Yalan Tanıklık

Yalan Tanıklık Suçu Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlıklı dördüncü kısmının adliyeye karşı suçlar başlıklı ikinci bölümünün 272. maddesinde yalan tanıklık suçu düzenlenmiştir. Hukuka uygun olmayan bir eylem sebebi ile başlatılmış olan bir soruşturma içerisinde tanık dinlemeye yetkili kişi ya da kurul önünde gerçeğe uygun olmayan şekilde tanıklık da bulunan kişi dört aydan bir yıla kadar hapis cezasına çarptırıl. Mahkeme önünde veya yemin ettirerek tanık dinlemeye yetkili konumda yer alan kişi ya da yetkili kurul önünde yalan Tanıklık yapan kişiye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.

Üç yıldan fazla hapis cezasını gerekli kılan bir suçun soruşturma ya da kovuşturması kapsam içerisinde yalan tanıklık da bulunan kişi ile ilgili olarak iki yıldan dört yıla kadar hapis cezasına hükme olunur. Aleyhine tanıklık da bulunulan kişi ile ilgili olarak gözaltına alma ve tutuklama haricinde farklı bir koruma tedbiri uygulama bulmuş ise yüklenmiş olan eylemi işlemediğinden kaynaklı olarak hakkında beraat kararı ya da kovuşturmaya yer olmadığına dair karar kılmış olması şartıyla Belirtmiş olduğumuz verilecek olan ceza yarı oranında artırma tabi olur.

Aleyhine tanıklık da bulun olmuş olan kişinin gözaltına alınması ya da tutuklanması durumunda yüklenmiş olan eylemi işleme dinden kaynaklı olarak kendisi ile ilgili beraat kararı ya da kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olması şartı ile yalan tanıklık da bulunan kişi ayriyeten kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna dair hükümlere göre dolaylı faili olarak sorumluluk altında olur. Aleyhine tanıklık da bulunmuş olan kişinin ağırlaştırılmış müebbet hapis ya da müebbet hapis cezasına mahkûm edilmesi durumunda 20 yıldan otuz yıla kadar hapis cezasının hüküm olunur. Aleyhine tanıklık da bulunmuş olan kişinin mahkûm olduğu hapis cezasının infazına başlanmış ise bir önceki cezanın yarı oranında artırımına gidilir.

Aleyhine tanıklık da bulunulmuş olan kişi ile ilgili olarak hapis cezası haricinde adil ya da idari bir müeyyide uygulama bulmuş ise yalan tanıklık yapan kişi üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına çarptırılır.

Yalan Tanıklık Suçu ile Korunan Hukuki Değer Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun 272. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan yalan tanıklık suçunun suç olarak düzenlenmesi ile adaleti, adliyeye dair değerlerin koruma altına alındığı söylenebilir. Yalan tanıklık da bulunulması maddi gerçeği ulaşamama tehlikesine beraberinde getirir. Bundan kaynaklı olarak adaletin yanlış tecelli etmesine sebep olur. Öyle ki yalan tanıklık suçu ile adliyenin yanlış yola sevk edilmek suretiyle adli mercilerin yanıltılmasının önüne geçirmek istenmişse bundan kaynaklı olarak yargılamanın işleyişinin Doğrulu kurulmak istenmiştir. Burada altını çizmek gerekir ki gerçeğe aykırı bir şekilde yalan tanıklık yapılması ile bireylerin bir suç isnadı altında kalması durumunun mevcudiyeti söz konusu olabilir. Bu açıdan suç tipinin ihdası ile bireylerin masum sayılma haklarının da koruma altına aldığını söylememiz mümkündür. Kanun koyucu 272. maddenin dördüncü ile sekizinci maddelerinde aleyhine gerçeğe aykırı tanıklık da bulunulan kişiler ile ilgili olarak bazı koruma tedbirleri ya da müeyyidelerin uygulanması bakımından daha cezaları düzenlemiştir.

Yalan Tanıklık Suçunun Unsurları Nelerdir?

