yeteri kadar katılmalarının sağlanmadığımı sonucunda etkin soruşturma yürütülmediği nedeniyle hak ihlali kararı söz konusu olmuştur. Anayasa Mahkemesi’nin kararı içerisinde soruşturma evresinde etkin soruşturma yürütülmesinden kaynaklı olarak hak ihlalinin mevcut olduğuna dair karar kılınmıştır.
Burada bazı kararlara yer vermemiz mümkündür. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 24 kişinin yaşamını yitirdiği gibi bir sonuç doğuran olay ile ilgili olarak Van Cumhuriyet Başsavcılığı‘nın ilk soruşturma içerisinde değerlendirdi hususlar ile başvurucu konumunda yer alan kişilerin şikâyet konusu yapmış olduğu durumlar hakkında herhangi bir değerlendirme yapmadan görevi kötüye kullanma ya da hayır iddiaların somut bilgi ve belgeleri dayanmamış oldu ilgili konumda yer alan kişiler bakımından suç meydana getiren ve ön inceleme yapılmasını gerektirecek bir durumun mevcut olmamasından kaynaklı olarak şikâyetin işleme konulmamasına karar vermiştir. Başsavcılık başvurucu konumunda yer alan kişilerin iki deprem arasında yetkili konumda yer alan kişiler tarafından hasar tespitinin yapılmamış olması ve diğer idari tedbirlerin alınmamış olmasından kaynaklı olarak ölüme sebep olma temel şikâyetine dair hasar tespiti ve hasarlı binalara girmenin engelleniyor olması ile ilgili olarak yetkili konumunda yer alan kişileri ne tür işlemler yapıldığını ortaya koyacak delil ve değerlendirmeleri yar vermeksizin soruşturma açılması isteğini işleme koymamıştır. Başsavcılığı tarafından bu hususta soruşturma izni verilmemiş olması gibi bir kararın verilmesi durumunda söz konusu karar itiraz ile denetimden geçebilecekken Başsavcılığın vermiş olduğu karar soruşturmanın sürdürülmesine yönelik isteğin bir itiraz mercii tarafından incelenmesine engel teşkil etmiştir. Yürütülen soruşturmanın etkililiği değerlendirilmeye alındığında göz önüne alınacak hususlardan bir diğeri yürütülen soruşturma ya başvurucu konumunda yer alan kişilerin soruşturma açıklığını temin edecek ve meşru menfaatlerini korunmasına mümkün kılabilecekleri bir şekilde dâhil alabilmeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Başvuru konusu olayda Danıştay birinci dairesi yakınlarını kaybetmiş olan kişilerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı‘nın işleme koymama kararına yapmış oldukları itirazı 4483 sayılı kanun hükümleri içerisinde Cumhuriyet başsavcılıklarının bu kararlarına karşı herhangi bir itiraz yolu öngörmemiş olduğundan dolayı incelemeksizin reddetmiştir. Başvurucuların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı‘nın işleme koyma kararına karşı itiraz etmeleri mümkün bir mercii bulunmamaktadır. Böyle bir durumda bu kişiler ile ilgili olarak yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının açık nitelik taşımamasından kaynaklı olarak soruşturmanın etkili olmasından bahsedilemeyecektir. Bununla birlikte Avrupa insan hakları Mahkemesi bir davada başvuranın yakın akrabalarının sadece dosya üzerinden inceleme yapan itiraz mercilerine itirazda bulunması mümkün olmuş olanların mağdur konumunda yer alan kişilerin meşru faydalarının korunması bakımından söz konusu soruşturmadaki eksiklikleri gideremeyeceğine dair karar kılmıştır. Bundan kaynaklı olarak etkili ve caydırıcı bir ceza soruşturmasının yürütülmediği anlaşıldığından anayasanın 17. maddesi hükmünde yer alan yaşama hakkının usulü boyutunun ihlal edildiğinin kabulü gerekli olmuştur.
Öyle ki Yargıtay ceza daireleri de mevcut karardır içerisinde soruşturma evresinde etkin soruşturmanın yürütülmesinin gerekli olduğunu vurgulamışlardır. Yargıtay bir karar içerisinde etkin soruşturma söz konusu olmadan yetersiz araştırma ve yetersiz gerekçe ile verilmiş olan kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yani takipsizlik kararına dair itirazın kabulüne karar verilmesi gerekli olan itirazın reddine karar verilmesi hukuka aykırıdır gerekçesini sunmuştur. Böylelikle etkin soruşturma yürütmeden verilmiş olan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına karşı kanun faydasına bozma kararı verilmesi durumu söz konusu olmuştur. Yargıtay yine bir karar içerisinde incelenmiş olan dosyada müşteki konumunda yer alan kişilerin vekillerinin şikâyeti üzerine başlamış olan soruşturmada şüpheli konumunda yer alan kişilerin müştekilere dair hakaret teşkil eden yazıların mevcut olduğunu bildiren dosyalar getirtilip içerikleri incelenmeden şüpheli konumunda yer alan kişi isnat edilen hakaret iddiasını iptal bir savunma dokunulmazlığı kapsamı içerisinde kalmış olduğunun belirlendiği bundan kaynaklı olarak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından etkin soruşturma üretilmedi durum böyle olduğundan kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yani takipsizlik kararına karşı yapılan itirazın kabul edilmesi yerine reddine karar verilmesinin hukuka aykırı gördüğü gerekçeyle kanun yararına bozmaya karar kılmıştır. Yine bir Yargıtay kararında olayla ilgili olarak Avrupa insan hakları Mahkemesi’nin kararları içerisinde düzenlendiği şekliyle etkin soruşturma yapılmadı yolun yapımında sorumlu kuruluşun ve trafik işletmelerini yapma görevi içerisinde bulunan kişilerin araştırılmadı olay yerinde bilirkişi refakati ile inceleme yapılıp trafik işaret levhalarının mevcut olup olmadığı ve trafik güvenliği seyri için gerekli önlemlerin mevcut olup olmadığı yolun niteliklerinden dolayı küsur olup olmadığı yolun yapımı ile ilgili şirket veya kuruluş içerisinde mevcut olan kişilerin kaza-i etken davranışlarının söz konusu olup olmadığını araştırılmadığı ve bu konu ile ilgili olarak beyanlarına bu kişilerin başvurulmadığı yaşamını yitirenin kanında tespit edilen maddelerin hangi amaçla nasıl neden alındığının bu maddelerin kazanın neticesinde etki Edip etmediğini araştırılmadı Ümraniye Cumhuriyet Başsavcılığına verilmiş olan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar da yani takipsizlik kararında belirtilmiş olan eksikliklerin tartışılmadığı ve kaza içerisinde başka kişileri izafe edilmesi mümkün olabilecek bir üslup mevcut olup olmadığının gerekçeleri ile ilgilenmediğinden kaynaklı olarak etkin soruşturma görülmeden mevcut bir takipsizlik kararına dair kanun yararına bozma kararı verilmiştir.
Burada kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yani takipsizlik kararına ilişkin ceza sorumluluğunun kaldıran ya da azaltan sebeplerin bulunması ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Kusurunu ortadan kaldıran veya azaltan sebepler ile hukuk uygunluk sebepleri 5237 sayılı Türk ceza kanununun 24. maddeleri içerisinde ceza sorumluluğunun kaldıran veya azaltan sebepler başlığı altında düzenleme bulan hususlardır. Hukuka uygunluk nedenleri hukuka aykırılık unsurun ortadan kaldırmanın yanı sıra eğilimi normun amacına aykırı hale getirmemektedir. Öyle ki bu sebepler hukuka aykırı eylem gerçekleştikten sonra eylemin hukuka aykırılığını ortadan kaldırmayacaktır. Doğrudan doğruya eylemin hukuka uygun bir şekilde meydana gelmesini sağlar nitelik taşıyacaktır. Kusurlu ortadan kaldıran sebeplerin mevcut olması durumunda eylemin hukuka aykırılık niteliği devam edecektir. Ancak faili konumunda yaralan kişiyi ceza verilmeyecektir. Bundan kaynaklı olarak hukuk uygunluk sebeplerinin mi kusurluluğu ortadan kaldıran sebeplerin aynı başlık altında düzenlenmesi eleştiriye açık bir nitelik taşımaktadır. Hukuka uygunluk sebepleri ve kusurlu ortadan kaldıran sebeplere bağlanan hukuki neticeler de farklı nitelik taşımaktadırlar. Hukuka uygunluk sebeplerine mevcudiyetini söz konusu olması durumunda 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 223. maddesinin ilk fıkrası içerisinde beraat kararı verilecektir. Kusurlu ortadan kaldıran sebeplere mevcudiyetini söz konusu olması halinde 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 223. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince ceza verilmesine yer olmadığına dair karar kılınır. Hukuka uygunluk sebepleri ya da ceza sorumluluğunun ortadan kaldıran sebeplerden birinin mevcut olması durumunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilip verilmeyeceğinin anlaşılması önem teşkil etmektedir. Yasa Mahkemesi’nin kararları içerisinde soruşturmaya konu teşkil eder ona içerisinde ceza sorumluluğunun ortadan kaldıran veya azaltan sebeplerin mevcut olup olmadığı konusunda iddia makamı olan Cumhuriyet Savcısı’nın bir yetkisinde mevcut olmadığı buna daha iyi tespit ve değerlendirmenin yetkili konumdaki mahkeme tarafından yapılması gerekli olduğu ileri sürülmüştür. Bununla birlikte yine Yargıtay dokuzuncu ceza dairesi içerisinde söz konusu olan kararda ceza sorumluluğunun ortadan kaldıran veya azaltan sebeplerin mevcut olmaması şartıyla şüpheli konumunda yer alan kişinin baştan biri eylemlerinde kusursuz olması durumunda takipsizlik kararı verilebileceğini ileri sürmüş ve hükme bağlanmıştır. Bir diğer karar olan Yargıtay 12. ceza dairesi kararında kusuru durumunun her türlü şüpheden uzak kesin ve ikna edici bir şekilde tespit edilmesi açısından karayolları trafikten heyetinden teknik bilirkişi raporunun alınmasından sonra şüpheli konumunda yer alan kişinin hukuki durumunun tayini ve takdir gerektiği değerlendirilemeden söz konusu gerekçeli verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararı dair şekilde kanun yararına bozma kararı söz konusu olmuştur. Bu çerçevede ceza sorumluluğunun ortadan kaldıran sebeplerin mevcut olmaması nedeniyle her türlü kuşkudan uzak ve kesin bir şekilde şüpheli konumunda yer alan kişinin eylemin de bir kusurun mevcut olmadığının saptanması halinde Cumhuriyet Savcısı kovuşturmaya yer olmadığına dair karar kılması mümkün nitelik taşıyabilir. Mevcut olan bir görüş içerisinde taksirli suçlar açısından şüpheli konumunda yer alan kişinin kusursuzluğunun saptanması halinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinin mümkün olabileceği gibi açık bir şekilde hukuk uygunluk sebeplerinin mevcut olması halinde de ceza muhakemesi kanununun 172. maddesinin birinci fıkrası bakımından kovuşturma imkânı mevcut olmaması sebebiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesini gerekli olduğu haklı savunmanın mevcut olduğu bir durumda eylemin suç teşkil etmedi bundan kaynaklı olarak da soruşturma ve kovuşturma yapılmayacağı belirtilmiştir. Kovuşturma olunanın mevcut olması şartı yalnızca muhakeme koşulları ile sınırlı bir nitelik taşımaktadır. Yargıtay şüpheli konumunda yer alan kişinin kusurunun mevcut olmadığı durumlarda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesini hukuka uygun bir nitelik olarak kabul etmiştir. Mevcut olan kararda kovuşturma imkânının söz konusu olmaması kapsamı içerisinde olduğu düşünülmesi gerekir. Böyle bir durumda suç veya suç unsuru taşımayan bir eylemden kaynaklı olarak soruşturma ve kovuşturma yapılmayacağı aynı durumda eylemini kuka uygun olması durumunda da suç meydana gelmediği için soruşturulması ile kavuşturulmasından imkân dâhilinde olmadığı ve kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesini gerekli olduğu ileri sürülmüştür. Farklı bir görüş içerisinde Cumhuriyet Savcısı’nın 5237 sayılı Türk ceza kanununun 24. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan hukuka uygunluk nedenlerinin mevcut olması durumunda eylemin suç teşkil etmediği göz önünde alındığında kovuşturmaya yer olmadığı kararı veremeyeceği görüşü kişi hürriyetine ve masumiyet karinesine aykırılık teşkil edeceğine yer verilmiştir. 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin ilk fıkrası içerisinde kamu davası açılmasının Cumhuriyet Savcısı’nın takdirinde olduğu şahsi cezasızlık sebeplerinin veya etkin pişmanlık durumlarının söz konusu olması halinde kamu davası açılır ise 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 223. maddesinin dördüncü fıkrası gereğince ceza verilmesine yer olmadığı kararı kılınabilir. Ceza verilmesine yer olmadığı kararının kılınması öngörülmüş olan söz konusu hallerde bile kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi mümkün iken 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 223. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde yaralan beraat kararı verilmesi öngörülen fiili hukuka aykırı olmaktan çıkarmış olan hukuka uygunluk sebeplerinin mevcut olması hallerinde takipsizlik kararının verilmesi gereklilik teşkil etmektedir. Bu kararın gerekçesi içerisinde hukuka aykırılıktan söz edilemeyeceği için 5237 sayılı Türk ceza kanununun 172. maddesinin birinci fıkrası bakımından yeterli şüphe Doğuracak delillere ulaşılamaması söz konusu olabilecektir.
Takipsizlik Kararında Kovuşturma Olanağının Bulunmaması Nedir?
5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 172. maddesinin birinci fıkrası içerisinde Cumhuriyet Savcısı soruşturma evresi neticesinde kamu davasının açılması bakımından kovuşturma olanağının mevcut olmaması durumunda kovuşturmaya yer olmadığı kararını kılacaktır. Öyle ki Cumhuriyet Savcısı soruşturma evresi neticesinde kamu davasını açmak için kovuşturma olanının mümkün olmasını sağlayacak durumların söz konusu olmaması halinde takipsizlik kararı verir. 5237 sayılı yeni Türk ceza kanunu kabul edilmeden önce yürürlükte olan 765 sayılı Türk ceza kanunu hükümlerinde böyle bir ifadeye yer verilmemiştir. 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun yürürlüğe girmesinden önce yürürlükte olan ceza muhakemesi usul kanununun 164. maddesinde keyfiyetin takibi değer görünmemesi şartı aranmaktadır ve dava koşullarının gerçekleşmemiş olması da bu koşulun içerisinde değerlendirilmektedir bu bakımdan kovuşturma imkânı mevcut olmaması koşulunun hangi hallerde söz konusu oldu tartışmalı bir nitelik taşımanın yanı sıra önem teşkil etmektedir. Mevcut olan bir görüş içerisinde ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin birinci fıkrasına göre kovuşturma imkânı mevcut olmamasından anlaşılması gereken dava koşullarının bulunmamasıdır. Muhakeme koşulları dava koşulları ve yargılama koşulları olarak ikiye ayrılması durumu söz konusu iken yargılama koşulu yargılamanın yapılmasını mümkün olabilmesi bakımından aranan koşulları ifade etmektedir. Dava koşulları ise davanın açılmasına engel teşkil eder nitelik taşımaktadır. Şikâyet, izin, dava süresi, yeni delil söz konusu olmaması derdesttik ön ödeme ve uzlaşma dava koşulları içerisinde yer almaktadır. Farklı bir görüş içerisinde maddi hukukta düzenlenmiş olan suça tesir olan nedenler ve davayı düşüren sorumsuzluk nedenleri ile muhakeme hukuku içerisinde düzenleme bulan dava düşmesi nedenleri kovuşturma imkânının mevcut olmadığı hallerdir. Ceza sorumsuzluğunun mevcut olması halinde bu kapsam içerisinde yer almaktadır. Böyle bir durumda eylem suç meydana getirmenin yanı sıra soruşturma koşulu mevcut olmaktadır. Öyle ki soruşturmaya başlamaya ya da devam etmeye dair engel söz konusu olmaktadır. Engelin kalkma olasılığı mevcut ise soruşturma durdurulmalı eğer engelin kalkma ihtimali mevcut değilse soruşturmaya devam edilmemesi gerekçe gösterilmeksizin suretiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı kılınmalıdır. Ancak uygulama içerisinde koşulların gerçekleşmesine kadar beklenirmiş olduğu ve herhangi bir karar verilmemiş olduğu ileri sürülmüştür. Şüpheli konumunda yer alan kişinin akıl hastası niteliği taşıması ya da eylemin hukuki anlam ve sonuçlarını algılanması mümkün olmayan veya davranışlarını yönlendirme imkânı yeteri kadar gelişmemiş olan suça sürüklenmiş olan çocuk olması durumunun söz konusu olması halinde bu eylemden kaynaklı olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararının verilmesi gibi bir durumdan bahsedilmesi mümkün olamaz. Şüpheli konumunda yer alan kişi veya suça sürüklenen çocuk ile ilgili olarak suç isnadına mevcut olmasının yanı sıra ceza yerine güvenlik tedbiri talebi içermiş olan bir iddianame düzenlenmesi gerekli olmaktadır. Ceza muhakemesi hukuku içerisinde suçladı hayır kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmek suretiyle yalnızca güvenlik tedbiri talibi içeren bir dava açılması usulünün mevcut olmadığını söylemek gerekmektedir.
Dava Şartlarının Gerçekleşmemesi Nedir?
Suçun işlenmesin yanı sıra cezalandırılmasının mümkün olabilmesi hukuka kavram olarak meydana gelmektedir. Cezalandırıla bilirlik hukuki kavramı devleti cezalandırma yetkisi verirken bununla birlikte suçun faili konumunda yer alan kişiyi cezalandırıla bilir kılmaktadır. Suçun işlenmesinden sonra esas olan durum yetkili ve görevli makamlar tarafından mahkemenin başlatılıyor olmasıdır. Ancak bazı durumlarda çeşitli suç ve ceza politikalarından kaynaklı olarak muhakeme eylemleri bir takım koşullara bağlanır nitelikte şey bilmektedir. Soruşturma ve kovuşturma imkânlarının objektif özelliklere sahip olmasa objektif cezalandırılabilmesi koşullarıyla benzer nitelik gösterse bile aslında önemli farklılıklar söz konusu olmaktadır. Soruşturma ve koşturma koşullarının aranmış olduğu suç tipleri içerisinde faili konumunda yer alan kişilerin cezalandırılması mecburiyeti suç işlendikten sonraki bir şarta bağlı iken objektif cezalandırılabilmesi koşulları çoğu halde suçun meydana geldiği anda mevcut olan veya suçun işlenmesi ile ortaya çıkan olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Soruşturma ve kovuşturma koşullarının maddi hukukun mu ya da usul hukukunun mu kapsam içerisinde olduğuna dair tartışmaların mevcudiyeti söz konusudur. Bu tartışmalar içerisinde bir görüş suçun faili konumunda yer alan kişinin cezalandırma olanı mevcut olmadığından kaynaklı olarak maddi ceza hukuku kapsamı içerisinde mevcut olduğunu ileri sürmektedir. Farklı bir görüş içerisinde bir kurumun maddi hukuk kapsamında mı yoksa muhakeme usulü kapsamı içerisinde mi olduğunun saptanması hukuki mahiyetinden hareket ile yapılması gereklilik teşkil etmektedir. Bu saptama özellikle zaman açısından uygulama bakımından ortaya çıkması mümkün olabilecek sorunların çözümünde önem teşkil etmektedir. Bundan kaynaklı olarak soruşturma ve kovuşturma koşullarına dair düzenlemeler kanlı hükümleri içerisinde nerede yer aldığı önem teşkil etmeden muhakeme hukuku kapsam içerisinde değerlendirilmesi gereklilik teşkil etmelidir. Bununla birlikte bu hususlar derhal uygulanmalıdır. Burada dava şartlarının gerçekleşmesi ile ilgili olarak şikâyet, izin, talep, müracaat, derdesttik ve kesin hüküm, uzlaşma, ön ödeme gibi hususlardan bahsetmemiz mümkündür.
İlk olarak şikâyetle ilgili olan hususlardan bahsedebiliriz. Şikâyet suçtan zarar görmüş olan kişinin faili konumunda yer alan kişinin cezalandırılmasını talep ettiğini ileri sürmesidir. Öyle ki suç meydana getiren eyleme soruşturulması ve kavuşturulması talep ile bağlılık teşkil etmemektedir. 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 163. maddesi bakımından suçun işlenmiş olduğunu öğrenen Cumhuriyet Savcısı kendiliğinden soruşturma başlatacaktır. Bununla birlikte takibi şikâyete bağlı suçlar açısından bu kurala istisna getirilmiş olmaktadır. Şikâyet koşulunun meydana gelmemesi suç teşkil ettiği iddia edilen fiili ilişkin muhakeme işlemlerinin başlatılmasını ve yürütülmesine engel olmaktadır. Maddi ceza hukuku kurumları ile benzer nitelikte şu an hallerinin mevcut olması durumu söz konusu olsa da hukuki özelliğini belirleyen temel koşullarının muhakeme okuyucu kaynaklı olmasından kaynaklı olarak şikâyet muhakeme hukuku kurumu olarak kabul görmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 73. maddesinin ilk fıkrası içerisinde şikâyet hakkına sahip olan kişi soruşturulma ve kovuşturma yapılması şikâyete tabi nitelik taşıyan suçtan kaynaklı olarak altı aylık süre içerisinde şikâyet hakkını kullanmadı durumda soruşturma ve kovuşturma yapılması durumundan bahsedilmesi mümkün olamayacaktır. Bu bakımdan suçtan zarar gören kişinin altı aylık şikâyet süresinin geçmesinden sonra suç meydana getirdiğini ileri sürdüğü eyleme dair şikâyette bulunması durumunda Cumhuriyet Savcısı tarafından kovuşturma olanağının mevcut olmadığı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar kılınması durumu söz konusu olacaktır. Burada dava şartlarının gerçekleşmemesi ile ilgili olarak şikâyetle ilgili olan hususlardan bahsettik burada bahsedilmesi gereken bir diğer husus izindir. İzin yetkili makamın kamu davası açılmasında kamu faydası mevcut olup olmadığına dair yapmış olduğu irade açıklaması olarak karşımıza çıkmaktadır. İzin koşulu bazı suçlar açısından öngörülmesi mümkün olabileceği gibi bazı kamu görevlileri açısından da öngörülmesi mümkün nitelik taşımaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 299. maddesi içerisinde mevcut olan cumhurbaşkanına hakaret, 5237 sayılı Türk ceza kanunu 301. maddesi içerisinde mevcut olan Türk milletini Türk cumhuriyeti devletine devletin kurum ve organlarını aşağılama suçlarında mevcut olduğu gibi Eylem ya da memur suçların da söz konusu olduğu gibi faili konumunda yer alan kişi esas alınarak izin kurşunla bağlanması durumu söz konusu olmaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişi esas alan izin koşuluna anayasanın 129. maddesinde düzenlenmiştir. Öyle ki anayasanın 129. maddesinin altıncı fıkrasına göre memurlar ve diğer kamu görevlisi konumunda yer alan kişilerin Gerçekleştirmiş oldukları iddia olunan suçlardan kaynaklı olarak kovuşturma yapılması kanunu kimle içiyorsun öngörülmüş olan istisnalar dışında kanunun kimler içerisinde belirtilmiş olan yetkili makamın iznine bağlı teşkil etmektedir. Bu bakımdan 4483 sayılı memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yargılanması ile ilgili olarak mevcut olan kanun bakımından memur ve diğer kamu görevlilerinin görevi suçlarına dair yetkili mercilerin izin vermemesi durumunda kovuşturma imkânı söz konusu olmamasından kaynaklı olarak takipsizlik kararı söz konusu olacaktır. Eğilimi esas alan izin koşulunda ise izni soruşturma izni mi yoksa kovuşturma izni mi olduğunun belirlenmesi önem teşkil etmektedir. Cumhurbaşkanına hakaret suçunu yer vermiş olan 5237 sayılı Türk ceza kanunun 299. maddesi içerisinde söz konusu olan üçüncü fıkrada bu suçtan kaynaklı olarak kovuşturma üretilmesinin adalet bakanının iznine bağlı olduğu ileri sürülmüş tür. Bu bakımdan Cumhuriyet Savcısı tarafından soruşturma Yürütülecek ve dosya tamamlanmasından daha sonra şüpheli konumunda yer alan kişinin üzerine atılı cumhurbaşkanına hakaret suçunu işlediğine dair yeterli nitelik taşıyan şüphe Doğuracak diliyle ulaşılmış olduğu kanaatine vurulması durumunda adalet Bakanlığından kovuşturma izni talep edilmesi durumu söz konusu olacaktır. İzin verilmesi halinde söz konusu olması durumunda kamu davası açılması durumu karşımıza çıkabilecek aksi durumda kovuşturma imkânı mevcut olmamasından kaynaklı olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilecektir.
Türk milletine, Türkiye cumhuriyeti devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama ya da hayır 5237 sayılı Türk ceza kanununun 301. maddesi içerisinde beşinci fıkrada bu suç ile ilgili olarak soruşturma yapılmasına adalet bakanının iznine bağlı olduğuna dair hüküm söz konusu olmaktadır. Böyle bir durumda suç isnadına dair Ön inceleme talep edilmiş olan kişinin eylemine dair adalet bakanlığı tarafından soruşturma izni istenecektir. Burada soruşturma izni verilmiş olmuş durumunun söz konusu olması halinde Cumhuriyet Savcısı tarafından soruşturmaya başlanacak aksi bir durumun söz konusu olması durumunda ise evrak işlemden kaldırılacaktır.
Kovuşturma imkânının bulunmaması yani takipsizlik olanağının bulunmaması ile ilgili olarak dava şartlarının gerçekleşmemesi hususunda şikâyet ve izinle ilgili olan hususlardan bahsettik. Burada dava şartlarının gerçekleşmemesi ile ilgili olarak bahsedilmesi gereken bir diğer durum taleptir. Devletin söz konusu olan bazı tür suçlar da savcılığasın dava açmasına zorunlu olmasını sağlayacak şekilde ilgili merciler vasıtasıyla yapmış olduğu şikâyete talep denir. Öyle ki talep yetkili merciin şikâyeti olarak karşımıza çıkar. İlgili makam ise kural olarak adalet bakanlığı olarak karşımıza çıkmaktadır. Şikâyet kurumundan mevcut farklılığı kamu davası açma zorunluluğu, süreyle sınırlılık teşkil etme işi ve geri alınmasına mümkün olmamasıdır.
Kovuşturma olanağının bulunmaması ile ilgili olarak dava şartlarının gerçekleşmesinde bahsedilmesi gereken bir diğer durum karardır. İzin koşuluna benzer nitelik taşıyan bir diğer kovuşturma şartı karardır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 67. maddesi bakımından zamanaşımına durduran bir sebep olarak öngörülmüş olan karar şartının ilk örneği anayasanın 83. maddesi içerisinde düzenleme bulmuş olan yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararı olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki milletvekili ile ilgili olarak kovuşturma yasanın Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kaldırılmasına dair karar kovuşturma koşulu olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi genel kurulu tarafından yaşamın dokunulmazlığının kaldırılması dair karar kılınmış olması durumu söz konusu olursa anayasanın 83. maddesi içerisinde söz konusu olan kovuşturmaya yasağı içerisinde değerlendirilmiş olan usul işlemleri değerlendirme durumu söz konusu olabilir.
Kovuşturma olanağının bulunmaması yani takipsizlik kararının verilmesi imkânının olmaması ile ilgili olarak ile dava şartlarının gerçekleşmesi hususunda şikâyet, izin, talep ve karar ile ilgili hususlardan bahsettik. Burada bahsedilmesi gereken bir diğer durum müracaattır. Müracaat suçları içerisinde devletin ilgili makamları ile kamu davası açmanın zorunlu olmasına gerekli kılmayacak şekilde yapmış olduğu şikâyettir. 6362 sayılı Sermaye piyasası kanunu hükümleri içerisinde yer alan 115. madde ile 5411 sayılı bankacılık kanununun 162. ve 1211 sayılı Türkiye cumhuriyeti Merkez Bankası kanununun 68. maddesi bu konu ile ilgili olarak örnek teşkil edebilir. İlgili konuda yılan makamın müracaatı söz konusu olmadan suça neden olan file dair Cumhuriyet Savcısını soruşturma yürütme imkânı söz konusu olmamaktadır. Müracaat şartının talepten farklı müracaat üzerine Cumhuriyet Savcısı tarafından kamu davası açma zorunluluğunun mevcut olmaması durumu söz konusu iken şikâyetten farkı ise süreye bağlı olmayışı ve geri alınamayacak olmasıdır. Öyle ki talep söz konusu iken talepte Cumhuriyet Savcısı tarafından kamu davası açma zorunluluğu söz konusu olmaktadır. Şikâyet değilse süreye bağlılık teşkil etmektedir ve geri alınabilmektedir. Burada müracaat durumunda Cumhuriyet Savcısı tarafından kamu davası açmak zorunlu söz konusu değildir ve süreye bağlı olmamakla birlikte geri alınması durumdan bahsetmek mümkün değildir.
Kovuşturma olanağının bulunmaması yani takipsizlik kararının verilmesi imkânının olmaması ile ilgili olarak ile dava şartlarının gerçekleşmesi hususunda şikâyet, izin, talep, karar, müracaat ile ilgili hususlardan bahsettik. Burada bahsedilmesi gereken bir diğer durum derdesttik ve kesin hükümdür. Dava şartlarının gerçekleşmesinde derdesttik ve kesin hüküm 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 223. maddesinin yedinci fıkrası içerisinde aynı sanık ile ilgili olarak aynı eylemden kaynaklı olarak daha önce verilmiş olan bir cezanın veya derdest bir davanın mevcut olması durumunda davanın reddine karar verileceğinin ileri sürülmesi ile karşımıza çıkmaktadır. Soruşturma evresi içerisinde aynı şüpheli ile ilgili olarak aynı olaydan kaynaklı olarak önceden kesinleşmiş hüküm söz konusu olmaması ya da açılan bir dava söz konusu olmaması durumunda Cumhuriyet Savcısı tarafından kovuşturma olanağının mevcut olmamasından kaynaklı olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararını vermiş durumu söz konusu olacaktır.
Kovuşturma olanağının bulunmaması yani takipsizlik kararının verilmesi imkânının olmaması ile ilgili olarak ile dava şartlarının gerçekleşmesi hususunda şikâyet, izin, talep, karar, müracaat, derdesttik ve kesin hüküm ile ilgili durumlardan bahsettik. Burada bahsedilmesi gereken bir diğer durum uzlaşmadır. Dava şartlarının gerçekleşmemesi ile ilgili olarak uzlaştırma içerisinde söz konusu olan bir suçtan kaynaklı olarak başlatılmış olan soruşturma kapsamında dava açmak için yeterli şüphe meydana getirecek dileğiyle ulaşılmış eğer şikâyete tabi bir suçu mevcudiyeti söz konusu ise şikâyet koşulu aranıyorsa dava koşulları gerçekleşmiş ise uzlaştırma bürosuna göre yapan Cumhuriyet savcı tarafından görevlendirilen uzlaştırmasının şüpheli konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak iddianame düzenlemesini önlemeye yönelik şüpheli ve suçtan zarar gören kişinin anlaşmalarını sağlamak şekliyle uyuşmazlığın yargı dışı bir yöntemle çözümlenmesine amaçlayan bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Ceza muhakemesi içerisinde uzlaştırma Yönetmeliği söz konusudur. Ceza Mahkemesi uzlaştırma Yönetmeliğinin dördüncü maddesi içerisinde uzlaştırma kurumu uzlaştırma içerisine giren bir suçtan kaynaklı olarak şüpheli ya da sanık ile mağdur, suçtan zarar gören ya da kanuni temsilcisinin kanun ve bu yönetmelik içerisinde kusuru esaslara uygunluk teşkil edecek şekilde uzlaştırmacı tarafından anlaştırılmaları suretiyle uyuşmazlığın giderilmesi süreci şeklinde tanımlama bulmuştur. 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 253. maddesinin birinci fıkrası içerisinde uzlaştırma kapsamında bulunan suçlar belirtilmiştir. Uzlaştırma Kurumu’nun hukuki niteliği itibari dava şartı karşımıza çıkmaktadır. Uzlaştırma hükümlerine tabi bir suç açısından Cumhuriyet Savcısı tarafından soruşturma başlatılmış durumun söz konusu olması halinde soruşturma yürütülür ve şüpheli konumunda yer alan kişinin suç işlediğine dair yeterli şüphe meydana getireceği delilin oluşması halinde müşteki ve şüpheli konumunda yer alan kişi uzlaştırma teklifinde bulunulur. Uzlaştırmanın sağlanması durumunda Cumhuriyet Savcısı bakımından kovuşturma olasılığının mevcut olmasından kaynaklı olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı verilir.
Kovuşturma olanağının bulunmaması yani takipsizlik kararının verilmesi imkânının olmaması ile ilgili olarak ile dava şartlarının gerçekleşmesi hususunda şikâyet, izin, talep, karar, müracaat, derdesttik ve kesin hüküm, uzlaşma ile ilgili hususlardan bahsettik. Burada bahsedilmesi gereken bir diğer durum ön ödemedir. Takipsizlik kararı verilmesine yer olmadığı durumlar ile ilgili olarak dava şartlarının gerçekleşmesinde bir diğer durum ön ödemedir. Ön ödeme kanun hükümleri içerisinde görünüşün sınırları çerçevesinde bulunan ve miktar ya da tür şeklinde belirli bir cezanın öldürülmüş olduğu suçlar içerisinde kamu davasının açılmasına engel teşkil eden ya da açılmış olan kamu davasının düşmesini sağlayan kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 75. maddesinde yer alan hükümlere göre uzlaştırma hükümlerine tabi suçlar haricinde kan Dökümlerinde yalnızca adli para cezasını ya da altı ay ya da daha az hapis cezasının görülmüş olduğu suçlar da suçun faili konumunda yer alan kişi kendisinin yapılacak Tebliği üzerine on günlük süre içerisinde belirlenecek. Ve soruşturmanın masraflarını ödemesi durumunda hakkında dava açılmayacaktır. Ön ödeme ile ilgili olan usulü tatbiki için soruşturma aşaması içerisinde şüpheli konumunda yer alan kişinin ön ödeme kapsamı içerisinde mevcut olan suç dediğine dair yeterli şüphe meydana getirecek delil ulaşılması gerekli olmaktadır. Böyle bir durumun aksi söz konusu olduğu durumlarda ön ödeme önerisini yasal sebebe mevcut olmamaktadır ve şüpheli ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı kılınır. Ön ödemeyi tabi olmayan bir suç mu işlemiş olduğu ile ilgili olarak yeterli şüphe meydana getirecektir ile ulaşılması durumunda usule uygun ön ödeme neresi yapılır. Şüpheli konumunda yer alan kişinin ön ödemeye konu tutara soruşturma giderleri ile birlikte on gün içerisinde ödenmiş olması durumunda şüpheli ile ilgili olarak oluşturma imkânını söz konusu olmamasından kaynaklı olarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar kılınır. Öyle ki böyle bir durumda takipsizlik kararı ortaya çıkar.
Davaya Ve Cezayı Düşüren Sebepler Nelerdir?
Kovuşturma olanağının bulunmaması ile ilgili olarak dava şartlarının gerçekleşmesi hususunda şikâyet, izin, talep, karar, müracaat, derdestlik ve kesin hüküm, uzlaşma ve ön ödeme ile ilgili olan hususlardan bahsettik. Burada kovuşturma olanağının bulunmaması yani takipsizlik kararına gerekli kılacak imkânın söz konusu olmaması ile ilgili olarak bahsedilmesi gereken bir diğer durum davayı ve cezai düşüren sebeplerdir. Burada davanın veya cezanın düşmesine sebep olan nedenlerle ilgili olarak şüphelinin ölümü, af, zamanaşımı, şikâyetten vazgeçme ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. İlk olarak dava ve cezai düşüren sebepler ile ilgili olarak şunları söyleyebiliriz ki bir suçun işlenmesi ile devlet mi suçun faili konumunda yer alan kişi arasında cezai bakımından hukuka bir ilişki mevcut olmaktadır. Suçun işlenmesi ile söz konusu olan oku oku ilişki bazı durumlarda en fazla neticelenirken bazı durumlarda suç teşkil eden eğilimin haricinde kalan sebeplerden dolayı kesilmektedir. Böyle bir durumu söz konusu olması halinde usul ilişkisi başlamış olsa bile hukuki ilişki kesilir ve kamu davası düşer. Dava ve cezayı düşüren sebeplerin usul hukukuna dair bir durum mu oldu aksi halde maddi hukuka dair bir durumu olduğu tartışmalı bir nitelik taşımaktadır. Dava hakkı devletin cezalandırma hakkını kullanmak ile meydana getirmeye çalışmış olduğu kişilerin faydasına gerçekleşmesini sağlayan bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Dava ile cezayı düşüren sebeplerin öncelikle etki ettiği alan fayda olup bunu sağlayan bir araç olan dava veya dava hakkı olmamaktadır. Dava düşmesinin asıl sebebi ise söz konusu araca müracaat edilmesi gerektiren faydanın Yok olmasıdır. Bundan kaynaklı olarak davayı ve cezai düşüren sebeplerden sözü edilmiş olanın muhakeme hukukuna değil maddi ceza hukukuna dair olduğunu söylemek mümkündür. Farklı bir görüş içerisinde dava ve cezayı düşüren sebeplerin muhakeme hukukun dair olduğuna dair düşünceleri mevcudiyeti söz konusudur. Bundan kaynaklı olarak bu kurum mutlak suretle birisini kapsam içerisinde değerlendirilir demek olası değildir. Davayı cezaya düşüren sebepleri mevcut olmasından kaynaklı olarak kamu davasının düşmesi 5237 sayılı Türk ceza kanunun 74. maddesinin ikinci fıkrası bakımından meydana gelen zararın tazmin edilmesi ve malların geri alınması bakımına açılmış olan şahsi hak davasını etkiler bir nitelik taşımayacaktır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 74. maddesinin üçüncü fıkrası içerisinde cezanın düşmesinin tazminat, kişisel haklar ve yargılama masrafları ile ilgili hükümlere etkisini mevcut yet söz konusu olmayacaktır. Ancak genel af çıkması halinde mevcut olması durumunda yargılama masraflarını talep edilmesi durumu da söz konusu olamaz.