Fiil

5237 sayılı Türk ceza kanununun 272. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan yalan tanıklık suçunda yasaklanan eylem gerçeğe aykırı tanıklık yapmaktır. Gerçeğe aykırı bir şekilde tanıklık yapmak, yalan söylemek ya da tanıklığın konusunu meydana getiren durumlar ile ilgili olarak doğru bilgiyi kısmen ya da tamamen saklamak, gizlemek, gerçeğe uygun olmayan beyanlarda gerçeğe aykırı beyanlar eklemek halinde yapılması mümkündür. Yalan söylemek ibaresi gerçeği inkâr etmeyi de içerisinde barındırır. Gerçeğe aykırı tıkanıklığın hangi şekilde yapıldığının bir önemi mevcut değildir. Olguların gerçeğe aykırı olarak anlatılıyor olması, kısmen ya da tamimiyle gizlenmesi, saklanması her ne şekilde meydana gelirse gelsin bu suç ortaya çıkarır. Bundan dolayı suç serbest hareketli bir nitelik taşır. Suçun meydana gelmesi için, gerçeğe aykırı tanıklığını, tanıklık yapılmış olan olguya da olaylar ile ilişkili bir nitelik taşıması gerekir. Tanıklıkta mevcut olan olaya dair doğru beyanda bulunan ancak olguların haricinde kalan konularda yalan beyanda bulunan kimse, diğer koşullarda ortaya çıkmış ise, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan dolayı sorumluluk altında olur. Öyle ki Tanığın, kimliğine dair olarak yalan beyanda bulunması durumunda resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu ortaya çıkar.

Alman ceza kanunu hükümleri içerisinde yalan tanıklık suçu taksir ile işleniş şekli düzenlemeye tabi olduğundan doktrin içerisinde beyanın gerçekliği ile ilgili objektif ve sübjektif teorilerin mevcudiyeti söz konusu olmuştur. Objektif teori içerisinde Tanığın beyanı objektif bir şekilde gerçek ile uyumlu değilse bu bayan yalan beyan olarak nitelendirilmeye tabi olur. Böyle bir durumda suçun faili konumunda yer alan kişinin beyanının objektif gerçeklik ile uyumlu olmadığını bilerek hareket Edip etmemesi önem teşkil etmez. Tanığın beyanı objektif gerçekler ile uyuşmuyor ise suçun maddi unsurlarının meydana geldiği kabul edilir. Fakat gerçeğe aykırılığın bilip bilmemesi hatta düzenleme tarafından sonucu ulaşılmasını gerekli kılar. Taksirli sorumluluk hali de saklı bir niteliktedir.

Sübjektif teori içerisinde katı Sübjektif teori ve yükümlülük teorisini barındırır. Katı sübjektif teori içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişinin sadece beyanının yalan olduğunu biliyorsa cezalandırılacağını belirtir. Söz konusu teoriye göre suçun faili konumunda yer alan kişi beyanının yalan olduğunu düşünüyor ise yalan olarak tanımlanması. Böyle bir durumda suçun maddi unsurlarının ortaya çıkmadı kabul görülür. Yükümlülük teorisi içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişi beyanın gerçeğe aykırı olduğunu biliyor ise kasti bir şekilde işlenmiş yalan tanıklık suçundan cezalandırılacağına barındırır. Öyle ki suçun faili konumunda yer alan kişinin beyanda bulunmuş olduğu olguların gerçeğe uygun olduğunu bilme ile ilgili bir yükümlülüğü söz konusu ise kasten yalan tanıkların cezalandırılmış olduğu maddi unsurlar meydana gelecek ancak taksirle gerçeğe aykırı beyanda bulunma eyleminden kaynaklı olarak hükümler uygulama olacaktır.

Maddi gerçeğin meydana gelmesine etkide bulunan her türlü durumun gerçeğe aykırı şekilde anlatılması açıklanması bu suçu ortaya çıkarır. Yargıtay kararlarında da bunu örnek durumları mevcudiyeti söz konusudur. Bir karar içerisinde sanık konumunda yer alan kişinin iki ayrı hukuk davasında aynı taşınmaza dair geminin beyanlarında taşınmaz Maliki konumunda yer alan kişinin kimliği ile ilgili farklı bilgiler vermek biçimindeki eyleminin yalan tanıklık suçunu oluşturacağına dair hüküm kullanmıştır.