Kovuşturma olanağının bulunmaması yani takipsizlik kararının verilmesinin mümkün olmaması ile ilgili olarak dava ve cezayı düşüren sebeplerden ilk olarak bahsetmemiz gereken şüphelinin ölümüdür. Ceza muhakemesinin yürütüldü sırada şüpheli konumunda yer alan kişinin sanığın ya da hükümlü konumunda yer alan kişinin yaşamını yitirmesi halinde dava ve ceza ilişkisi son bulacaktır. Ölüm ile birlikte suç ortadan kalkmayacak ancak devletin cezalandırma yetki ve sorumluluk ortadan kalkacaktır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 64. maddesinin iki fıkrası içerisinde sanığın yaşının indirmesi durumunda kamu davası düşecektir. Şüpheli konumunda yer alan kişinin soruşturma evresinde yaşamını yitirmesi halinde 5237 sayılı Türk ceza kanunun 64. maddesine göre açılmış bir kamu davası mevcut olmadığı ve hükmün kanunun amacını ifade etmek için yetersizlik keşke etmesinden kaynaklı olarak eleştiriye açık olduğu söylenebilir. Soruşturma evresi içerisinde şüpheli konumunda yer alan kişinin yaşamını yitirmiş durumunda Cumhuriyet Savcısı bakımından kovuşturma imkânı söz konusu olmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı kullanabilecektir. İştirak durumunun söz konusu olması halinde işlenmiş olan suçlar açısından sadece yaşamını yitiren kişi ile ilgili olarak kamu davası düşürülür, diğer sanıklar bakımından dava devam eder. Soruşturma evresi içerisinde yaşamını getiren kişi için kovuşturmaya yer olmadığı kararı kılınır yani takipsizlik kararı verilir ve diğer şüpheli konumu diğer olan kişiler için soruşturmaya devam edilmesi gerekli olur. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 64. maddesinin birinci fıkrası içerisinde sana yaşını getirmesi halinde mahiyeti itibari ile müsaadesi söz konusu olan maddi faydaları ile eşya hakkında dava sürdürülmek suretiyle müsaderesine karar verilmiş durumu söz konusu olabilecektir. Bu bakımdan soruşturma evresinde şüpheli konumda yer alan kişinin yaşamını yitirmesi halinde şüpheli ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi durumu söz konusu olurken müsadere söz konusu olması durumunda yetkili mahkemeden bu eşyaların müsaderesi talep edilebilir.
Kovuşturma olanağının bulunmaması yani takipsizlik kararının kılınmasına dair olanın olmaması ile ilgili olarak dava ve cezayı düşüren nedenlerden ilk olarak şüphelinin ölümüyle ilgili olan suçlardan bahsettik burada bahsedilmesi gereken bir diğer durum aftır. Af kurumu genel af ve özel af olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak af ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Af bazı durumlarda kesinleşmiş hükümleri hafifleten değiştiren ya da kaldıran bazı durumlarda ise kamu davasını düşüren veya kesinleşmiş mahkûmiyetler tüm sonuçları ile ortadan kaldıran kamu hukuku tasarrufu olarak karşımıza çıkmaktadır. Af kurma yargısal neticeleri olması ile birlikte bir yargı işlemi olarak karşımıza çıkmamaktadır. Aftan yararlanacak olan kişiler yer gusülleriyle belirlenmemektedir. Af yetkisinin kullanılması içerisinde yargısal usulleri başvurulması durumu söz konusu olmamaktadır. Bundan kaynaklı olarak af bir yasama işlemi olarak karşımıza çıkar. Cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişinin özel af yetkisi hükümet tasarrufu niteliğindedir. 5237 sayılı Türk ceza kanununda genel ve özel olmak üzere iki türlü af karşımıza çıkmıştır. Genel af kesin hükümden önce veya sonra mümkün iken özel af ise kesin hükümden sonrasını etkiler ve sadece cezanın infaz edilmesini daha sonuçları karşımıza çıkarır. Öyle ki bu kural genel af kanunları içerisinde mevcut olmaktadır. Bununla birlikte hükümden önce de sonuç doğurabilen toplu özel af açısından geçerli teşkil etmemektedir. Anayasa içerisinde genel affı ve özel af kadar sınır söz konusu olmaktadır. Anayasanın 169. maddesinin üçüncü fıkrası içerisinde orman suçlara dair genel ya da özel af çıkarılmadığı gibi çıkarılmış olan genel ya da özel hafta içeriğine olmalı yok etmek daraltmak ya da ormanları yakmak amacıyla gerçekleştirilmiş olan suçlar dâhil olmamaktadır. Burada bahsetmiş olduğumuz gibi genel af ve özel af kavramlarını mevcudiyeti söz konusudur. İlk olarak genel af ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 65. maddesinin birinci fıkrasında genel af kamu davasını düşürür olarak düzenlenmiştir. Karar kılmış olan cezaları tüm sonuçları ile birlikte genel af ortadan kaldırmaktadır. Genel af çıkarma yetkisi anayasanın 87. maddesi bakımından Türkiye Büyük Millet Meclisi‘ne ait olarak düzenlenmiştir. Genel af eyle mi değil elimin suç olma özelliğini ortadan kaldırmaktadır. Kanunilik prensibi gereğince af kapsam içerisindeki bir suça daire olarak kamu davası açılması mümkün olmayacaktır. Kamu davası açılmış nitelikte ise davanın düşmesine dair karar kurulması gerekli olacaktır. Soruşturma evresi içerisinde şüpheli konumunda yer alan kişinin eyleminin meydana getirdiği suça dair genel af çıkması durumunda şüpheli konumda yer alan kişinin eline daire olarak kovuşturma olasılığının söz konusu olmamasından kaynaklı olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı kılınacaktır. Burada bahsedilmesi gereken bir diğer husus özel af ile ilgili olan düzenlemedir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 65. maddesinin ikinci fıkrasına göre hükümlü konumunda yer alan kişinin hapis cezasına İnfaz kurumunda çekme süresini kısaltan ya da son bulduran veya hapis cezasını adli para cezasına çeviren af özel af olarak karşımıza çıkmaktadır. Özel af mahkûmiyeti değil yalnızca cezayı ortadan kaldırır nitelik taşımaktadır. Kanun hükümlerine göre yalnızca hapis cezalarını kapsamakta ve adli para cezaları açısından sonuç doğurmamaktadır. Özel af yalnızca cezayı ortadan kaldırdığı için ne kamu davası ne de ceza mahkûmiyetin neticelerini ortadan kaldırmaktadır. Bundan kaynaklı olarak özel affın uygulama bulabilmesi bakımından kamu davasının açılıyor olması açılmış olan davanın yürütülmesi mi af Kanunu’nun uygulama bulması için neticelendirilmesi gerekli olmaktadır. Soruşturma evresi içerisinde şüpheli konumunda yer alan kişinin işlemiş olduğu sürece dair özel af çıkmış olması durumunda özel af şüpheli konumunda yer alan kişinin eylemine herhangi bir etkisi söz konusu olmayacaktır. Cumhuriyet Savcısı aracılığıyla soruşturma son bulacaktır. Bununla birlikte şüpheli konumunda yer alan kişinin suç işlemiş olduğu ile ilgili olarak yeterli şüphe meydana getirecek delil oluşması durumunda kamu davası açılacaktır. Cumhurbaşkanına tanınmış olan af yetkisi özel af niteliği taşımaktadır. Cumhurbaşkanının afiyet kişinin kullanması mümkün olabilmesi bakımından mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması gereklilik teşkil etmektedir.
Kovuşturma olanağının bulunmaması yani takipsizlik kararının verilmesine dair imkânı söz konusu olmaması ile ilgili olarak dava ve cezayı düşüren sebeplerden ilk olarak şüphelinin ölümüyle ilgili olan hususlardan sonra aftan bahsettik burada bahsedilmesi gereken bir diğer durum zamanaşımıdır. Şüpheli konumunda yer alan kişi ya da sanık tarafından işlenmiş olan suçun zaman geçtikçe toplum ve insan üzerindeki etkisi azalmakta ve bu zamanın ilerlemesi ile kaybolmaktadır. Suçun işlenmesi veya ceza hukuku olmasından sonra belirli bir süre geçmesi ile devletin cezalandırma yetkisinden vazgeçmesi durumunda zamanaşımı karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki devletin cezalandırma yetkisinden vazgeçmesi hali zamanaşımı olarak adlandırılmaktadır. Zamanaşımının amaçlarından biri kişileri sürekli olarak ceza tehdidi içerisinde bırakmamaktır. Zamanaşımı 5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde düzenlenmiştir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 66. maddesinde dava zamanaşımı 68. maddesi içerisinde ise ceza zamanaşımı yer verilmiştir. Suçun işlenmesinden sonra kanun tarafından öngörülen sürelerin geçmiş olması halinde kamu davası açılmaması ya da dava açıldıktan sonra devam bulunmayacağını neticesinde meydana getiren duruma dava zamanaşımı denmektedir. Ceza zamanaşımı ise mahkûmiyet ile ilgili olarak verilmiş olan kararın kesinleşmesinden sonra kan mı hükümleri içerisinde belirtilen sürelerin cezanın infaz edilmeden geçirilmesi halinde devletin hüküm olmuş olan ceza infaz etme hak ve yetkisine son bulduran bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Ceza zamanaşımı kesinleşmiş bir hükmün mevcudiyetini aramış olduğu için soruşturma evresi açısından bir özellik taşımamaktadır. Şüpheli konumunda yer alan kişinin işlemiş olduğu suça dair olarak yürütülmüş olan soruşturma esnasında dava zamanaşımının dolması halinde Cumhuriyet Savcısı kovuşturma imkânının söz konusu olmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar kılacaktır.
Takipsizlik kararının verilmesine dair olanın mevcut olmaması yani kovuşturma olanağının bulunmaması ile ilgili olarak dava ve cezai düşüren sebeplerden ilk olarak şüpheli konumunda yer alan kişinin ölümüyle ilgili olan hususlardan sonra aftan devamında zamanaşımı ile ilgili olan hususlardan bahsettik burada bahsedilmesi gereken bir diğer durum şikâyetten vazgeçmedir. Kovuşturulması şikâyetin gerekli olduğu suçlar içerisinde şikâyetçi konumunda yer alan kişiye kamu davasını ortadan kaldırma yetkisi verilmiş olmaktadır. Bundan kaynaklı olarak şikâyetten vazgeçme, şikâyet kurumuna dâhil olarak hukuku nitelikler farklılık teşkil etmektedir. Şikâyetim hakemi koşulu yani muhakeme kurumu söz konusu olmasına rağmen şikâyetten vazgeçme cezalandırılmalı mümkün olabilirliğini etki eden ceza hukuku grubu olarak karşımıza çıkmaktadır. Şikâyetten vaz geçiyor olma durumu şikâyet hakkını kullanan şikâyetçi konumunda yer alan kişinin hükmün kesinleşmesine kadar ki sürede şikâyetinin geçersiz olması için yapmış olduğu irade beyanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Şikâyetten vazgeçme kavramı yerine şikâyetin geri alınması karma kullanılması durumu söz konusu olmaktadır. Ancak şikâyet hakkından feragat kavramı farklılık teşkil etmektedir. Şikâyet hakkından feragat şikâyet hakkına sahip konumda yer alan kişi şikâyet süresi içerisinde şikâyet hakkını kullanmayacağını ileri sürmesidir. Bu kurum 5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde düzenlenmemiştir. Şikâyetten vazgeçme hakkına sahip konumda yer alan kişiler aslında şikâyet hakkına sahip olan suçtan dolayı zarar gören kişiler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Suçtan zarar gören kişinin şikâyetten vazgeçmesi hükmün kesinleşmesine kadar mümkün olmaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 73. maddesinin dördüncü fıkrası içerisinde şikâyete tabi suçlar da suçtan zarar gören kişinin şikâyetten vazgeçmiş durumunda dava düşmektedir. Kararın kesinleşmesinden sonra suçtan zarar görmüş olan kişinin şikâyetinden vazgeçmesi cezanın infazına engel teşkil etmemektedir. Soruşturma evresi içerisinde şikâyet süresi bakımından şikâyet hakkını kullanmış kişileri şikâyetten vazgeçmiş olması durumu söz konusu olması halinde Cumhuriyet Savcısı tarafından kovuşturma olunan söz konusu olmadığı gerekçesiyle takipsizlik kararının verilmesi durumu söz konusu olacaktır. Ancak kovuşturma aşaması içerisinde 5237 sayılı Türk ceza kanunun 73. maddesinin altıncı fıkrası bakımından vazgeçme onu kabul etmeyen sanık konumunda yer alan kişiye etkiler nitelik taşımayacaktır.
Aynı Fiilden Dolayı Kamu Davası Açılır Mı?
5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 172. maddesi içerisinde ikinci fıkra bakımından Cumhuriyet Savcısı bakımından kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı verilmesinin ardından aynı eylemden kaynaklı olarak dava açılmasını mümkün olabilmesi için yeterli şüphe meydana getirecek yeni delil ulaşılması ile buna dair suç ceza hâkim tarafından karar verilmesi gerekli olmaktadır. 2017 yılında 29.940 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan 680 sayılı kanun hükmünde kararname ile bu madde içerisinde değişikliğe gidilmiş yeni delil ortaya çıkmadıkça ibaresi değiştirmek suretiyle yeterli şüphe meydana getirecek yeni delil elde edilmedikçe ifadesine yer verilmiş ve maddenin ilk fıkrası ile kavram bütün mü ortaya çıkmıştır. 680 sayılı kanun hükmünde kararname ile 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 172. maddesinin ikinci fıkrasında yapılmış olan diğer bir değişiklik ise Cumhuriyet Savcısı’nın yürütmüş olduğu soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildikten sonra aynı eylemden kaynaklı olarak dava açılması mümkün olabilmesi bakımından yeterli şüphe meydana getirecek delil koşuluna ek olarak sulh ceza hâkimi tarafından bu bakımdan karar vermesi getirilmesi olmuştur. Kanun hükmünde kararname ile yapılmış olan değişiklik öncesinde yalnızca ceza muhakemesi kanununun 173. maddesinin altıncı fıkrası bakımından kovuşturmaya yer olmadığı kararına itirazı nette halinde aynı eyleme dair dava açılması mümkün olabilmesi bakımından hâkim kararı gerekli iken artık 680 sayılı kanun hükmünde kararname ile birlikte itiraz edilsin ya da edilmesin Cumhuriyet savcısı tarafından takipsizlik kararının verilmesinden sonra aynı ailemden kaynaklı olarak kamu davası açılması için hâkim kararı gerekli olmaktadır. 5271 sayılı yeni ceza muhakemesi kanununun yürürlüğe girmesinden önce mevcut olan ceza muhakemesi usul kanununa göre Cumhuriyet Savcısı‘nın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı vermesinden sonra herhangi bir şarta bağlı olmadan kamu davası açılması mümkün olmaktaydı. 5271 sayılı ceza muhakemesi kanunu ile ve 680 sayılı kanun hükmünde kararname ile beraber Cumhuriyet Savcısı‘nın kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermesinden sonra aynı eyleme dair dava açmasına mümkün olabilmesi yeni delil ve hâkim kararı koşulu getirilmek suretiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararının kesin hüküm etkisi ortaya konulmuştur. Ceza muhakemesi hukuku içerisinde kesin hükmün olumlu ve olumsuz etkilerinin mevcudiyeti söz konusudur. Burada olumlu etkisi bağlayıcı nitelik taşımasıdır. Olumsuz etkisi ise kesin hüküm ile ilgili olarak söz konusu olan eylem sebebiyle kişinin tekrardan kavuşturulmasını mümkün olmayacağını ve yargılamayacağını ifade eder. Öyle ki kişinin eylemine dair kovuşturma söz konusu olmuş ve bu kişiyle ilgili olarak verilen hüküm kesinleşmiş ise ikinci bir kovuşturmanın söz konusu olması mümkün olmamaktadır. Kesin hüküm buna engel teşkil etmektedir. Kesin hükmün olumsuz etkisi bu durumda önleyicilik özelliğinden kaynaklı olarak önleme etkisi şeklinde tanımlanmaktadır. Bu Latince içerisinde “ne bis in idem” olarak tanımlanmaktadır. Kovuşturmaya dair yer olmadığı kararın yani takipsizlik kararının kesin hüküm özelliğine sahip olup olmadığı durumu kararın hukuki özelliği açısından önem teşkil etmektedir. Mevcut olan bir görüş içerisinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı adli ve idari bir işlem özelliği teşkil Edip kesin hüküm niteliği taşımamaktadır. Bundan kaynaklı olarak Cumhuriyet Savcısı bakımından kovuşturmaya yer olmadığı kararının verilmesinden sonra aynı olayın soruşturulması durumu söz konusu olabilir. Ancak aynı eylemden kaynaklı olarak kamu davası açılması mümkün olabilmesi bakımından indirin arandı gibi soruşturma ve soruşturma işlemlerine başlanması durumları bakımından yeterli teşkil eden şüphelinin meydana gelmesini sağlayacak yeni dinlen mevcudiyeti gerekli olmaktadır. Aynı bakımdan farklı bir görüş içerisinde yeni delilin kendiliğinden meydana gelmesinin istisna olduğu ileri sürülmektedir. Bundan kaynaklı olarak söz konusu hükmün yeni delil elde edilmesine dair soruşturma yapılmasına engel teşkil eden mi kovuşturma aşamasında kesin bir şekilde kapanması mümkün kılacak nitelikte olmadığı, aksi bir hususun ise soruşturma aşamasında nitelikleri ile bağdaşmayacağı ve kovuşturmaya yer olmadığı kararının yani takipsizlik kararının yarın karar özelliğine tabi olacağı ileri sürülmüştür. Burada yeni denizden bahsedilen sonradan elde edilmesi kararı verilirken dosya içerisinde söz konusu olmaması ya da bulunmasına rağmen Cumhuriyet Savcısı tarafından hiçbir suretle değerlendirilememiş olmasıdır. Bu bakımdan kişilerin karardan dönülebilir endişesi olanağı kalkmakla birlikte yasal bir teminat söz konusu olmuştur. Bununla birlikte düzenleme ile keyfiyetin önüne geçildiği söylenebilmektedir. Madde gerekçesi içerisinde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların zamanaşımı sürecine şüpheli konumunda yer alan kişinin başında tabir yerindeyse Demokles’in kılıcı gibi durması onun özgürlükler açısından bir tehdit meydana getirmesine önlemek amaçlanmaktadır ifadeleri ile bu durum belirtilmiştir. Yeni delil açısından ceza muhakemesi kanunu hükümleri içerisinde yargılamanın tekrar edilmesi kurumunun aksine delilin yeni olmasının yanı sıra farklı Koşullara yer verilmemiştir. Ancak yine kuruluş amacı ve aynı mantık bakımından yeni bir soruşturmaya başlanması mümkün olabilmesi bakımından ortaya çıkacak yeni dilinin yalnızca ve diğer deliller ile birlikte bir suçun işlendiğini kuvvetli ispatlaması dava açma yeterli teşkil edecek kadar güçlü nitelikte ya da kovuşturmama kararının sebebine meydana çıkarmanın yanı sıra ayriyeten davanın da açılmasına yetecek kuvvetli suç şüphesi ne kuvvetlendirici nitelik ya da çokluk ya da özellikte söz konusu olması şartlarını sağlaması önem teşkil etmektedir.
Cumhuriyet Savcısının Takdir Yetkileri Nelerdir?