Olgulara dâhil olup ta maddi gerçeğin meydana gelmesine etki de bulunmayan farklı bir ifadeyle adliye yanlış yola yönlendiren bir özellik meydana getirmeyen beyanlar bakımından yalan tanıklık suçunun meydana gelmeyeceği kabul görülür. Öyle ki bu durumda eylem korunan kökü değer tehlikeye sokmamaktadır. Yargıtay’ın bir kararı içerisinde sanığın yasak silah taşıma cürüm ün de tanık niteliği ile dinlenmesini gerekli olmadığı ve bilgisini saklamasının da hükmü etkileyecek bir nitelik taşımakta ve suçla korunan dere zarar vermeyin ya da onları tehlikeye düşürme elverişli mi bundan kaynaklı olarak suçun ihlal edici boyutunun bulunmadı gözetilmeden hükümlülük kararı verilmesi Bozma niteliği taşırmıştır.

Suç ifadelerin sorgunun son bulması ile tamamlanır. Böyle bir durumda beyanların tamamının hukuki anlamda tek hareket niteliği taşıdığı kabul görülür. Suçun eylem unsuru içerisinde değerlendirilmesi gerekli olan tanıklığa dair bir kısım özel durumların suça etkisi ne incelemek gerekir. Özellikle sanık dinlemeyi yetkili mercilerin saptaması Tan’ın usulüne uygun çağrılması, tanıklık yapma mecburiyeti tanıklıktan çekinme Tanığın doğruyu söyleme yükümlülüğü, Tanığın yemin verilmesi gibi durumlar suçun maddi unsurlarının göz önünde bulundur olmasında, önem teşkil eden konulardır.

Burada ilk olarak tanık dinlemeye yetkili merciler ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Gerçeği aykırı tanıklık da bulunmanın, tanık dinlemeye yetkili kişi ya da kurul önünde yapılması gerekir. Yemin ettirmek suretiyle tanık dinleme yetkili konumda yer alan kişi ya da yetkili konumda yer alan kurul önünde gerçeğe aykırı tanıklık yapılmasa, 272. maddenin ikinci fıkrası içerisinde daha ağır Ceza gerekli kılan nitelikli hal olarak kabul görmüştür. Öyle ki ceza soruşturma ve kovuşturmalarında tanıklık yapılması mümkün olabileceği gibi medeni muhakeme, idari ya da disiplin soruşturmalarında da tanıtsın yapılması mümkün nitelik taşımaktadır. Böyle bir durumda 4483 sayılı kanun hükümlerine göre ön soruşturma yapmakla görevlendirilmiş olan kişiler, idari yaptırım gerekli kılan eylemleri soruşturan ve tanık dinleme yetkili kılınmış olan kişiler, disiplin soruşturması yapılma ile görevlendirilmiş olurlar. Tahkim hükümleri gereği hakemler önünde yapılmış olan yalan tanıklıklar birinci fıkraya göre cezalandırılmaya tabi olur. Hukukumuzda polisin tanık dinleme yetkisi düzenlenmemiştir. Soruşturmanın polis tarafından yürütülen aşamalarında ifade sahibi sıfatıyla bilgisine başvurulan kişinin gerçeğe aykırı beyanları bu suçu meydana getirmez. Bir Yargıtay kararı içerisinde adli görevlerinden kaynaklı olarak polislerin olayla ilgili görgüsü olan kişileri ifade sahibi sıfatıyla dinlemeleri, onlara tanık sıfatını vermemekte ve yasa içerisindeki tanıkla dair hükümlerin uygulanmasını gerekli kılmaktadır. Böylece doktrin içerisinde belirtildiği üzere kulun tanık dinleme yetkisi söz konusu olmamaktadır. Ceza soruşturması içerisinde 5271 sayılı hükümler uyarınca polisin tanık dinleme yetkisinin söz konusu olmaması ve incelenen dosya içerisinde hükümlü konumunda yer alan kişinin polise vermiş olduğu ifade dayalı olarak kamu davasının açılması durumunda suçun meydana gelmediği gözetilerek Berat hükmü kurulması yerine yükümlülüğüne karar verilmiş olması bir bozma nedeni sayılmıştır.