Kamu davasının açılması içerisinde Cumhuriyet Savcısı’na tanınan bazı takdir yetkileri vardır. Cumhuriyet Savcısı ile tanınan bu takdir yetkilerinde kamu davasının açılmasında benimsenen ilkelerin mevcudiyeti söz konusudur. Benimsenmiş olan ilkeler mecburilik ilkesi, maslahata uygunluk ilkesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada ilk olarak mecburilik ilkesi ile ilgili olan durumlardan bahsetmemiz mümkündür. 5271 sayılı ceza muhakemesi kanunu hükümleri içerisinde 160. Maddeye göre bir suçun işlendiğinin öğrenilmesi üzerine Cumhuriyet Savcısı tarafından oluşturulmaya başlanılmasını soruşturma neticesinde 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 170. Maddesine göre faili konumunda yer alan kişinin mi fiilin belirli olması bununla birlikte toplanan delillerin yeterli şüphe teşkil etmesi ve dava koşullarını sağlaması durumunda kamu dava açılması bunun sonucunda ise kamu davası muhakeme bitinceye kadar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından devam ettirilmesini ifade eden iki kovuşturma mecburiyeti ilkesi denmektedir. Burada mecburilik ilkesinin devletin zorunlu cezalandırma hakkından meydana gelen cezalandırma yükümlülüğün bir neticesi oldu kanun önünde eşitlik ve tarafsız adaleti ve kanun üstünlüğünü sağlamak hukuku güvenliği sağlayıp keyfiyetin önüne geçmek açısından Taktirilik sistemin ne üstün olduğunu ve sanık konumunda yer alan kişiye tanınmış güvenceler ile beraber hâkim emrine verilmiş vicdani kanaat erteleme gibi imkânlar sebebiyle toplumun korunması gereğini daha iyi sağlayacak bir özelliğe sahip olduğu ileri sürülmektedir. Kovuşturma mecburiyet ilkesi kendi içerisinde araştırma mecburiyeti ilkesi kamu davası açma mecburiyeti ilkesi ve kamu davasının yürütme mecburiyeti ilkesi olmak üzere üç alt ülkeyi de içerisinde barındırmaktadır. Öyle ki suçun işlenmesinden öğrenilmesi üzerine yetkili merciler bakımından soruşturmaya başlanılması araştırma mecburiyeti ilkesinde suçun faili konumunda yer alan kişinin ve eylemin net olması elde edilmiş olan kanıtların yeterli şüphe meydana getirmesi ve dava koşullarının sağlanmış olması halinde dava açılması kamu davası açma mecburiyeti ilkesine açılmış olan davanın muhakeme bitinceye kadar üretilmesi ile kamu davasını yürütme mecburiyeti ilkesine karşılık gelmektedir. Mecburilik ilkesinin mecburilik özelliği kanundan kaynaklandığı için kanunilik ilkesi şeklinde tanımlama bulunmaktadır. Ancak kanunilik ilkesinin anlamı bir hususun kanun hüküm de gösterilmesi anlamına geldiğinden dolayı maslahata uygunluk ilkesinin benimsemiş olduğu durumlarda kanun hükümlerinde açık bir şekilde düzenlendiğinden kaynaklı olarak bu tercihi eleştirilmişse mecburilik ifadesinin daha yerinde olduğu ileri sürülmüş tür. Mecburilik ilkesi eski dönemler içerisinde mutlaka adaleti sağlamak amacıyla ceza kanunlarının aleyhine hareket edildiği her durumda mutlaka ceza verilmesini gerekli olduğu kanaatine benimsenmiştir. Bu dönem içerisinde yürütmenin bir organı teşkil ettiği için savcı konumunda yer alan kişiye güven duyulmamış ve her eylemi takip etmesi güvence altına alınmış olmaktadır. Bu amacın neticesinde mecburilik ilkesi kovuşturmanın kamusallığı ilkesi ile yakından ilgili göstermektedir. Kamusallık ilkesi şikâyete tabi suçlar içerisinde şikâyet koşulların sağlanması ile birlikte şikâyete tabi nitelik taşımayanlarda ise suç işlendiğinin öğrenmesi üzerine soruşturma yürütül Mac suretiyle uyuşmazlığın yargı önüne taşınması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bundan kaynaklı olarak her iki ülkede birbirini tamamlıyor nitelik taşımaktadır. Öyle ki burada mecbur ilkesinin yanında bahsetmemiz gereken bir diğer ilke maslahata uygunluk ilkesidir. Cumhuriyet Savcısı tarafından Cezayir’de güvenlik tedbirine gerekli kılan bir eylemin meydana getirildiğinin öğrenilmesi üzerine bu eyleme dair olarak soruşturma başlatıp başlatmamakta soruşturma sonucunda söz konusu delillerin yeterli şüphe meydana getirmesi halinde kamu davası açıp açmamakta sonucunda açılan kamu davasını yürütme bakımından takdir yetkisini kabul eden ilkeye maslahata uygunluk ilkesi denir. Maslahata uygunluk ilkesi, bir bakımdan takdir iyilik ilkesi olarak tanımlama bulmaktadır. Bu iki uyarınca Cumhuriyet Savcısı konumunda yer alan kişi suçun işlendiği ile ilgili olarak yeterli şüphe meydana getirecek delil elde etse bile kamu davası açmama hakkına sahiptir. Ancak bunun için kamu davası açılmasına suç sebebiyle ya da failin cezasız kalması sebebiyle meydana gelebilecek zarardan Daha büyük bir zarara sebep olabileceği sonucuna varılmış olması gereklilik teşkil etmektedir. Mecburilik ilkesi ve Maslahat olgunluk ilkelerinden birini tercih etmek eden birine diğerini yumuşatmak suretiyle benimsemek ise suç hukukunun bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Maslahata uygunluk oluşturma zorunluluğu ilkesinin uygulanması açısından bir serbesti olarak düşünülmemesi gereklilik teşkil etmektedir. Farklı bir şekilde maslahata uygunluk kovuşturma serbestliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Maslahata uygunluk kanunun çizmiş olduğu çerçeve içerisinde kovuşturma mecburiyetini sınırlanması olarak karşımıza çıkar. Bu bakımdan maslahata uygunluk ilkesi içerisine dayanan takdir yetkisini kapsamının kesin bir halde belirlenmesi zorunluluk teşkil eder olmaktadır. Bu zorunluluk maslahata uygunluk ilkesinin amacı ne içerdiği gibi keyfiliğin önüne geçmek bakımından da önem teşkil etmektedir. Maslahatı uygunluk ilkesinin benimsenmiş oldu ceza Mahkemesi sistemleri içerisinde şahsi davanın önemi söz konusudur. Öyle ki bu durumda savcı tarafından masada uygunluk ilkesine dayanılmak suretiyle dava açılmadığı durumlarda suçtan zarar görmüş olan dava açarak mağduriyetimi gidere bilmek ve adaletin tesisini sağlar nitelik taşıyabilmektedir. Bundan kaynaklı olarak şahsi dava kurumu maslahatı uygunluk ilkesinin oğlumla olmayan etkilerini gideren bir kontrol olarak karşımıza çıkabilmektedir.
Cumhuriyet Savcısı’nın Takdir Yetkisi İle Takipsizlik Kararı Verebileceği Haller Nelerdir?
Cumhuriyet savcısının takdir yetkisi ile kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verebileceği halleri mevcudiyeti söz konusudur. Bununla ilgili olan hususlara başlamadan önce kamu davasının açılmasını Cumhuriyet Savcısı’na tanınan takdir yetkisi ile ilgili olan açıklamalarda bulunmamız mümkündür. Takdir yetkisi kavramı aslen idare hukukuna ait bir karım olarak Hukukumuzda yer almaktadır. Ceza muhakemesi hukuku içerisinde kanunun somut olay uygulaması açısından Cumhuriyet Savcılarını ve hâkimlerin vicdani kanaati bir takdir yetkisi niteliği taşımamaktadır. Bu bakımdan takdir yetkisinin durumundan bahsetmenin mümkün olabilmesi bakımından uygulanması zorunlu olan hukuki normların kanun hükümlerinde yer verilmiş olan istisnai hallerde uygulanamayabilesi ya da farklı şekilde uygulanabilmesi ile buna dair kararında soruşturma aşaması içerisinde Cumhuriyet Savcısı tarafından kovuşturma aşamasında ise hâkim tarafından verilmesi gereklilik teşkil etmektedir. Bundan kaynaklı olarak kamu davasının açılmasının da yeterli şüphenin mevcudiyetinin saptanması açısından Cumhuriyet Savcısını takdir yetkisinin oldu söylenmesi mümkün değildir. Öyle ki Cumhuriyet servisinin takdir yetkisi ancak yeterlilik teşkil eden suç şüphesinin mevcudiyetini saptanmasında sonra kullanılabilmektedir. Cumhuriyet Savcısına tanınmış olan takdir yetkisi kanuni hükümler içerisinde sınırları belirlenmiş durumlarda kamu davasının açılması bakımından koşullar sağlansa bile yeterli şüphe meydana gelebilecek delil ulaşılsa bile Cumhuriyet Savcısı konumunda yer alan kişinin davayı açıp açmayacağı ile ilgili olarak takdir yetkisine sahip olması durumu olarak karşımıza çıkmaktadır.
5271 sayılı ceza muhakemesi kanunu içerisinde kamu davasının açılması açısından mecburilik sistemi benimsenmiştir. Ancak bu sistem adli makine İzmir hatırlatmak için suçun faili konumunda yer alan kişi muhakemenin olumsuz etkilerinden korumak ve mağdur konumunda yer alan kişinin vurmuş olduğu zararların giderilmesi amacıyla basit suçlar da maslahatı uygunluk ilkesi yumuşatılmış olmaktadır. Mecburilik ilkesine yumuşatan düzenlemelerden birincisi şahsi cezasızlık sebeplerinin ve etkin pişmanlık hallerin mevcudiyetinin olmasıdır. Burada mecburilik ilkesini yumuşatan düzenlemelerden ikincisi ise kamu davasının açılmasının ertelenmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ceza muhakemesi hukuku içerisinde benimsenmiş olan mecburilik ilkesine 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesi ile önemli bir istisna getirilmiştir. Öyle ki Cumhuriyet Savcısı dava açıp açmamakta takdir yetkisine sahip olmaktadır. Ancak bu hallerin tüm suçları kapsamaması ve her koşula uygulanabilir olmamasından kaynaklı olarak ceza muhakemesi hukuku içerisinde Maslahat olgunluk ilkesini benimsemiş oldu yorumunda bulunulmaması gerekir. Mecburilik ilkesinin bir istisnası olarak düşünülmesi gereklilik teşkil etmektedir. Bir görüş içerisinde hukukumuz içerisinde katı mecburi sistemden vazgeçilmiş ve benimsenen sistemi satılmış mecburilik sistemi olarak adlandırılmıştır. 5271 sayılı ceza muhakemesi kanunu ile 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun yürürlükte olmasından önce yürürlükte olan ceza muhakemesi usul kanununun aksine şahsi dava kurumu düzenleme bulmamıştır. Oysaki şahsi dava kurumu maslahata uygunluk ilkesinin geçerli teşkil ettiği sistemler içerisinde mevcut olduğu gibi mecburelik ilkesinin benimsemiş olduğu sistemlerde de tamamlayıcı bir işleve sahip olmaktadır. Bundan kaynaklı olarak mecburilik ilkesini kabul etmenin yanı sıra savcıya sınırlı takdir yetkisi veren sistemler içerisinde şahsi dava kurumunun düzenlenmesi halinde şahsi davanın maslahata uygunluk ilkesinin kabul edilmiş olduğu sistemlerde sağlamış olduğu kontrol mekanizması işlevi burada yerine getirilmiş olmaktadır. Böyle bir durumda maslahata uygunluk ilkesine dayanmak suretiyle Cumhuriyet Savcısı tarafından dava açılmadığı hallerde suçtan zarar görmüş olan dava açmak suretiyle suçtan kaynaklanan mağduriyetine giderebilecek ve adaletin tesisini sağlar nitelik taşıyor olabilecektir.
Soruşturma evresi neticesinde Cumhuriyet Savcısı aracılığıyla yeterli şüphe meydana getirecektir ulaşılsa bile 5271 sayılı ceza muhakemesi kanunu 171. maddesinin birinci fıkrası bakımından şahsi cezasızlık sebeplerinin ya da etkin pişmanlık hallerinin mevcut olması durumunda Cumhuriyet Savcısı kovuşturmaya yer olmadığı kararı kılabilir. Ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin ikinci fıkrasına göre uzlaştırma ve ön ödemeyi tabi suçlar haricinde üç yıl veya daha az süreli hapis cezası öngörülmüş olan suçlar da yeterli şüphe bulunsa bile Cumhuriyet Savcısı dava açmayı beş yıl erteleye bilmektedir. Ancak bu hükümler 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin altıncı fıkrası bakımından suç işlemek için örgüt kurmak, örgüte üye olmak ya da örgütün yönetmek suçları ile örgüt faaliyeti kapsamı içerisinde gerçekleştirilmiş olan suçlar da asker kişiler tarafından işlenen askeri suçları ile kamu görevlisi tarafından görevi sebebiyle yine ya kamu görevlisine karşı görevinden kaynaklı olarak işlenen suçlar da bir cinsel dokunulmazla karşı işlenmiş olan suçlar da uygulama bulunmamaktadır.
Burada Cumhuriyet Savcısı tanınmış olan takdir yetkisi bakımından kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı verebileceği hallerden bahsetmemiz mümkündür. Bunlar cezayı kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hallerin varlığı ve şahsi cezasızlık sebeplerinin varlığı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Cezayı Kaldıran Şahsı Sebep Olarak Etkin Pişmanlık Hallerinin Mevcut Olması İle İlgili Olan Durumlar Nelerdir?
Suçun faili konumunda yer alan kişiye verilecek olan cezayı kaldıran şu an sistemi olarak etkin pişmanlığın mevcudiyeti halinde etkin pişmanlık ile ilgili olan hususlardan, cezayı kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümleri uygulanması için gerekli olan koşullardan ve 5237 sayılı Türk ceza kanunu içerisinde cezayı kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin öngörülmüş olduğu suçlardan bahsetmek mümkündür.
Etkin Pişmanlık İle İlgili Hususlar Nelerdir?
Etkin pişmanlık faili konumunda yer alan kişinin işlemiş olduğu suçun icra hareketlerini tamamlamasından sonra suç işleme iradesinden vaz geçmek suretiyle sonucu önlemek için uğraşmasıdır. Etkin pişmanlık kahramana daire olarak doktorun içerisinde bazı kavramların mevcudiyeti söz konusudur. Faili konumunda yer alan kişinin suçu meydana getiren eylemin icrası ne bitirdikten sonra sonucun ortaya çıkmasını Kendisi engeller ise etkin pişmanlık söz konusu olmaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun yürürlüğe girmesinden önce yürürlükte olan eski 761 sayılı Türk ceza kanunu içerisinde var olan ancak yeni Türk ceza kanunun 15.237 sayılı Türk ceza kanunu ile kaldırılan eksik ve tam teşebbüs ayrımı bakımından eksik teşebbüs de faili konumunda yer alan kişinin irade bir şekilde harekete geçmek suretiyle neticeyi engellemiş olması durumunda gönüllü vazgeçme, tam teşebbüs durumunda faili konumunda yer alan kişinin neticenin önüne geçmesi halinde ise etkin pişmanlık söz konusu olacaktır. Yürürlükten kaldırılmış olan 765 sayılı eski Türk ceza kanunu hükümlerinde suçun faili konumunda yer alan kişinin icra hareketlerini meydana getirdikten sonra gönüllü vazgeçme mümkün olmamaktadır. Mülga kanundan farklı bir şekilde 5237 sayılı yeni Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde gönüllü vazgeçme suçun icra hareketleri aşamasında söz konusu olabileceği gibi icra hareketlerinin meydana gelmesinden sonra da mümkün olmaktadır. Böyle bir durumda suçun icrası içerisindeki tüm aşamalarda gönüllü vazgeçme mümkün duruma gelmiştir. Etkin pişmanlık kurumu ile alakalı bir şekilde yürürlükten kaldırılmış kanunu kimlerin de hüküm söz konusu olmamakla birlikte gönüllü vazgeçme ya da hayır 761 sayılı kanun hükümlerinin 61. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde kıyas yoluyla uygulanması gerektiğine dair görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüş içerisinde 765 sayılı kanunun kümlerini 61. maddesinin ikinci fıkrasında gönüllü vazgeçme kurumuna yer verilmiş olması ve etkin pişmanlığı dair bir hükmün söz konusu olmamasından kaynaklı olarak tam teşebbüs durumunda verilecek olan cezanın etkin pişmanlık halinde de uygulama bulması görüşünün yerinde olmadı sana konumunda yer alan kişi etkin pişmanlık durumunda ceza verilemeyeceği ileri sürülmüştür. 5237 sayılı yeni Türk ceza kanunu hükümleri ile birlikte etkin pişmanlık ve gönüllü vazgeçme kavramları yürürlükten kaldırılmış olan 765 sayılı eski Türk ceza kanunundan farklı bir şekilde hüküm altına alınmıştır. Gönüllü vazgeçme kurumu genel hükümler kısmı içerisinde düzenlenirken etkin pişmanlık bazı suç tipleri açısından özel bir şekilde düzenleme bulmuştur. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 36. maddesine göre suçun faili konumunda yer alan kişinin suç meydana getiren eylemlerin icra hareketlerinden gönüllü bir şekilde vazgeçmesi veya kendi çabasıyla yöneticinin ortaya çıkmasını engellemiş olması durumunda gönüllü vazgeçmeden koşulları meydana gelir ve teşebbüsten dolayı cezalandırılmaz. Ancak eylemin tamamlanan kısmı bir suç meydana getiriyorsa o suçtan kaynaklı olarak fail cezalandırılabilir. Söz konusu olan suçun tüm unsurları ile beraber meydana gelmesinden sonra faili konumunda yer alan kişinin pişmanlık göstermesinden kaynaklı olarak faili ile ilgili cezaya hükmedilmemesine veya hükmedilecek olan cezanın indirilmesini öngörmüş olan etkin pişmanlık kurumu genel hükümler kısmı içerisinde düzenlenmediğinden kaynaklı olarak etkin pişmanlık hükümleri yalnızca düzenlenmiş olduğu suçlar özelinde uygulama bulabilecektir. Bu suçlar açısından etkin pişmanlık cezai ortadan kaldıran veya verecek olan cezanın indirilmesini Öngören bir şahsi sebep niteliği taşımaktadır.
Cezayı Kaldıran Şahsi Sebep Olarak Etkin Pişmanlık Hükümlerinin Uygulanması İçin Gerekli Nitelik Taşıyan Koşullar Nelerdir?
Cezai ortadan kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması bakımından gerekli koşulları mevcudiyeti söz konusudur. Cezayı ortadan kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması için gerekli koşulların neler olduğundan bahsettiniz mümkündür. Bunlar işlenmiş olan suç bakımından 5237 sayılı Türk ceza kanunu da etkin pişmanlık hükümleri yer verilmiş olması, faili konumunda yer alan kişinin işlemiş olduğu suç bakımından bizzat pişmanlık göstermesi, etkin pişmanlık hükmünü faili konumunda yer alan kişiyle ilgili olarak cezasızlık öngörmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak işlenmiş olan suç açısından 5237 sayılı Türk ceza kanununda etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiş olması ile ilgili hususlardan bahsetmemiz mümkündür. 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin birinci fıkrasına göre Cumhuriyet servisi etkin pişmanlık durumlarının söz konusu olması halinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar yani takipsizlik kararı verebilir. Etkin pişmanlık kurumu 5237 sayılı Türk ceza kanununun genel hükümler kısmında düzenlenmediği için yalnızca 5237 sayılı Türk ceza kanununda düzenlenmiş olduğu suçlar özelinde uygulama bulacaktır. 5271 sayılı ceza muhakemesi kanunu 171. maddesinin ilk fıkrası içerisinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı verilmesini mümkün olabilmesi bakımından işlenmiş olan suç açısından etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasını mümkün kılan bir düzenlemenin mevcudiyeti gerekli olmaktadır. Nitekim işlenen her suç açısından etkin pişmanlık suretiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı verilmesi mümkün değildir.
Cezai ortadan kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması için gerekli koşullardan işlenmiş olan suç açısından 5237 saylı Türk ceza kanunda etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiş olması ile ilgili olan hususlardan bahsettik. Burada bahsedilmesi gereken bir diğer husus fail konumunda yer alan kişinin işlemiş olduğu suç bakımından bizzat pişmanlık göstermesidir. 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin birinci fıkrası bakımından etkin pişmanlık sebebiyle Cumhuriyet Savcısı‘nın kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermesi mümkün olabilmesi bakımından öncelikle somut olay açısından etkin pişmanlık koşullarının sağlanması gerekli olmaktadır. Bu yüzden suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi ne mümkün olabilmesi için faili konumunda yer alan kişinin işlemiş olduğu suç nedeniyle bizzat pişmanlık göstermesi gerekli olmaktadır. Uygulama içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişi pişmanlık içerisinde olmasa dahi suçun faili konumunda yer alan kişinin yakınları tarafından mağdur konumunda yer alan kişinin zararının giderilmesi halinde faile etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanıyor olmaktadır. Bu durumda önem teşkil eden durum suçun faili konumunda yer alan kişinin bu bakımdan irade ve isteğini beyan etmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bundan kaynaklı olarak suçun faili konumunda yer alan kişinin davranışları hiç dikkat edilmeden yalnızca zararın giderilmiş olması ve bundan istinaden etkin pişmanlığı şartlarının mevcut olduğunun kabul edilmesi kanun hükümlerindeki düzenlemeye aykırı olmaktadır. Cumhuriyet Savcısı‘nın takdir yetkisini kullanmak suretiyle vermiş olduğu kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani Cumhuriyet Savcısı‘nın takdir yetkisini kullanmak suretiyle vermiş olduğu takipsizlik kararı açısından da aynı husus geçerli olmaktadır. Böyle bir durumda suçun faili konumunda yer alan kişi somut olay açısından etkin pişmanlık hükümleri uygulama bulmasına olanak sağlayan fiilleri bizzat kendisi meydana getirmemiş ise suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak etkin pişmanlık hükümleri uygulama bulamayacaktır. Bununla birlikte soruşturma aşamasında Cumhuriyet Savcısı kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı veremez. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanunu etkin pişmanlık kurumu ile yalnızca fiili iştirak eden diğer faili konumunda yer alan kişilerin yakalanmasını ya da mağdur konumunda yer alan kişinin zararının giderilmesi ne amaçlamakta suçun faili konumunda yer alan kişinin pişmanlığını doğrudan doğruya suçun faili konumunda yer alan kişinin irade davranışlarından meydana gelmiş olmasını aramaktadır.
Cezayı ortadan kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin uygulama bulması için gerekli olan koşullardan işlenmiş olan suç açısından 5237 sayılı Türk ceza kanunu da etkin pişmanlık hükümleri yer verilmiş olması, faili konumunda yer alan kişinin işlemiş olduğu suç açısından bizzat pişmanlık göstermesi ile ilgili olan hususlardan bahsettik burada cezayı ortadan kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması bakımından gerekli koşullardan bahsedilmesi gereken bir diğer durum etkin pişmanlık yükümünün faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak cezasızlık öngörmesidir. 5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde suç tipleri açısından özel olarak düzenlenmiş olan etkin pişmanlık hükümlerine göre bazı suçlar içerisinde faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak cezasızlık öngörülürken bazı suçlar içerisinde ise faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak daha az ceza verilmesi öngörülmüştür. Bundan kaynaklı olarak ancak etkin pişmanlık hükümlerinin Cezasızlık ön görmüş olduğu durumlarda Cumhuriyet Savcısı kovuşturmaya yer olmadığı kararı kıla bilmektedir. Etkin pişmanlık koşullarının meydana gelmesi durumunda suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak verilecek cezadan vazgeçilmesi ve cezanın indirilmesi arasında mahkemeyi takdir yetkisi tanınmış olan suçlar da Cumhuriyet Savcısı aracılığıyla 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin birinci fıkrası bakımından kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı verilmesinin mümkün olması durumu söz konusu değildir. Bahsetmiş olduğumuz hallerde yapılacak yargılama sonucunda takdir yetkisini kullanmak suretiyle cezada indirim yapılmasını veya cezadan vazgeçirmesine karar verecek olan merci hâkim olmaktadır.
5237 Sayılı Türk Ceza Kanununda Cezayı Kaldıran Şahsi Sebep Olarak Etkin Pişmanlık Hükümlerinin Öngörmüş Olduğu Suçlar Nelerdir?
5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde cezayı ortadan kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin ön görmüş olduğu suçlara mevcudiyeti söz konusudur. Bu suçlar Organ veya Doku Ticareti Suçu, Karşılıksız Yararlanma Suçu, İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu, Yalan Tanıklık Suçu, Yalan Yere Yemin Suçu, Suç İçin Anlaşma Suçu, Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı, Değerlerini Aklama Suçu, Parada veya Kıymetli Damgada Sahtecilik Suçları, Rüşvet Suçu, Kullanmak için Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Satın Almak, Kabul
Etmek veya Bulundurmak ya da Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Kullanmak suçu, Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde İmal ve Ticareti suçu ve Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma Suçu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Organ veya Doku Ticareti Suçu
5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde cezayı kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin öngörülmüş olduğu suçlardan bahsedilmesi gereken ilk suç organ ya da doku ticareti suçudur. Organ ticareti suçu beş mi 237 sayılı Türk ceza kanunun 91. maddesi içerisinde hüküm altına alınmıştır. 5237 sayılı Türk ceza kanunu 91. maddesinin ilk fıkrasına göre kişiden dokuzu ya da oradan alınması durumunda suç tamamlanmış olmaktadır. Ancak oradan ya da dokunmasın hukuki bir şekilde geçerli bir rızaya dayanmaması gereklilik teşkil etmektedir. Hukuki bir şekilde geçerli bir rızanın mevcut olması durumunda fiil suç olarak karşımıza çıkmaz. Hukuken geçerli olan rıza ifadesinden amaç organ ya da doku alımının Hukukumuzda mevcut olan hükümlere uygun olmasıdır. Bu hükümler ise 2238 sayılı organ ve doku alınması, saklanması, aşılanması ve nakli hakkında kanun hükümleri içerisinde düzenleme bulmuştur. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 93. maddesi içerisinde sadece doku veya organlarını satan faili konumunda yer alan kişi açısından etkin pişmanlık hükmü öngörülmüş olmaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 93. maddesinin ilk fıkrasına göre doku ya da organlarını satan kişinin resmi merciler tarafından öğrenilmeden daha önce söz konusu olayı yetkili mercilere bildirmek suretiyle suçun faili konumunda yer alan kişilerin yakalanmasını kolaylaştırmış olması durumunda bu kişiyle ilgili olarak ceza verilmeyecektir. Bu bakımdan doku ya da organlarını satan kişinin resmi makamlar haber almadan önce bilgi paylaşması ve bu bilgilerin suçun faili konumunda yer alan kişilerin yakalanmasını kolaylaştırması durumunda Cumhuriyet Savcısı organ ya doku satan kişi ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı verebilir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 93. maddesinin ikinci fıkrası hükümlerine göre resmi makamlar tarafından suç haberin alınmasından sonra doku ya da organ satan faili konumunda yer alan kişinin gönüllü bir şekilde suçun ortaya çıkmasını ve diğer faili konumunda yer alan kişilerin yakalanmasını sağlıyor olması halinde organ ya da dokuz satan kişinin cezası yardımın önemi dikkate alınmak suretiyle dörtte birinden yarısına kadar indirilebilmektedir. Bu hüküm cezanın indirilmesi hususunu öngörmüş olan bir etkin pişmanlık hükmü niteliği taşıdığı için 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin birinci fıkrası uygulama bulamayacaktır. Doku ya da organlarını satan kişi açısından 5237 sayılı Türk ceza kanunun 92. maddesi içerisinde zorunluluk haline yer verilmiştir. Böyle bir durumda dokuyan organlarını satan kişinin ekonomik ve sosyal koşulları göz önünde bulundurmak suretiyle cezasında indirim yapılabileceği gibi söz konusu olan cezadan vazgeçilmesi hususu da söz konusu olabilecektir. Zorunluluk durumuna dair mevcut hüküm de zorunluluk durumunun somut olay açısından koşullarının meydana gelip gelmediğinin değerlendirilmesinin mahkeme tarafından yapılması gerekliliği teşkil etmektedir. Bundan kaynaklı olarak 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin birinci fıkrası uygulama bulamayacaktır.
Karşılıksız Yararlanma Suçu
5237 sayılı Türk ceza kanununun hükümleri içerisinde yer alan cezayı kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin ön görmüş olduğu suçlardan bir diğeri karşılıksız yararlanma suçudur. Karşılıksız yararlanma suçu 5237 sayılı Türk ceza kanunun 163. maddesinde düzenlenmiştir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 168. maddesi hükümleri içerisinde mal varlığına karşı işlenmiş olan suçlar bakımından etkin pişmanlık hükümleri düzenleme bulmuştur. Bu madde kapsam içerisindeki etkin pişmanlık hükümleri suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak verilecek cezada indirim yapılmasını öngörür iken yalnızca karşılıksız yararlanma suçu açısından etkin pişmanlığın şartlarının meydana gelmesi durumunda suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak cezasızlık öngörmüştür. 5237 sayılı Türk ceza kanunu 168. maddesinin beşinci fıkrası içerisinde karşılıksız yararlanma suçunun faili konumunda yer alan kişinin suçu yardım edin veya azmettiren konumunda yer alan kişinin pişman olduğunu gösteriyor suçtan zarar gören kişinin düzel kişilerin ya da bunun zararını soruşturma evresi son bulmadan tümüyle gidermiş olması halinin söz konusu olması halinde suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak dava açılmayacağı ileri sürülmüştür. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 168. maddesinin beşinci fıkrası bakımından etkin pişmanlık koşullarının mevcut olması durumunda Cumhuriyet Savcısı‘nın takdir yetkisi söz konusu olmamaktadır. Öyle ki burada Cumhuriyet Savcısı kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı vermesi zorunluluk teşkil eder. Söz konusu hüküm kovuşturma mecburiyeti ilkesinin istisnası şeklinde düzenlenmiş olan 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin ilk fıkrasına göre istisna oluşturmaktadır. Bundan kaynaklı olarak karşılıksız yararlanma suçu açısından etkin pişmanlık şartlarının meydana gelmesi durumunda kamu davası açılması Cumhuriyet Savcısı‘nın takdir yetkisi içerisinde olmamaktadır.
İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu
5237 sayılı Türk ceza kanunun cezayı kaldıran şahsi sebep niteliği taşıyarak etkin pişmanlık hükümlerinin ön görmüş olduğu suçlardan bir diğeri imar kirliliğine sebep olma suçu olarak karşımıza çıkmaktadır. İmar kirliliğine sebep olma suçundan 5237 sayılı Türk ceza kanunun 184. maddesi hükümleri içerisinde yer verilmiştir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 184. maddesinin beşinci fıkrası içerisinde maddenin ilk ve ikinci fıkraları açısından etkin pişmanlık hali öngörülmektedir. Bu hüküm içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişinin ruhsata aykırı ya da ruhsatsız bir şekilde inşa etmiş olduğu veya inşa ettirmiş olduğu yapıyı ruhsatına ve imar planına uyumlu duruma getirmesi halinde suçun faili konumunda yer alan kişiyle ilgili olarak dava açılmayacağı ileri sürülmüştür. Karşılıksız yararlanma suçu içerisinde mevcut olduğu gibi bu suçu açısından etkin pişmanlık şartlarını meydana gelmesi durumunda kamu davası açılması Cumhuriyet Savcısı’nın takdir yetkisi içerisinde yer almamaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 184. maddesinin beşinci fıkrasının şartlarının meydana gelmiş olması durumunda Cumhuriyet Savcısı kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı verir.
Yalan Tanıklık Suçu
5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde cezayı kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin öngörmüş olduğu suçlar bakımından söz konusu olan suçlardan biri yalan tanıklık suçudur. Yalan tanıklık suçu 5237 sayılı Türk ceza kanununun 272. maddesi hükümleri içerisinde düzenlenmiştir. Bu hükümlere göre hukuka aykırı bir eylemden kaynaklı olarak başkasından bir soruşturma kapsam içerisinde tanık dinleme yetkili kişiye de kurulun önünde gerçeğe aykırı bir şekilde tanıklık yapan kişiye dört aydan bir yıla kadar hapis cezası verilmektedir. Mahkeme huzurunda veya yemin ettirmek suretiyle tanık dinlemeye kanunen yetkili kişi ya da kurul önünde gerçeğe aykırı bir şekilde tanıklık yapan kişiye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilmektedir. Üç yıldan fazla hapis cezası gerekli kılan bir suçun soruşturma ya da kovuşturma kapsamında yalan tanıklık yapmış olan kişiyle ilgili olarak iki yıldan dört yıla kadar hapis cezasına hüküm olunur. Aleyhine bir hususta tanıklık da bulunulan Kişi ile ilgili bir şekilde gözaltına alma ve tutuklama haricinde farklı bir koruma tedbiri uygulama bulmuş isen yüklenmiş olan eğilim işlemediğinden kaynaklı olarak hakkında beraat kararı ya da kovuşturmaya yer olmadığına dair karar yani takipsizlik kararı verilmiş olması şartıyla yukarıdaki duruma göre verilecek olan ceza yarı oranında artırılır. Aleyhi bir duruma tanıklık da bulunulan kişinin gözaltına alınmış olması ya da tutuklanmış olması durumunda yüklenmiş olan eylemi işlemediğinden kaynaklı olarak kendisi ile ilgili beraat kararı ya da takipsizlik kararı verilmiş olması şartıyla yalan tanıklık yapan kişi ayriyeten kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna dair hükümlere göre dolaylı faili şeklinde sorumlu olacaktır. Aleyhine tanıklık da bulunulan kişinin ağırlaştırılmış müebbet hapis ya da müebbet hapis cezasına mahkûmiyeti durumunun söz konusu olması halinde 20 yıldan 30 yıla kadar hapis cezasına hüküm olunması gerekir. Aleyhine tanıklık da bulunulan kişinin mahkûm olduğu hapis cezasının infazına başlanmış olması durumu söz konusu ise altıncı fıkra göre verilecek olan cezada yarısına kadar artırma girilir. Aleyhine tanıklık da bulun olmuş olan kişi ile ilgili olarak öpüş cezası haricinde adli ya da idari bir yaptırım uygulama bulmuş ise yalan tanıklık da bulunan kişi üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması gerekir.
Doktrin hükümleri içerisinde yalan tanıklık suçunun adaletin tesisinde ya da maddi gerçeğin araştırılmasını devletin yargılama eylemlerine karşı bir saldırı niteliği taşıdığı ileri sürülmektedir. Adaletin yanlış tesis edilmesi ihtimalinin söz konusu olması suçun yasal koşulları bakımından yeterlilik teşkil etmektedir. Bundan kaynaklı olarak gerçeğe aykırı tırnak beyanının hükmü esas alınması suçun meydana gelmesi bakımından bir koşu niteliği taşımamaktadır. Gerçeğe aykırı beyandan kaynaklı olarak zararın meydana gelmesi yalnızca verilecek ceza da artırım yapılmasını gerekli kılan nitelikli bir hal olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu suça dair etkin pişmanlık hali 5237 sayılı Türk ceza kanunun 274. maddesi içerisinde düzenleme bulmuştur. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 274. maddesi hükümleri içerisinde söz konusu olan ilk fıkrada aleyhine tanıklık yapılmış olan kişi ile ilgili olarak hak kısıtlamasına veya yoksunluğuna sebep olacak bir karar verilmeden veya hükümden önce suçun faili konumunda yer alan kişinin gerçekleri söylemesi halinde hakkında ceza verilmeyeceği ileri sürülmüştür.
Ceza yargılaması arasında ilk derece Mahkemesi tarafından hüküm teslim edilinceye kadar idari soruşturmalar içerisinde kişi ile ilgili olarak geçici tedbire veya disiplin cezasına karar kılınmasına kadar hukuk yargılamaları içerisinde geçici tedbir ya da hak kaybına sebep niteliği taşıyacak bir karar verilene kadar suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak ceza verilmeyecektir. Bununla birlikte etkin pişmanlık hükmün uygulanabilmesi mümkün olabilmesinin Diğer bir şartı aleyhine tanıklık yapılmış olan kişi ile ilgili olarak gözaltı, tutuklama, adli kontrol gibi hak kısıtlaması ya da yoksunluğunun ortaya çıkamasın sebep olacak özellikte bir karar verilmeden veya hükümden önce gerçeğin söylenmesi durumunun söz konusu olmasıdır. Mevcut olan koşulların yerine getirilmesi durumunda Cumhuriyet Savcısı soruşturma evresi içerisinde 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin ilk fıkrası bakımından yalan tanıklık yapmış olan faili konumunda kişi ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar kılabilecektir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 274. maddesinin ikinci fıkrası ve 5237 sayılı Türk ceza kanununun 274. maddesinin üçüncü fıkrası içerisinde yalan tanıklık da bulunan kişi ile ilgili olarak verilecek ceza da indirim öldürülmek suretiyle hâkimin takdir yetkisi verilmiştir. Bundan kaynaklı olarak Cumhuriyet Savcısını takdir yetkisi içerisinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermesi mümkün değildir.
Yalan Yere Yemin Suçu
5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde cezai ortadan kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin öngörmüş oldu suçlar bakımından söz konusu olan suçlardan bir diğeri yalan yere yemin suçudur.