Burada 5237 sayılı Türk ceza kanununun 272. maddesi ile ilgili olarak bahsetmemiz gereken bir diğer önemli husus tanığın usulüne uygun çağrılması ve dinlenmesidir. Ceza muhakemesi kanununun 43. maddesi bakımından tanıklar çağrı kâğıdı ile çağrılması gerekir. Söz konusu çağrı kâğıdının içerisinde gelmemenin sonuçları ilgili kişiye bildirilir. Tutuklu işlerde tanıklar bakımından zorla getirme kararının verilmesi mümkündür. Karar yazısı içerisinde bu yoldan getirilmenin sebepleri gösterilir ve bunlara çağrı kâğıdı ile gelen tanıklar bakımından işlem uygulanır. Tanığın çağrılması, telefon, telgraf, elektronik posta gibi araçlardan faydalanılmak vasıtası ile yapılır. Fakat çağrı kâğıdı içerisine bağlanmış olan sonuçlar bu durumu ortaya çıkarmaz. Gerçeğe aykırı tanıklık gerçeğin inkâr edilmesi, gerçeğin kısmen ya da gizlenmesi içerisinde barındırır. Tan’ın usulüne uygun bir şekilde Çağırılmaması veya usulüne uygun beyanın mevcut olmaması durumlarında yapmış olduğu yalan tanıklıktan kaynaklı olarak suç meydana gelip gelmeyeceği tartışma konusu sayılmaktadır. Yargıtay’ın bu durum ile ilgili olan bir karar içerisinde sana yükletilmiş olan suça sanığın da katılmasından kaynaklı olarak tanıklık etmeden mi ant içmeden çekilme hakkı söz konusu olmasına rağmen hükme göre gerekli kurallar yapılmadan dinlendiğinin anlaşılması karşısında öngörülmüş olan yönteme göre dinlenmeyen sanığa yükletilmiş olan yalan tanıklık suçun önkoşulları meydana gelmediğinin gözetilmemesinden dolayı bozma kararı verilmiştir. Bu kadar içerisinde Yargıtay tanığın usulüne uygun bir şekilde dinlenilmesini, yalan tanıklık suçunun ön koşulu olduğunu belirtmiştir. Doktorun içerisinde Tan’ın usulüne uygun olarak çağırılmasını suçun maddi unsurları etki eden bir durum niteliği taşımadığı, bu durumun soruşturmaya gelmeyen tanı tanıklık ödevini yerine getirmemesinden kaynaklı olarak ceza muhakemesi kanununda öngörülen yaptırımların uygulanması mümkün olabileceğinin ön koşulu ortaya çıkardığı belirtilmiştir. Diğer yandan usulüne uygun bir şekilde çağrılmış olmasına rağmen Tanığın beyanının alınmasından önce, tanık dinlemeye dair gerekli usul işlemlerin yapılmadan tanık olarak dinlenen mi yalan tanıklık yapan kişinin eyleminin suçun meydana getirip getirmeyeceği tartışmalı bir nitelik taşımıştır. Tanığın usule uygun bir şekilde Çağırılmaması ya da dinlenilmemesi, tanık sıfatını hukuken kazanılmasına engel teşkil etmemektedir. Usulü eksiklik ve yanlışlıkları mevcut olmasına rağmen tanık olarak ifade veren kişi doğru söyleme yükümlülüğü altındadır. Usule uygun şekilde çağırmamış olan ve dinlenmemiş olan kişinin yalan tanıklık yapılması eylemin haksızlık niteliğini ortadan kaldırmaz. Bundan kaynaklı olarak usulüne uygun bir şekilde Çağırılmaması veya usulüne uygun dinlenilmemesine rağmen duruşmaya gelmek suretiyle tanıklık da bulunan ve onlara dair yalan beyanda bulunan kişinin eyleminin yalan tanıklık suçunu ortaya çıkaracağı belirtilmiştir. Ancak suç ve ceza politikasından kaynaklı olarak 270’in cumartesi günü içerisinde tanıklıktan çekilme hakkı mevcut olmasına rağmen bu hakkı kendisine hatırlatılmadan gerçeğe aykırı bir şekilde tanıklık yapılmış olması şahsi cezasızlık ya da cezanın azaltılmasını gerekli olan sebep olarak öngörülmüştür.