Yalan yere yemin suçu 5237 sayılı Türk ceza kanununun 275. maddesi içerisinde düzenleme bulmuştur. Öyle ki bu maddeye göre hukuk davalarında yalan yere yemin eden davacı konumunda yer alan kişi ya da davalı konumunda yer alan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilmesi gerekli olmaktadır. Dava ile ilgili olarak hüküm verilmeden önce gerçeğin söylenmiş olması durumunda ceza verilmesi durumu söz konusu olmaz. Hükmün icraya konulmasından ya da kesinleşmesinden önce gerçeği söylenmiş olması durumunda verilecek olan cezanın yarısı indirilir. Yalan yere yemin suçu ile sadece özel hukuk davaları içerisindeki yalan yere yemin de söz konusu olan kişiler ile ilgili olarak ceza öngörülmüş olmaktadır. Sadece hukuk davaları açısından suç olarak düzenlenmesinin en önemli sebebi ceza muhakemesinde farklı bir şekilde yemeğinin hukuk muhakemesi içerisinde bağlayıcı nitelik taşıması, kanuni delil kabul edilmesi ve hukuk muhakemesi içerisinde kanuni delil ve ispat sisteminin uygulanır nitelik taşıması buna rağmen ceza muhakemesi içerisinde serbest delil ve ispat sisteminin uygulanıyor olması olarak karşımıza çıkmaktadır. Yalan yere yemin suçunun tipiklik unsurunu meydana getirmesi bakımından suçun faili konumunda yer alan kişinin bir hukuk yargılaması içerisinde davacı ya da davalı sıfatına sahip olması gereklilik teşkil etmektedir. Suçun faili konumunda yer alan kişinin bu sıfata eylem anında sahip olması yeterli teşkil eder. Yalan yere yemin suçu açısından etkin pişmanlık durumunda 5237 sayılı Türk ceza kanunun 275. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları içerisinde düzenleme söz konusu olmuştur. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanununun 275. maddesinin üçüncü fıkrası içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak verilecek olan cezada indirim öldürülmesi sebebiyle kamu davası açılması açısından Cumhuriyet Savcısı‘nın takdir yetkisi söz konusu olmamaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 275. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde hukuk davasında da var hüküm verilmesinden önce gerçeğin ileri sürülmüş olması durumunda suçun faili konumunda yer alan kişiye ceza verilmeyecektir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 275. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan hükümden amaç hukuk muhakemesinde davaya dair olan son karar olarak karşımıza çıkmaktadır. Kanun metni içerisinde belirtilmemekle beraber etkin pişmanlık hükmünün uygulama Bulmasına mümkün olabilmesi bakımından suçun faili konumunda yer alan kişinin özgür iradesi ile gerçeğin ileri sürülmesi gereklilik teşkil etmektedir. Söz konusu şartların mevcut olması durumunda Cumhuriyet Savcısı soruşturma evresinde 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin ilk fıkrası bakımından yalan yere yemin eden kişi ile ilgili olarak takipsizlik kararı verebilmektedir.
Suç İçin Anlaşma Suçu
5237 sayılı Türk ceza kanununun cezayı ortadan kaldıran şahsi sebep olarak yer vermiş olduğu etkin pişmanlık hükümlerinin öngörülmüş olduğu suçlardan bir diğeri suç için anlaşma suçudur.
Suç için anlaşma suçu 5237 sayılı Türk ceza kanununun 316. maddesi içerisinde hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre söz konusu olan suçun yer aldığı kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde mevcut olan suçlardan herhangi birine elverişli vasıtalarla işlemek üzere iki ya da daha fazla kişi maddi olgular ile belirlenmiş olan bir şekilde anlaşırlar ise suçların ağırlık derecesine göre üç yıldan 12 yıla kadar hapis cezasına verilmesi gereklilik teşkil etmektedir. Amaçlanmış olan suç işlenmeden veya anlaşma dolayısıyla soruşturmaya başlamadan önce bu ittifakta çekilenleri ceza verilmeyecektir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 316. maddesinin ilk fıkrasına göre iki ya da daha fazla kişinin belirtilmiş olan suçlardan birini işlemek amacıyla anlaşmaları suç olarak karşımıza çıkmıştır. Bu suç hazırlık hareketleri cezalandırılması ilkesine bir istisna olarak gündeme gelmektedir. Öyle ki hüküm kararlaştırılmış olan fiilin en azından teşebbüs aşamasında olmasını aramamaktadır. Burada sadece ilgili mi kararlaştırmayı kararlaştırılan suçtan bağımsız bir suç olarak karşımıza çıkmaktadır. Kanun hükümleri sadece kimya daha çok işine belirtilmiş olan suçları işlemeye kararlaştırmasına yeterli görmemiştir. Bununla birlikte elverişli ve vasıtalar ile işlemeleri kararlaştırmaları önem teşkil etmektedir. Kararlaştırılmış olan suç açısından kullanılacak olan vasıtalar elverişsiz nitelikteyse işlenemez suç meydana gelecektir. Suç için anlaşma sonucunda ilişkin etkin pişmanlık durumunun söz konusu olması durumunda 5237 sayılı Türk ceza kanununun 316. maddesinin ikinci fıkrası düzenlenmiştir. Kararlaştırılmış olan suç meydana gelmeden önce veya anlaşma sebebiyle soruşturma başlatılmadan önce bu ittifaktan çekilmiş olan kişiyle ilgili olarak cezaya hükmedilmeyecektir. Öyle ki Cumhuriyet Savcısı soruşturma evresinde etkin pişmanlık şartlarına mevcut olması durumunda ittifaktan çekilmiş olan suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin ilk fıkrası bakımından kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı verebilmektedir.
Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama Suçu
5237 sayılı Türk ceza kanununun düzenlemiş olduğu cezayı ortadan kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümleri öngörmüş oldu suçlardan bir diğeri suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçudur.
Suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçu yani kara para aklama suçu 5237 sayılı Türk ceza kanununun 282. maddesi hükümleri içerisinde düzenlenmiştir. Bu madde hükümlerine göre alt sınırı altı ay ya da daha fazla bir cezasının gerekli kılan bir suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini yurtdışına çıkaran ya da bunların gayri meşru kaynağını gizlemek ya da meşru bir yol ile elde etmiş olduğu konusunda kanaat uyandırmak amacıyla farklı işlemlere tabi tutan Kişi üç yıldan yedi yıla kadar hapis ve 20.000 güne kadar adli para cezası ile cezalandırılması gerekli olmaktadır. Bahsetmiş olduğumuz durumlarda ki suçun işlenmiş olmasına iştirak etmeksizin bu suçun konusunu meydana getiren mal varlığı değerini bu niteliğini bilerek satın alan, kabul eden, bulunduran ya da kullanmış olan kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Bu suçun kamu görevlisi konumunda yer alan kişi tarafından ya da belirli bir meslek sahibi kişi tarafından bu mesleğin icrası esnasında işlenmiş olması durumunda verecek hapis cezası yarı oranında artırılmasıdır. Bu suçun suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün eylemi çerçevesinde işlenmiş olması durumunda verilecek olan ceza bir kat artırılmaktadır. Bu suçun işlenmiş olmasından kaynaklı olarak tüzel kişiler ile ilgili bunlara özgü güvenlik tedbirlerinin hüküm olunur. Suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçu sebebiyle kovuşturma başlamadan önce suç konusu mal varlığı değerlerinin ele geçirilmesini sağlayan ya da bulunduğu yeri yetkili makamlara bildiren ele geçirilmesi ne kolaylaştırmış olan kişiyle ilgili olarak bu hükümler de tanımlanmış suç sebebiyle ceza hükmü alınmayacaktır. Terminolojik bakımdan suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama eğilimi tercih edilmiş ise de uygulama içerisinde suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçu kara para aklama ifadesi olarak kullanılmaktadır. Bu kavram öğreti içerisinde yasal bir nitelik taşımadığı durumda mal varlığı değerlerini yasal şekilde kazanılmış göstermek niyetiyle mevcut varlığın hukuka aykırı kaynağının ve kullanımının gizlenmiş olması bakımından gerçekleştirilmiş olan her türlü eylemin toplumu olarak kullanılıyor olmaktadır. Suçtan kaynaklanmış olan mal varlığını aklama suçunun meydana gelmesine mümkün olabilmesi bakımından önceden işlenmiş bir suçun mevcut olması ile suçtan gelir sağlanması gereklilik teşkil etmektedir. Bu nedenle ön koşul teşkil eden birinci suç işlenmeden suçtan kaynaklanan mal varlığının aklama suçun işlenmesi olası olmamaktadır. İlgili suça dair etkin pişmanlık durumuna 5237 sayılı Türk ceza kanununun 282. maddesinin beşinci fıkrası ile ilgili olan düzenleme içerisinde yer verilmiştir. Suçun faili konumunda yer alan kişinin kovuşturma evresi içerisinde önce suçtan kaynaklanmış olan mal varlığı değerlerinin yetkili konumda yer alan makamlar tarafından ele geçirilmesini sağlayacak her türlü davranışı veya bulunmuş olduğu yeri yetkili mercilere bildirmek suretiyle bu mal varlığının ele geçmesini kolaylaştırması, etkin pişmanlık şartların sağlanması bakımından öngörülmüş olan iki seçimlik harekettir. Bu iki seçimlik hareketten birinin mevcut olması etkin pişmanlık eylemlerinin uygulanması bakımından yeterli teşkil etmektedir. Etkin pişmanlık hükümlerinin şartların sağlanması durumunda soruşturma evresi içerisinde Cumhuriyet Savcısı ön koşul teşkil eden suçu işlemiş olan ancak etkin pişmanlık göstermek suretiyle suçtan kaynaklanan mal varlığının ele geçmesini sağlayan veya bulunmuş olduğu yeri yetkili mercileri bildirmek suretiyle ele geçirmesini kolaylaştıran suçun faili konumunda yer alan kişiyle ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı kılabilir.
Parada veya Kıymetli Damgada Sahtecilik Suçları
5237 sayılı Türk ceza kanununun düzenlemiş olduğu cezayı ortadan kaldıran şahsi sebeplerden etkin pişmanlık hükümlerinin öngörüldüğü suçlardan bir diğeri parada ya da kıymetli damgada sahtecilik suçudur.
Parada ya da kıymetli damga da sahtecilik suçları 5237 sayılı Türk ceza kanunun hükümleri içerisinde düzenlenmiştir. Parada sahtecilik suçu 5237 sayılı Türk ceza kanununun 197. maddesi hükümleri içerisinde, kıymetli damga da sahtecilik suçu 537 sayılı Türk ceza kanununun 199. maddesi içerisinde düzenlenmiştir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 197. maddesine göre parada sahtecilik suçu ile ilgili olan hükümlerden bahsetmemiz mümkündür. Memlekette ya da yabancı ülkelerde kanunen tedavülde bulunmuş olan parayı sahte bir şekilde üreten, ülkeye getiren, nakleden, muhafaza eden ya da tedaviye sokan kişi iki yıldan 12 yıla kadar hapis ve 10.000 güne kadar adli para cezası ile cezalandırılması gerekli olmaktadır. Sahte parayı bilerek kabul eden kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis ve adli para cezası ile cezalandırılır. Sahteliğini bilmeden kabul etmiş olduğu parayı bu özelliğini bilerek tedavüle koyan kişi üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması gerekli olmaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 199. maddesine göre kıymetli damga da sahtecilik suçu söz konusudur. Bu maddedeki hükümlere göre kıymetli damgalı sahte bir şekilde üreten ülkeye getiren, nakil eden, koruyan ya da tedavi ile sokan kişi bir yıldan beş yıla kadar hapis ve adli para cezası ile cezalandırılması gerekli olmaktadır. Sahte bir şekilde üretilmiş kıymetli damgayı bilerek kabul eden kişi üç aydan bir yıla kadar hapis ve adli para cezası ile cezalandırılması gerekli olur. Sahteliğini bilmeden kabul etmiş oldu kıymetli tangoyu bu özelliğini bilerek tedavüle koyan kişi bir aydan altı aya kadar hapis cezasına çarptırılır. Damgalı kâğıtlar damga ve posta pulları ve muayyen bir miktar vergi ya da harcın ödenmiş olduğunu belgelemek amacıyla kullanılmış olan Pullar kıymetli damga niteliği taşımaktadır. Burada bahsedilmesi gereken bir diğer düzenleme 5237 sayılı Türk ceza kanunun 200. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan para ve kıymetli damgaları yapmaya yarayan araçlardır. Öyle ki paralar ile kıymetli damgaların üretiminde kullanılmış olan alet ya da malzemeyi izinsiz bir şekilde üreten ülkeye sokan satan devir eden satın alan kabul eden ya da koruyan kişi bir yıldan dört yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılması gerekli olmaktadır. Parada ve kıymete damga içerisinde sahtecilik suçları daire etkin pişmanlık durumunun söz konusu olması halinde 5237 sayılı Türk ceza kanunun 201. maddesi içerisinde düzenleme söz konusudur. Mevcut olan etkin pişmanlık hükümlerinin uygulama bulması mümkün olabilmesi bakımından tedavüle koyma meydana gelmemiş olsa bile Daha öncesinde üretme, muhafaza etme, ülkeye sokma, nakletme, kabul etme fiillerin mevcut olması ve bu şekilde tamamlanmış bir sahtecilik suçunun meydana gelmesi gereklilik teşkil etmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 201. maddesinin birinci fıkrası hükümlerine göre para ve kıymetli damga sahtecilik suçları kadar öngörülmüş olan seçimlik hareketlerin meydana gelmesini sağlayan suçun faili konumunda yer alan kişinin para veya kıymetli dalgaları dolaşma sokmadan ve resmi makamlar öğrenmeden önce iştirak durumundaki diğer suçun faili konumunda yer alan kişilerime sahte şekilde imal edilen paraya kıymet neden bunların imal edilmiş olduğu ya da gizlenmiş olduğu yerleri yetkili konumda bulunan makamları bildirilmiş olması durumunda bu bildirim sayesinde iştirak halindeki söz konusu diğer suçun faili konumunda yer alan kişilerin bulunması ve sahte şekilde imal edilmiş olan para veya kıymetli damgaların alınmasının sağlanması halinde bu kişi ile ilgili olarak ceza verilmesi mümkün olmaz. Söz konusu etkin pişmanlık şartlarının sağlanmış olması durumunda Cumhuriyet Savcısı soruşturma evresinin neticesinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı kılabilir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 201. maddesinin ikinci fıkrası hükümlerine göre para ve kıymetli damgalar öğretmeyi sağlayan araçlara izin almadan üreten satan devreden ülkeye getiren kabul eden Satın alan ya da koruyup saklayan suçun faili konumunda yer alan kişinin resmi mercilerin haber almasından önce iştirak durumunda olan diğer faili konumunda yer alan kişileri mi söz konusu araçların üretilmiş olduğu ve saklandığı yeri yetkili mercilere bildirmiş olması durumunda ve bu bildirim sayesinde iştirak durumundaki diğer suçun faili konumunda yer alan kişilerin bulunması bu araçların ele geçmesini sağlanması halinde bu kişi ile ilgili olarak ceza verilmesi durumundan bahsetmek mümkün olmaz. Belirtilmiş. Etkin pişmanlık koşulların meydana gelmesi durumunda Cumhuriyet Savcısı soruşturma aşamasında suçun faili konumunda yer alan kişiyle ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermesi mümkün olabilir. Öyle ki Cumhuriyet Savcısı burada takipsizlik kararına hükmedebilir.
Rüşvet Suçu
5237 sayılı Türk ceza kanununun cezayı ortadan kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin öngörmüş olduğu suçlar bakımından söz konusu olan suçlardan bir diğer rüşvet suçudur.
Rüşvet suçu 5237 sayılı Türk ceza kanunun 252. maddesi içerisinde yer alan hükümler de düzenleme bulmuştur. Kanun hükümlerindeki bu düzenlemeye göre görevinin ifası ile alakalı bir iş yapması ya da yapmaması için doğrudan ya da aracılar vasıtasıyla bir kamu görevlisi konumunda yer alan kişiye ya da gösterici farklı bir kişiye fayda sağlamış olan kişi dört yıldan 12 yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Görevinin ifası ile alakalı bir iş yapması ya da yapmaması bakımından doğrudan ya da aracılar vasıtasıyla kendisine ya da göstermiş olunca farklı bir kişi menfaat sağlayan kamu görevlisi de söz konusu olan hükümden belirtilen ceza ile cezalandırılacaktır. Rüşvet hakkında anlaşmaya vurulmuş olmuş durumunun söz konusu olması halinde suç tamamlanmış gibi cezaya hüküm olunması gereklilik teşkil eder. Kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin rüşvet talebinde bulunması ancak bunun kişi tarafından kabul edilmemesi veya kişinin kamu görevlisinin fayda temini hususunda teklif ya da vaatte bulunmasa ancak bunun kamu görevlisi konumunda yer alan kişi tarafından kabul edilmemesi durumlarında suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak bahsetmiş olduğumuz hükümlerdeki Verilmiş olacak ceza yarı oranında indirilir. Rüşvet teklif ya da isteğinin karşıda bulunan kişi iletilmesi rüşvet anlaşmasının meydana gelmesi ya da rüşvetin sağlanması bakımlarından aracılıkta bulunan kişi kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin sıfatını taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın müşterek faili konumunda yer alan kişi olarak cezalandırılacaktır. Rüşvet ilişkisi içerisinde dolaylı olarak kendisine fayda sağlanmış olan üçüncü kişi ya da tüzel kişinin faydasına kabul eden yetkilisi kamu görevlisi sıfatını taşıyıp taşımaması önem teşkil etmeden müşterek faili şeklinde cezalandırılacaktır. Rüşvet alan ya da rüşvet talebinde bulunan veya rüşvet ile ilgili olarak anlaşmaya vuran kişinin yargı görevi yapan hakem bilirkişi noter ya da Yeminli mali müşavir olması durumunun söz konusu olması halinde verilecek ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
Sus konusu olan İsmet herhangi bir kişi ile kamu görevlisi konumunda yer alan kişi arasında meydana gelen ve kamu görevlisi konumunu yılan kişinin yetki alanında ki bir işten kaynaklı olarak diğer kişiden haksız fayda sağlaması neticesi ne meydana getiren bir anlaşma olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu rüşvet eyleminin kamu yönetimi faydalarına vermiş olduğu zararın büyük olmasından kaynaklı olarak anlaşmanın her iki tarafın yani rüşvet veren ve rüşvet olan kamu görevlisinin de cezalandırılması sağlanmaktadır. Rüşvet suçunun söz konusu olması bakımından kamu görevlisi konumunu yerinden kişiye bir fayda sağlanmış veya kamu görevlisi konumunda yer alan kişiye menfaat sağlanması hususunda anlaşmaya varılmış olması önem teşkil etmektedir. Menfaat sağlanmasından amaç kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin hukuksal kişisel veya ekonomik şartların iyileştiren her türlü eğitim olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu elime ifa eden kişi bakımından rüşvet vermek kabul eden kişi açısından ise rüşvet alma suçu meydana gelmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 254. maddesi birinci fıkrası içerisinde rüşvet alma ikinci fıkrası içerisinde rüşvet verme, üçüncü fıkrası içerisinde suça iştirak durumunda olan diğer faili konumunda yer alan kişiler ile ilgili olarak etkin pişmanlık çözümleri söz konusu olmuştur. Her durumda da etkin pişmanlık hükümlerinin meydana gelmesi bakımından kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin rüşvet karşılığında söz konusu işi yapmış ya da yapmamış olmasının bir önemi mevcut değildir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 254. maddesinin ilk fıkrası bakımından rüşveti kabul eden kamu görevlisi konumunda yer alan kişi resmi makamlar tarafından haber alınmadan önce suça konu teşkil eden elime yetkili makamlara aynı şekilde getirmesi halinde bu kişinin, bırak ceza verilmez. Rüşvetin kabul edilmesi bakımından farklı bir kişi anlaşmaya varması halinde kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin resmi makamlar tarafından haber alınmadan önce durumu bildirmesi halinde bu kişi ile ilgili olarak ceza verilmez. Rüşvet alan kamu görevlisi açısından etkin pişmanlık şartlarının sağlanıyor olması için kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin resmi makamlar tarafından haber alınmadan önce suça konu olan edimi yetkili mercilere getirmiş olması gereklilik teşkil etmektedir. Ücretin kabul edilmesi bakımından başka bir kişiyle anlaşan kamu görevlisi açısından etkin pişmanlık şartlarına sağlanabilmesi mümkün olabilmesi için aynı şekilde kamu görevlisi konumunda yer alan kişinin resmi merciler tarafından haber alınmadan önce durumu bildirmesi gereklilik teşkil etmektedir. Mevcut olan etkin pişmanlık şartlarının sağlanması durumunda Cumhuriyet Savcısı soruşturma evresinin neticesinde rüşvet alan kamu görevlisi ya da rüşvet alma hususunda farklı bir kişiyle anlaşmış olan kamu görevlisi konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı verebilir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 254. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde söz konusu olan hükümlere göre rüşvet veren veya bu hususta kamu görevlisi konumunda yer alan kişiyle anlaşmaya vuran suçun faili konumunda yer alan kişinin resmi makamlar tarafından haber alınmadan önce durumu pişmanlık göstermek suretiyle bildirmesi halinde bu kişi ile ilgili olarak ceza verilmez. Rüşvet veren kişi ile ilgili olarak etkin pişmanlık hükümleri uygulanabilmesi mümkün olabilmesi için resmi merciler tarafından haber alınmadan önce durumun bildirilmesi gerektiğini teşkil etmektedir. Belirtilmiş olan etkin pişmanlık koşuluna sağlanması durumunda Cumhuriyet Savcısı soruşturma evresinin neticesinde rüşvet veren kişi ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı kılabilmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 254. maddesinin üçüncü fıkrasında söz konusu olan hükümlere göre suça iştirak durumunda diğer faili konumunda yer alan kişilerin resmi merciler tarafından öğrenmeden önce pişman olduğunu göstermek suretiyle söz konusu durumu yetkili mercilere bildirmiş olması durumunda bu kişi ile ilgili olarak ceza verilmeyecektir. Suça iştirak eden diğer suçun faili konumunda yer alan kişiler açısından da etkin pişmanlık hükümleri uygulanması şartı resmi makamlar tarafından öğrenilmeden önce durumun yetkili konumunda yer alan makamlara bildirilmesi ile söz konusu olmaktadır. Etkin pişmanlık şartlarının sağlanması durumunda Cumhuriyet Savcısı soruşturma evresinin neticesinde rüşvet suçuna iştirak etmiş olan suçun faili konumunda yer alan kişiler ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı kılabilir.
Kullanmak İçin Uyuşturucu Veya Uyarıcı Madde Satın Almak, Kabul Etmek Veya Bulundurmak Ya Da Uyuşturucu Veya Uyarıcı Madde Kullanmak
5237 sayılı Türk ceza kanunun cezai ortadan kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin öngörmüş olduğu suçlardan bir diğeri kullanmak için uyuşturucu ya da uyarıcı madde satın almak, kabul etmek ya da bulundurmak veya uyuşturucu ya da uyarıcı madde kullanmak suçudur.
Uyuşturucu ya da verici madde kullanma suçu 5237 sayılı Türk ceza kanunun 191. maddesi hükümleri içerisinde düzenleme bulmuştur. Bu madde hükümlerine göre kullanmak için uyuşturucu ya da üçüncü madde satın almış olan kullanmak için uyuşturucu ya da uyarıcı madde kabul etmiş olan ya da kullanmak için uyuşturucu ya da uyarıcı madde bulundurmuş olan veya uyuşturucu ya da uyarıcı madde kullanan kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Bu suçtan kaynaklı olarak başlatılmış olan soruşturmada şüpheli konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesi hükümleri içerisindeki şartlar aranmadan beş yıl süre ile kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilebilir. Cumhuriyet Savcısı böyle bir durumun söz konusu olması halinde şüpheli konumunda yer alan kişiye erteleme süresi zarfında kendisinin yüklenen yükümlülüklere uygun davranmamış olduğu ya da söz konusu olan yasaklara aykırı davranmış olduğu durumda kendisi açısından ortaya çıkabilecek sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Erteleme süresi içerisinde şüpheli konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak askeri bir yıl süreyle denetimi serbestlik tedbiri uygulama bulur. Bu süre Cumhuriyet Savcısı‘nın kararı ile üçer aylık süreleri en fazla bir yıl daha uzatıla bilmektedir. Kişi ile ilgili olarak denetimli serbest tedbiri verilmişse gerek görülmüş olması durumunda denetimli serbestlik süresi içerisinde tedaviye tabi kılınabilir. Kişinin erteleme süresi içerisinde kendisine yüklenmiş olan yükümlülükleri ya da uygulanmış olan tedavinin gereklerine aykırı davranmakta ısrar etmesi, tekrar kullanmak için uyuşturucu ve uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi ya da bulunduruyor olması, uyuşturucuya doyurucu madde kullanması durumunda bu kişi ile ilgili olarak kamu davası açılır. Erteleme süresi içerisinde kişinin kullanmak için tekrar uyuşturucuya uyarıcı madde satın alması, uyuşturucu ya da uyarıcı madde kabul etmesi, uyuşturucu ya da uyarıcı madde bulundurması veya uyuşturucu ya da uyarıcı madde kullanması bir önceki husus bakımından ihlal sebebi sayılır ve ayrı bir soruşturma ve kovuşturma konusu niteliği taşımaz. Kişinin erteleme süresi içerisinde hakkında kamu davasının açılmasını gerekli kılacak davranışlar ile ilgili olan hükümlere göre kamu davasının açılmasından sonra bu suçun tekrar işlenmiş olduğu iddiasıyla açılan soruşturmalarda 191. maddenin ikinci fıkrası bakımından söz konusu olan kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararının verilmesi mümkün olmaz. Şüpheli konumunda yer alan kişi erteleme süresi içerisinde 191. maddenin dördüncü fıkrası hükümleri içerisinde belirtilmiş olan yükümlülüklere aykırı davranmadığı ve yasakları ihlal etmemiş olduğu durumda bu kişi ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı kılınır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 188. maddesi hükümleri içerisinde tanımlama bulmuş onu uyuşturucu ya da uyarıcı madde imal ve ticareti, 190. madde hükümleri içerisinde tanımlama bulmuş olan uyuşturucu uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma Suçundan kaynaklı olarak yapılan kovuşturma evresinde suçun münhasıran bu madde kapsam içerisine girdiğinin anlaşılmış olması durumunun söz konusu olması halinde sana konumu duyulan kişiyle ilgili olarak bu madde hükümleri Çar çevresinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını dair karar kılınır. Bu madde aksine düzenleme söz konusu olmayan durumlarda 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun kamu davasının açılmasının ertelenmesi ne dair 171. maddesi ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair 231. maddesi hükümleri uygulama bulur. 191. maddenin birinci fıkrası içerisinde söz konusu olan eylemlerin okul, yurt, hastane, kışla, ya da ibadethane gibi toplu bir şekilde bulunulan bina ve tesisler ile bunların eğer mevcut ise çevre duvarı, tel örgü ya da benzeri engel veya işaretler ile belirlenmiş olan sınırlarına 200 metreden daha yakın mesafe içerisindeki umumi ya da umuma açık yerlerde işlenmiş olması durumunda verilecek olan cezanın yer oranında artırılması gerekli olmaktadır.
5237 sayılı Türk ceza kanununun 192. maddesinde etkin pişmanlık ile ilgili olarak düzenleme bulunmuştur. Öyle ki bu maddeye göre kullanmak için uyuşturucu uyarıcı madde satın alan, kabul eden ya da bulunduran kişi resmi merciler tarafından öğrenilmeden önce bu maddeyi kimden nerede ve ne zaman temin ettiğini makamlara haber vererek suçlu konumunda yer alan kişilerin yakalanmalarını ya da uyuşturucudur cemaatin ele geçirilmesini kolaylaştırır ise bu kişi ile ilgili olarak ceza verilmeyecektir.
5271 sayılı Türk ceza kanununun 191. maddesi hükümleri içerisinde düzenleme bulmuş olan kullanmak için uyuşturucu ya da uyarıcı madde satın almak, kabul etmek ya da bulundurmak veya uyuşturucuya doyurucu madde kullanmak suçu genel sağlık koruma amacı taşıyan bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte diğer uyuşturucu madde suçlarından farklı olarak bireyi sağlığında koruma amacı içerisinde bulunmaktadır. 2014 yılında 6545 sayılı kanun hükümleri ile 5237 sayılı Türk ceza kanununun 191. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde bir değişiklik yapılmış ve bu suça dair yürütülen soruşturmalar içerisinde ve şimdiki 171 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin ilk fıkrasında ki şartlar sağlanmazsın kamu davasının açılmasının ertelenmesi ne karar verilmesine dair bir zorunluluk getirilmiştir. İlgili hüküm içerisinde öngörülmüş olan uyuşturucu doyurucu maddeyi kabul etme bulundurma, kullanma ya da satın alma seçimlik hareketlerinden birinin mevcut olması durumunda suç meydana gelecektir. Seçimlik hareketlerden birden fazla söz konusu olması halinde kanun hükümlerinin birden fazla ihlal edildiği durumu karşımıza çıkmayacaktır. Suç soyut tehlike suçu özelliği taşıdığından eylemin kamu sağlığı açısından tehlike meydana getirip getirmediği araştırılmayacaktır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 191. maddesi bakımından cezasızlık öngörülmüştür etkin pişmanlık hususlarında 5237 sayılı Türk ceza kanununun 191. maddesinde ikinci ve dördüncü fıkraları içerisinde cezada indirim öngörülmüş olan etkin pişmanlık durumunda ise üçüncü fıkrada Düzenleme bulmuştur. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 192. maddesi hükümleri içerisinde ikinci fıkraya göre kullanmak amacıyla uyuşturucu doyurucu madde satın almış olan, kabul etmiş olan veya bulundurmuş olan suçun faili konumunda yer alan kişinin resmi makamlar tarafından öğrenilmeden önce suça konu olan maddeyi almış olduğu yeri maddeyi almış olduğu kişi ve maddeyi almış olduğu zamanı yetkili makamlara bildirmek suretiyle suçun faili konumunda yer alan kişinin yakalanmasını veya bu suça konu olan maddelerin ele geçirilmesini kolaylaştırması halinde suçun faili konumunda yer alan kişiye Ceza verilmez. Resmi makamlar tarafından öğrenilmeden suça konu teşkil eden maddeyi almış olduğu yere kişiye ve zamanına dair bilgilerden en az birinin yetkili konumunda yer alan makamlara bildirmek suretiyle suçlu konumunda yer alan kişilerin yakalanmasını ya da uyuşturucu maddelerin yakalanmasını kolaylaştırması durumunda suçun faili konumunda yer alan kişi etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanır. Mevcut olan etkin pişmanlık şartlarının sağlanmış olması durumunda Cumhuriyet Savcısı soruşturma evresinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı kılabilir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 192. maddesinin dördüncü fıkrası içerisinde suça konu teşkil eden madde kullanmış olan suçun faili konumunda yer alan kişinin hakkında söz konusu suçtan kaynaklı olarak soruşturma yürütülmesinden önce sağlık kuruluşlarına ya da resmi makamlara başvurmak suretiyle tedavi olmayı istemesi durumunda bu kişi ile ilgili olarak ceza verilmesi mümkün olmaz. Resmi makamlar tarafından öğrenilmesinden yani soruşturmanın başlanmasından daha önce suça neden olan maddeyi kullanmış olan kişi suça neden olan maddenin yakalanması veya suçlu konumunda yer alan kişilerin yakalanması için değil tedavi olmak amacıyla yetkili bu konumda yer alan makamlara ya da sağlık kuruluşlarına başvurması durumunun mevcut olması halinde etkin pişmanlık hükmünden yararlanmasından bahsetmemiz mümkün olacaktır. Bu bakımdan Cumhuriyet Savcısı 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin birinci fıkrası bakımından bu kişiyle ilgili olarak soruşturma başlamadan önce sağlık kuruluşlarına ve yetkili makamlara başvurmak suretiyle tedavi olmayı isteyen suçun faili konumunda gelen kişi ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı verebilir.
Uyuşturucu Veya Uyarıcı Madde İmal Ve Ticareti
5237 sayılı Türk ceza kanunun düzenlemiş olduğu cezai ortadan kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin öngörülmüş olduğu suçlardan bir de yeni uyuşturucu ya da uyarıcı madde imal ve ticareti suçudur. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 188. maddesinde uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçu düzenlenmiştir. Bu suç ile korunan hukuki fayda toplum sağlığının özellikle gençliğin sağlığının korunmasına dair kamusal faydadır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 188. maddesinin ilk fıkrasına göre suçun meydana gelmesi bakımından suça konu olan maddeleri imal etme, ithal etme ya da ihraç etme seçimlik hareketlerden birinin ruhsatsız ya da ruhsata aykırı bir şekilde meydana getirilmesi gereklilik teşkil eder. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 188. maddesinin üçüncü fıkrasında suça dair seçimlik hareketler yer bulmuştur. Öyle ki belirtilmiş olan seçimlik hareketlerden biri meydana gelmesi durumunda suç oluşur. Öngörülmüş olan seçimlik hareketli ortak özelliği ülke içerisinde işlenmiş olması ve kullanma karnına bir amaçlı gerçekleştirilmesidir. Uyuşturucu madde ticareti suçlar bakımından cezasızlık Öngören etkin pişmanlık haline 5237 sayılı Türk ceza kanunu 192. maddesinin birinci fıkrasında yer verilmiştir. Bu hükme göre ilgili suça iştirak durumunda olan kişinin resmi makamlar öğrenmeden önce suça iştirak durumunda olan diğer suçun faili konumunda yer alan kişiler ile suça konu olan maddelerin imal edilmiş olduğu ve yasaklanmış olduğu yerlere yetkili konulan kişilere bildirmesi durumunda ve bildirimin suça iştirak etmiş olan diğer faili konumunda yer alan kişilerin yakalanmasını veya suça konu maddelerin ele geçmesini sağlaması halinde bu kişi ile ilgili olarak ceza verilmez. Etkin pişmanlık hükmünün uygulama bulmasının mümkün olabilmesi için suçun faili konumunda yer alan kişinin ilgili suça iştirak etmesi resmi mercilere yapmış olduğu bildirimin resmi makamlar tarafından haber alınmadan önce olması, suça iştirak eden diğer suçun faili konumunda yer alan kişileri ve suça konu olan maddelerin imal edilmiş olduğu ve yasaklanmış olduğu yerleri bildirmesi ve suça iştirak etmiş olan diğer suçun faili konumunda yer alan kişilere ulaşmasını veya suça konu maddelerin ele geçmesini sağlaması gereklilik teşkil etmektedir. Mevcut olan dört şartın meydana gelmesi durumunda Cumhuriyet Savcısı soruşturma evresinin neticesinde uyuşturucu madde ticareti suçlarını iştirak etmiş olan suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermesi mümkündür. Kanun hükümleri içerisinde suça iştirak eden kişi ifadesine yer verilmiş olması etkin pişmanlık halinin yalnızca iştirak durumunda işlenen suçların özgü olduğu suçun faili konumunda yer alan kişinin yalnızca uyuşturucu ya da uyarıcı madde ticareti yapma suçunu işlemesinden sonra etkin pişmanlığı göstermiş olduğu durumda ilgili hükmün uygulanamayacağını göstermemektedir. Öyle ki bu suçu yalnız işleyen suçun faili konumunda yer alan kişinin de etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanması mümkündür.
Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma Suçu
5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde düzenleme bulmuş olan cezayı kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinden görünüş oldu suçlardan bir diğeri suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçudur.
Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu 5237 sayılı Türk ceza kanunun 220. maddesi içerisinde düzenleme bulmuştur. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu açısından cezasızlık öngörmüş olan etkin pişmanlık durumlarına 5237 sayılı Türk ceza kanununun 221. maddesinin ilk dört fıkrası içerisinde düzenleme yapılmıştır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 314. maddesinin üçüncü fıkrasının içerisinde suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna dair diğer hükümlerin silahlı örgüt suçu açısından uygulanacağı ileri sürülmüştür. Bu bakımdan söz konusu etkin pişmanlık hükümleri silahlı örgüt suçu açısından da uygulama bulacaktır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 225. maddesinin beşinci fıkrası içerisinde etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmış olan kişiler ile ilgili olarak zorunlu denetim süresi öngörülmüştür. Kişilerin haklarına sınırlama getirmiş olan denetimli serbestlik tedbiri ancak hâkim tarafından uygulanması mümkün olan bir nitelik taşımaktadır. Cumhuriyet Savcısı‘nın bu tezi ile karar verme yetkisi söz konusu olmadığı için örgütlü suçlar da Cumhuriyet Savcısı 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesi bakımından kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı verme hakkına sahip değildir.
Şahsi Cezasızlık Sebepleri Nelerdir?
Türk ceza hukukunda cezalandırıla bilirlik hususu suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak verilecek cezanın uygulanabilir olmasına karşılık gelmektedir. Cezalandırıla bilirliğin meydana gelmesi bakımından hukuka yasaklanmış bir eylemin gerçekleştirilmiş olması yeterli teşkil etmez. Bunun yanı sıra suçun faili konumunda yer alan kişinin gerçekleştirmiş olduğu fiilden kaynaklı olarak cezadan muaf tutan kişisel bir sebebi olmaması gereklilik teşkil eder. Suçun icrası esnasında mevcut olan ve suçun faili konumunda yer alan kişinin cezalandırılmasına engel teşkil eden nedenlere şahsi cezasızlık nedenleri denmektedir. Kanun hükümleri içerisinde suç şeklinde öngörülmüş olan bir fiilin meydana gelmesine rağmen suçun faili konumunda yer alan kişinin şahsından kaynaklı olarak bazı nedenleri mevcudiyet sebebiyle faili konumunda yer alan kişiye ceza verilmemektedir. Bu durumda eylem suç meydana getirme özelliğini korur nitelik taşımaktadır. Ancak faili konumunda yer alan kişinin eylemden kaynaklı olarak ceza hukuku açısından sorumluluk söz konusu değildir. Söz konusu eylemin haksızlık meydana getirme özelliğinin sürmesi sebebiyle şahsi cezasızlık nedenleri hukuka uygunluk sebeplerinden ayrılmaktadır. Şahsi cezasızlık sebepleri açısından cezalandırılmasının şartı bu sebepleri objektif bir şekilde söz konusu olup olmamasına bağlıdır. Bundan kaynaklı olarak şahsi cezasızlık sebeplerini mevcudiyeti bakımından yanılmanın önemi söz konusu değildir. Faili konumunda yer alan kişiye söz konusu sebeplerin mevcut olduğunu bilmese bile bundan yararlanmaktadır. Objektif cezalandırılabilmesi şartları da şahsi cezasızlık sebepleri gibi tipik, kusurlu ve hukuka aykırılık teşkil eden bir eylemin cezalandırılmasını engeller nitelik taşımaktadır. Fakat objektif cezalandırılabilmesi şartlarını mevcudiyeti cezalandırmayı mümkün kılarken cezayı ortadan kaldıran şahsi nedenleri mevcudiyeti ve şahsi cezasızlık nedenleri cezalandırmamaya olanak sağlamaktadır.