5237 sayılı Türk ceza kanununun 272. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan yalan tanıklık suçundan bahsedilmesi gereken bir diğer önemli husus tanıklık yapma zorunluluğu ve tanıklıktan çekinmedir. Ceza muhakemesi hukuku içerisinde tanıkların yapılması zorunluluk teşkil eder. Tanıklık kamusal bir görev olarak karşımıza çıkar. Bundan kaynaklı olarak ceza muhakemesi kanununun 44. maddesi hükmü içerisinde usulüne uygun bir şekilde çağrılıp da mazereti olmadan gelmeyen tanıkların zorla getirilmesi ve gelmemelerini neden olduğu giderlerin takdir edilerek kamu alacaklarının Tahsil usulüne göre ödettirilmesi gerekli olmuştur. Benzer bir durum 6100 sayılı hukuk muhakemeleri kanunu hükümleri içerisindeki 245. madde içerisinde mevcut olmuştur. Öyle ki kanlı günler içerisinde gösterilmiş olan hükümler saklı kalmanın yanı sıra tanıklık için çağrılmış olan her kişinin gelme mecburiyeti vardır. Usulüne uygun bir şekilde çağrılmış olmasına rağmen mazereti olmadan gelmeyen kişi zorla getirtilmektedir. Bununla birlikte usulüne uygun olarak çağrılmış olmasına rağmen mazereti olmadan gelmeyen kişiler gelmemesine neden olduğu giderleri ve 500 TL’ye kadar disiplin para cezasına çarptırılmaktadır. Zorla getirtilmiş olan tanık ilk olarak gelmemesinin haklı nedenini bildirir ise aleyhine hükmü dönüş olan giderler birisinin para cezası kaldırılmaktadır. Tanıklık yapma mecburiyetinin istisnası ne tanıklıktan çekinme ortaya çıkarmaktadır. Tanıklıktan çekinme, nişanlılık, evlilik, akrabalık ilişkileri ve meslekten kaynaklı olarak meydana gelir. Öyle ki cumhurbaşkanı kendi takdiri ile tanıklıktan çekilme hakkına sahiptir. Tanıklık yapmak istemesi durumunda beyanı konutunda alınması mümkün olur ve yazılı bir şekilde gönderilmesi mümkün olur. Şüpheli ya da sana nişanlısı, evlilik bağı kalmasa dahi şüpheli ya da şüphelinin kan hısımlığından ya da kayın hısımlığından üstsoy ya da altı soyu, şüpheli de sanığa üçüncü derece dâhil olan kan ya da ikinci derece dâhil kaynaşsınlar, şüpheli yasanın aralarında evlatlık bağı mevcut olanlar tanıklıktan çekilme hakkına sahiptir. Avukatlar ya da stajyerleri ya da yardımcılarının, bu sıfatları dolayısı ile ya da yüklenmiş oldukları yargı görevi nedeniyle öğrenmiş oldukları bilgilerden ilgilinin rızası söz konusu olsa dahi tanıklıktan çekilme hakkına sahiptirler. Hekimler, diş hekimleri, eczacılar, Ebeler ve bunların yardımcıları ve diğer tüm tıp meslek ya da sanatları mensuplarının bu sıfatlarından kaynaklı olarak hastaları ve bunların yakınları ile ilgili olarak öğrenmiş oldukları bilgiler ile mali işlerde görevlendirilmiş bu şairler ve noterlerin bu sıfatlarından kaynaklı olarak hizmet vermiş oldukları kişiler ile ilgili olarak öğrenmiş oldukları bilgilerden dolayı tanıklıktan çekilme hakkına sahiptirler. Tanık kendisi ya da ceza muhakemesi kanununun 45. maddesinin ilk fıkrası içerisinde gösterilmiş olan kişileri ceza kovuşturmasını unutabilecek özellikte olan sorulara cevap vermekten çekinme hakkına sahiptir. Tana cevap vermekten çekilmesinin mümkün olabileceği daha önceden bildirilmektedir. Tanıklıktan çekilmesi mümkün olan kişileri dinlenmeden önce tanıklıktan çekinmelerinin mümkün olacakları bildirilir. Bu kişiler dinlenirken de her zaman tanıklıktan çekilme hakkına sahiptirler. Öyle ki ceza muhakemesi kanunu hükümleri içerisinde öngörülmüş olan bu durumlar tanıklıktan çekilme hakkına sahip olan kişilerin yalan tanıklık da bulunma hakkını vermez. Kanun hükümleri içerisinde öngörülmüş olan bu durumlar kişinin yakınlarını suçlayıcı beyanda bulunma hakkı, bazı mesleklerin getirmiş olduğu saygınlığın korunması, meslek sırlılarının açığı çıkarılmaması gibi bir kısım ilke ve gayeler nazara alınmak suretiyle tanıklıktan çekilme durumları düzenlemeye tabi olmuştur. Ancak bahsetmiş olduğumuz bu durumlarda tanıklık görevi icra ediliyor ise Tanığın gerçeği anlatımı yükümlülüğü ortadan kalkmayacaktır. Kanun koyucu bu kişilere yalan tanıklık suçundan kaynaklı olarak ayrıcalık tanımamıştır.