İştirak durumunun mevcut olması halinde işlenmiş olan suçlar da cezayı ortadan kaldıran şahsi nedenler mi şahsi cezasızlık sebepleri yalnızca ilgili oldukları kişi açısından sonuç meydana getirmektedir. Cezayı kaldıran şahsi nedenlerin ve şahsi cezasızlık nedenleri şahsa bağlı nitelik taşımasından kaynaklı olarak file iştirak etmiş olan faili konumunda yer alan kişiler ile ilgili olarak söz konusu hükümlerin uygulama bulmasa olanak dâhilinde değildir. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanunun 40. maddesinin birinci fıkrası içerisinde bu durumu açık bir şekilde yer verilmiştir. Şahsi cezasızlık nedenlerin cezayı ortadan kaldıran şahsi nedenlerden ayıran özellik suç meydana getiren elimin meydana geldiği anda cezalandırma engel sebebin mevcut olmasının gerekliliği teşkil etmesidir. Öyle ki cezayı ortadan kaldıran şahsi sebepler suç meydana getiren eylemin meydana gelmesinden sonra ortaya çıkar ve suçun faili konumunda yer alan kişinin cezalandırıla bilirliğini ortadan kaldırır. Şahsi cezasızlık nedenlerini mevcut olması durumunda suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak hükmü olacak cezanın indirilmesi veya cezaya hükmedilmemesi arasında hâkimin takdir yetkisi tanınmış olan durumlarda Cumhuriyet Savcısı 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesi bakımından kovuşturmaya yer olmadığı kararı veremez. Söz konusu durumlarda suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak yapılacak yargılama neticesinde takdir hakkını kullanacak olan merci hâkim olarak karşımıza çıkmaktadır.
5237 Sayılı Türk Ceza Kanununda Şahsi Cezasızlık Sebeplerinin Öngörmüş Olduğu Suçlar Nelerdir?
5237 sayılı Türk ceza kanununda şahsi cezasızlık sebeplerinin öngörmüş olduğu suçları mevcudiyeti söz konusudur. Bunlar taksirli suçlar da şahsi cezasızlık sebebi, mal varlığına karşı işlenen suçlar da şahsi cezasızlık sebebi, başkasına ait banka ve kredi kartı ile yarar sağlama suçu, yalan tanıklık suçu, suçluyu kayırma suçu, tutuklu, hükümlü ya da suç delillerini bildirmeme suçu, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Taksirli Suçlarda Şahsi Cezasızlık Sebebi
5237 sayılı Türk ceza kanununun içerisinde mevcut olan şahsi cezasızlık sebeplerin öngördüğü suçlardan taksirli suçlar da şahsi cezasızlık sebebi ile ilgili olan durumlardan bahsetmemiz mümkündür. Taksir ile işlenmiş olan suçun sonucunda bizzat suçun faili konumunda yer alan kişi açısından çok ağır bir zarara yol açmış ise ve bu zararın ağırlığı suçun faili konumunda yer alan kişiye ayriyeten bir ceza verilmesine gereksiz kalıyor ise artık suçun faili konumunda yerden kişiye ceza verilmemesi gerektiğine dair görüş mülga kanun dönemi içerisinde ileri sürülmüştür. Bununla birlikte 5237 sayılı kanun hükmü ile bu görüş benimsenmiş ve 5237 sayılı Türk ceza kanununun 22. maddesinin altıncı fıkrası içerisinde hüküm bulmuştur. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 22. maddesi içerisinde yer alan altıncı fıkraya göre taksir ile işlenmiş olan suçun sonucunda yalnızca faili konumunda yer alan kişinin ailevi ve kişisel durumu bakımından artık bir ceza verilmesi gereksiz olacak ölçüde mağdur olmasına sebep olmuş ise suçun faili konumunda yer alan kişiyle ilgili olarak ceza verilmez. Suçun bilinçli taksir ile işlenmiş olması durumunda ise suçun faili konumunda yer alan kişiyle ilgili olarak verilecek ceza yarıdan altıda birine kadar indirilebilir nitelik taşımaktadır. İlgili hüküm suçun faili konumunda yer alan kişinin kusurlu olduğunu veya eylemin hukuka aykırılığını etkileyen ya da ortadan kaldıran bir sebep olmamanın yanı sıra kanun koyucunun benimsemiş olduğu suç politikası gereği cezada indirim sağlanmasını ya da ceza verilmemesine öngörmüş ve şahsi bir neden olarak karşımıza çıkmaktadır. mevcut olan hükmün uygulama bulmasına mümkün olabilmesi bakımından taksir ile işlenmiş bir suç söz konusu olmasa, neticenin yalnızca suçun faili konumunda yer alan kişinin ailevi ve kişisel durumuna etki etmesi ve bu etkinin faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak ceza verilmesini lüzumsuz kılacak şekilde mağdur olmasına sebep olması gerekli olmaktadır. Faili konumunda yer alan kişi bakımından kişisel durumun yanı sıra ailevi durumunda aranması zorunluluk teşkil etmektedir. Bundan kaynaklı olarak iki arkadaş açısından hükmün uygulanması mümkün teşkil etmemektedir. Bununla birlikte suç meydana getiren eğilimin münhasıran faili konumunda yer alan kişi de etki doğrusu gereklilik teşekkür eder. Bu durumda taksir ile işlenmiş olan suçun faili konumunda yer alan kişinin yanı sıra üçüncü kişiler bakımından da etki ortaya çıkarması durumunda 5237 sayılı Türk ceza kanununun 22. maddesinin altıncı fıkrası uygulama bulamayacaktır. Taksir ile işlenmiş olan suçun sonucunda faili konumunda yer alan kişinin mağduriyeti somut olaya göre maddi nitelik taşıyabileceği gibi manevi nitelik taşıyabilir. Basit taksir ile işlenmiş olan suç açısından 5237 sayılı Türk ceza kanununun 22. maddesinin altıncı fıkrası içerisinde belirtilmiş olan koşulların söz konusu olması durumunda Cumhuriyet Savcısı 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin ilk fıkrası bakımından kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı verebilir. Suçun bilinçli taksir ile işlenmiş olması durumunda cezada indirim öldürülmesinden kaynaklı olarak Cumhuriyet Savcısı’nın takdir yetkisi söz konusu olmamaktadır. Farklı bir görüş içerisinde ilgili hüküm şahsi cezasızlık nedeni niteliği taşımamaktadır. Bunun sebebi şahsi cezasızlık nedenleri objektif özellik taşıyıp subjektif bir değerlendirme yapılmasını mümkün kılmamasıdır. Bununla birlikte söz konusu hüküm suçun faili konumunda yer alan kişinin kusuru ile ve eylemin haksızlık ihtivası ile ilgili değildir. Faili konumunda yer alan kişiye ceza verilmesinin onun üzerindeki etkisi önem teşkil etmektedir. Bununla birlikte bu konunun araştırılması gerekir. Ayriyeten şahsi cezasızlık sebepleri suç meydana getiren eylemin gerçekleştirilmiş olduğu anda mevcut olması gereklilik teşkil etmektedir. Burada suçun işlenmesinden sonra meydana gelen neticenin faili konumunda yer alan kişiye etkisi araştırılması gerekir. Bu bakımdan Cumhuriyet Savcısı 5237 sayılı Türk ceza kanunun 22. maddesinin altıncı fıkrasının uygulanması gerektiği kanaatine varır ise 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin ilk fıkrası gereğince takipsizlik kararı veremez. Öyle ki ilgili hüküm yalnızca şahsi cezasızlık sebeplerini veya cezayı kaldıran etkin pişmanlık hallerini mevcudiyeti halinde uygulama bulur nitelik taşımaktadır.
Mal Varlığına Karşı İşlenmiş Olan Suçlar Da Şahsi Cezasızlık Sebebi
5237 sayılı Türk ceza kanununda şahsi cezasızlık sebebi öngörülmüş olan suçlardan biri mal varlığına karşı işlenen suçlar da şahsi cezasızlık sebebidir. Vücut ve yaşam bütünlüğüne karşı işlenmiş olan suçlar içerisinde nitelikli hal olarak düzenlenmiş olan belli dereceye kadar olan akrabalık ilişkisi mal varlığına karşı işlem şuna suçlar açısından cezasızlık ve cezada indirim yapılmasını öngörmüş olan şahsi cezasızlık nedeni olarak düzenleme bulmuştur. Bu suçlara dair şahsi cezasızlık nedenlerine 5237 sayılı Türk ceza kanununun 167. maddesinin ilk fıkrasında yer verilmiştir. Mevcut olan düzenlemenin sebebi faili konumunda yer alan kişinin daha az kusurlu oluşu ya da eylemin daha az haksız içeriğe sahip oluş olarak karşımıza çıkmamaktadır. Bu durumun aksine akrabalık ilişkisinin sağlamış olduğu kolaylıktan yararlanmak suretiyle işlenmesinden kaynaklı olarak daha fazla kusuru ve haksızlık içeriğine sahip bir nitelik taşımaktadır. Ancak suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak şahsi cezasızlık sebebin uygulama bulması ceza yargılaması sebebiyle aile bütünlüğüne karşı meydana gelebilecek olumsuzluklara dair aile içi barışı koruma amacı taşımaktadır. Bununla birlikte yağma ve nitelikli yağma suçları haricinde mal varlığına karşı işlenmiş olan suçlar başlığı altında düzenleme bulan tüm suçların haklarında ayrılık kararı verilmemiş olan eşlerden birinin üstsoy ya da alt soyunun ya da bu dereceyi taşıyan kayın hısımlarından birinin ya da evlat edinen ya da evlatlık konumunda yaralının aynı konu içerisinde beraber yaşayan kardeşlerden birinin zararını olarak işlenmiş olması durumunda ilgili akrabalık ilişkisini taşıyan faili konumunda yaralan kişi ile ilgili olarak cezaya hüküm olunmaması gereklidir. Bu bakımdan Cumhuriyet Savcısı söz konusu şartların mevcut olması durumunda 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin birinci fıkrası bakımından belirtilen akrabalık ilişkisini taşıyan faili konumunda yer alan kişiyle ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığı Kararına yani takipsizlik kararına varır.
Başka Bir Kişiye Ait Banka Ve Kredi Kartı İle Fayda Sağlama Suçu
5237 sayılı Türk ceza kanunu içerisinde şahsi cezasızlık sebebinin öngörüldüğü suçlardan bir diğeri başkasına ait banka ve kredi kartı ile fayda sağlama suçudur. Bir başkasına ait banka ve kredi kartı ile fayda sağlama suçu 5237 sayılı Türk ceza kanununun 245. maddesinin ilk fıkrası içerisinde düzenleme bulmuştur. Söz konusu olan bu düzenleme içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişinin Kartı hangi yollarla ele geçirdiğinin bir önemi söz konusu değildir. Suça konu olan kartın bulunması sıkışmasını sağlamak suretiyle ele geçirilmesi çalınması iptal edilmek üzere verilmesi kullanıldıktan sonra tekrar geri bırakılmak üzere alınması mağdur konumunda yer alan kişinin rızasıyla alınması mağdur konumunda yer alan kişinin kandırılmak suretiyle alınması ya da kartın henüz kullanıcısına ulaşmadan ele geçirilmiş olması arasında herhangi bir farkın mevcudiyeti söz konusu değildir. Ancak suçun meydana gelmesi bakımından kartın elde bulundurulmuş olmasının yanı sıra kart sahibinin izni olmaksızın kullanılması ya da kullandırılması gerekli olmaktadır. İngiliz suça dair şahsi cezasızlık nedenlerini 5237 sayılı Türk ceza kanununun 245. maddesinin dördüncü fıkrası içerisinde hüküm Kılınmıştır. Suçun kendileri ile ilgili olarak ayrılık kararı verilenmemiş eşlerden birinin üstsoya da alt soyunun ya da bu derecede kayın kısımlarından birinin ya da evlat edinen ya da evlatların aynı konu içerisinde birlikte yaşayan kardeşlerden birinin zararını olarak işlenmiş olması durumunda ilgili akrabalık ilişkisine taşıyan fail ile ilgili olarak cezaya hüküm olunmayacaktır bu bakımdan Cumhuriyet Savcısı suskunsun şartların sağlanması durumunda 5271 sayılı ceza muhakemesi kanununun 171. maddesinin birinci fıkrası bakımından söz konusu akrabalık ilişkisini taşıyan faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararını yani takipsizlik kararına verebilmektedir.
Yalan Tanıklık Suçu
5237 sayılı Türk ceza kanununun şahsi cezasızlık sebeplerini Öngören suçlarından biri yalan tanıklık suçudur. Yalan tanıklık suçuna dair şahsi cezasızlık sebeplerini 5237 sayılı Türk ceza kanununun 273. maddesinin içerisinde yer verilmiştir. Söz konusu düzenleme içerisindeki farklı hususun mevcudiyeti durumunda Mahkeme suçun faili konumunda yer alan kişiye ceza vermeyebileceği gibi verecek olan cezada indirim yapma yoluna da gidebilir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 273. maddesinin birinci fıkrasında verilecek olan cezada indirim yapılabileceği gibi ceza vermekten de vazgeçilebilir hükmü ile şahsi cezasızlık nedenleri mutlak değil takdiri bir şekilde düzenleme bulmuştur. Bundan kaynaklı olarak somut olay açısından yeterli şüphe meydana getirecek deliller oluşturulmuş olması ve 5237 sayılı Türk ceza kanunun 273. maddesinin birinci fıkrasındaki şartları mevcudiyeti durumunda Cumhuriyet Savcısı iddianame düzenlemek zorundadır. Suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak öngörülmüş olan ceza indirimine ya da ceza verilmemesine karar kılacak merci hâkim olarak karşımıza çıkmaktadır.
Suçluyu Kayırma Suçu
5237 sayılı Türk ceza kanunun hükümleri içerisinde yer bulmuş olan şahsi cezasızlık sebeplerini Öngören suçlardan bir diğeri suçluyu kayırma suçudur. Suçluyu kayırma suçu 5237 sayılı Türk ceza kanununun 283. maddesinde yer bulunmaktadır. Suçun maddi unsuru bir başka tanımla tipe uygun eğilimi suçun faili konumunda yer alan kişiye yakalama tutuklama gibi osur işlemlerden kurtulması amacıyla olanak vermektedir. Suç işleyen kişinin kan Dökümleri içerisinde belirtilmiş olan usul işlemlerden kurtulmasını sağlayacak her türlü hareket tipik eyleme uygun olarak suçu meydana getirecektir. Kanun hükümlerinde suçlu konumunda yer alan kişi kayırma suçu soyut tehlike suçu olarak düzenleme bulmuştur. Bundan kaynaklı olarak suçun faili konumunda yer alan kişinin ön suçun faili konumunda yer alan kişiye söz edilen amaçlardan birine dair herhangi bir imkân sağlaması durumunda suç meydana gelecektir. Suçun faili konumunda yer alan kişinin bu imkânlarından yararlanması ya da belirtilmiş olan usul işlemlerden kurtulması zorunluluk teşkil etmemektedir. Önemli olan durum faili konumunda yer alan kişinin söz edilmiş olan amaçlar ile suçun faili konumunda yer alan kişiye herhangi bir imkân sağlaması olarak karşımıza çıkmaktadır. Suçlu konumunda yer alan kişiyi kayırma suçu açısından şahsi cezasızlık nedenlerini 5237 sayılı Türk ceza kanununun 283. maddesinin üçüncü fıkrası içerisine yer verilmiştir. Suçun altsoy, üstsoy kardeş, eşya da suçun diğer suçun faili konumunda yer alan kişi tarafından işlenmiş olması durumunda cezaya dair bir hüküm kılınmayacağı ileri sürülmüştür. Bundan kaynaklı olarak seçimlik olarak yer verilmiş olup en az birinin söz konusu olması durumunda hükmün uygulanması açısından yeterlilik söz konusu olacaktır. İlgili hükmün uygulanması bakımından mahkemenin bir takdir yetkisi söz konusu değildir. Bundan kaynaklı olarak Cumhuriyet Savcısı soruşturma evresinde şahsi cezasızlık nedenlerini mevcudiyeti durumunda suçluyu kayırma suçunu işleyen faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak takipsizlik kararı verme niteliği taşımaktadır.
Tutuklu, Hükümlü Ya Da Suç Delillerini Bildirmeme Suçu
5237 sayılı Türk ceza kanunun şahsi cezasızlık sebeplerini ön görmüş olduğu suçlardan bir diğeri tutuklu, hükümlü ya da suç delillerini bildirmeme suçudur. Tutuklu ya da hükümlü konumunda yer alan kişinin yerini bildirmeme suçu 5237 sayılı Türk ceza kanununun 284. maddesinin birinci fıkrası içerisinde suç delillerinin yerini bildirmeme suçu ise 284. maddenin ikinci fıkrası içerisinde hüküm altına alınmıştır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 284. maddesinin birinci fıkrasında kanun koyucu hükümlü konumunda yer alan kişi olan ya da hakkında tutuklama kararı söz konusu olan kişilerin mevcut oldukları yere bilmeleri halinde adli makamlara bildirme yükümlülüğü getirmekle birlikte bunu aykırı bir şekilde kasten ihmali hareketle bulunan kişilerin eylemine suç olarak nitelendirmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 284. maddesinin ikinci fıkrası bakımından başka kişilerden gizlenmiş olan ve daha önce işlenmiş olan bir suça ilişkin eser ya da delillerin gizlenmiş olduğu yeri bilmesine rağmen bildirmemiş olması tipik eylem bakımından yeterlilik teşkil etmektedir. Ayriyeten suçun faili konumunda yer alan kişinin söz konusu eser ya da delilleri gizlemiş olan kişilerin kim olduğunu da bilmesi koşul olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu suçlar açısından şahsi cezasızlık nedenlerini 5237 sayılı Türk ceza kanununun 284. maddesinin üçüncü fıkrasına yer verilmiştir. Suçun altsoy, üstsoy, kardeş ve eş bakımından işlenmiş olması durumunda faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak ceza hükmü olunmaz. Bu bakımdan şahsi cezasızlık sebeplerini söz konusu olması halinde Cumhuriyet Savcısı soruşturma evresinin neticesinde ilgili suç işleyen faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı kılabilir.
Suç Delillerini Yok Etme, Gizleme Ya Da Değiştirme Suçu
5237 sayılı Türk ceza kanununun hükümleri içerisinde yer bulmuş olan şahsi cezasızlık sebeplerinin öngörüldüğü suçlardan bir diğeri suç delillerini yok etme, gizleme ya da değiştirme suçudur. Suç delillerini yok etme, gizleme ya da değiştirme suçu 5237 sayılı Türk ceza kanununun 281. maddesi içerisinde yer bulmaktadır. Suçun sübutu bulması bakımından suçun faili konumunda yer alan kişinin gerçeklerin ortaya çıkmasının önüne geçmesi amacıyla belirtilmiş olan seçimlik hareketlerden birini meydana getirmesi yeterlilik teşkil etmektedir. Suça konu olan delillere ulaşılması suçun faili konumunda yer alan kişi tarafından engellenmemiş olsa bile suç meydana gelecektir. İlgili suça dair şahsi cezasızlık sebebi 5237 sayılı Türk ceza kanununun 281. maddesinin ilk fıkrasının son cümlesi içerisinde düzenleme bulmuştur. Öyle ki işleyişi iştirak ettiği ya da kendi işlemiş olduğu suçla ilgili olarak bu kişiyi bu suçtan kaynaklı olarak ceza hükmü olunmaz. Suçun faili konumunda yer alan kişi istemiş olduğun ya da işlenişine iştirak etmiş oldu suçun ortaya çıkmasını engellemek amacı ile belirtilmiş olan seçimlik hareketli meydana getiren faili konumunda yer alan kişiye ceza verilmeyecektir. Bu bakımdan soruşturma evresinin neticesinde Cumhuriyet Savcısı kovuşturmaya yer olmadığı kararı yani takipsizlik kararı verebilmektedir.