Fail

5237 sayılı Türk ceza kanununun 272. merkezi içerisinde düzenlenmiş olan yalan tanıklık suçu faili konumunda yer alan kişi tanık sıfatı ile dinlenilen kişi olarak karşımıza çıkar. Suçun faili konumunda yer alan kişi olmanın mümkün olabilmesi için tanık sıfatı arandığında bu suç özgü bir nitelik taşır. Bazı suçlar bizzat harekete geçen kişi tarafından işlenmesi mümkün nitelik taşır. Bu tür suçlara doktor içerisinde yalnızca işlenebilen suçlar denilir. Öyle ki bizzat işlenmesi mümkün olan suçlar doğrudan tek bir suçun faili konumunda yapılan kişi tarafından işlenmesi mümkün olacağından budur suçlara müşterek faili olarak iştirakin olasılığından bahsetmemiz mümkün değildir. Özgü suçlara iştirak de mevcut olduğu gibi tek başına işlenen suçlara iştirak eden kişiler de azmettiren ya da yardım eden sıfatıyla sorumluluk altında kalabilirler. Yalan tanıklık suçu içerisinde gerçeğe aykırı tanıklık, tek başına ya da yalnızca tanık sıfatına sahip olan kişiler tarafından yapılması mümkün nitelik taşıdığından bu suç özelliği itibarıyla tek başına işlenmesi mümkün olan bir suçtur. Bu yüzden yalan tanıklık suçuna iştirak eden kişiler azmettiren ya da yardım eden olarak sorumluluk altındadırlar. Hem ceza muhakemesi içerisinde hem de medeni muhakeme içerisinde kural olarak herkesin tanık olması mümkündür. Akıl hastaları, çocuklarda tanıklık ettiği olguları algılama ve bunları aktarma yeteneğine sahip oldukları ölçüde tanıklık sıfatına haizdirler. Yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ya da akıl zayıflığından kaynaklı olarak tanıklıktan çekilmenin önemine anlaması mümkün olacak durumda olmayan kişiler kanuni temsilcilerinin rızaları ile tanık olarak dinlenmesi mümkündür. Kanuni temsilci şüpheli ya da sanık ise bu kişilerin çekilmeleri konusunda karar verilmesi mümkün değildir. Medeni muhakeme içerisinde davaya taraf olmayan her kişi tanık niteliğine sahip olabilir. Ceza muhakemesi içerisinde sanığın savunma hakkı, susma hakkı ya da kendisi aleyhine delil verme hakkı kapsamı içerisinde olaya dair gerçeğe aykırı beyanda bulunması olasıdır. Öyle ki sınıf kendini savunma refleksi ile hareket etmek suretiyle olgulara dair yalan beyanda bulunabilir. Bu yüzden sanık, tanık statüsü niteliği taşımayacağından kendisine isnat edilmiş olan suç ile ilgili gerçeğe aykırı beyanların bu suçun meydana getireceği kabul görülemez. Sanığın aynı dava içerisinde yargılandıkları diğer bir sanığın eylemi ile ilgili olarak gerçeğe aykırı beyanlarda bulunması da yalan tanıklık suçunu ortaya çıkarmaz. Buna rağmen sanık diğer bir sanığın işlememiş olduğunu bildiği halde cezalandırılması maksadı ile ona yapılan bir eylem isnadında bulunur ise bu takdirde iftira suçu ortaya çıkar.

Ceza muhakemesi kanununun 50. maddesi içerisinde belirtilmiş olan, soruşturma ya da kovuşturma konusu suçlara iştiradan kaynaklı olarak ya da bu suçlardan dolayı suçluyu kayırmaktan ya da suç delillerini yok etme, gizleme ya da değiştirmekten şüpheli, sanık ya da hükümlü niteliğine haiz olanların yeminsiz bir şekilde tanık sıfatıyla dinlenmiş olduğu durumlarda bu kişilerin beyanı tanık beyanı özelliği taşıyacağından, yalan tanıklık suçunun faili konumunda yer alan kişi niteliğine sahip olacakları kabul görülür. Çünkü bu durumda şüpheli ya da sanık, tanığı dair hükümlere tabi nitelik taşıyacak ve somut olaya dair doğruyu söyleme yükümlülüğü altında olacaktır. Fakat böyle bir durumda olgulara dair yapılacak olan tanıklıktan kaynaklı olarak kişinin kendini suçluyor olabileceği bir durum mevcut ise bu durumda yapılan gerçeğe aykırı tanıkların suç meydana getiremeyeceği kabul görülmesi gerekir. Örneğin Ahmet ile Mehmet’in müşterek faili olarak işlemiş oldukları dolandırıcılık suçundan kaynaklı olarak yapılan yargılamada Mehmet’in tanık sıfatıyla dinlenmesi esnasında Ahmet’in eylemine dair yapılacak tanıklık, kendisi aleyhine bir olgunun açıklanmasına neden olabileceğinden kaynaklı olarak bu durumda yapılan yalan tanıkların suç meydana getirmeyecek kabul edilmesi gerekir. Bu durum şüpheli veya sanığın susma hakkı ve kendi aleyhine deli vermeme hakkının bir gereği olarak karşımıza çıkar.

Ceza muhakemesi içerisinde suçun mağduru, çoğu zaman olayın en yakın görgü tanığı konumunda olsa da mağdur konumunda yer alan kişinin beyanı teknik olarak tanık veya olarak nitelendirilemeyecektir. Fakat mağdur konumunda yer alan kişinin mağdur ya da müşteki sıfatıyla değil tanık sıfatıyla dinlenmiş oldu durumlarda mağdur açısından sana da hükümler uygulama olmayacağından bu durumlarda suçun mağduru konumunda yer alan kişinin de yalan tanıklık suçunu işlenmesi mümkün nitelik taşıyabilecektir.

Mağdur

5237 sayılı Türk ceza kanununun 272. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan yalan tanıklık suçunun da mağdur toplumu oluşturan her bir iyidir. Yalan tanıklık suçu ile adliye ilişkin değerler koruma altına alınmış olduğundan yalan tanıklıktan kaynaklı olarak toplumu meydana getiren her birey mağdur niteliği taşır. Fakat gerçeğe aykırı tanıklık yapılması durumu dar anlamda bireylerin mağdur olmasını sevkiyat vermektedir. Böylece 272. madde hükmü içerisinde mevcut olan ağırlaşmış haller meydana geldiğinde toplumu meydana getiren her bireyin yanında bir bireyin de mağduriyetinden bahsedilmesi gerekir. Böyle bir durumda tek bir gerçeği aykırı tanıklık sonucunda birden fazla kişinin mağduriyeti meydana gelmişse ayni neviden fikri içtima hükümleri uygulama bulur.

Netice

Kanun koyucu 5237 sayılı Türk ceza kanununun 272. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan yalan tanıklık suçunun ortaya çıkması için hareketin yapılmasını yeterli görmüştür. Bu yüzden hareketten bağımsız bir netice aramamıştır. Böylece yalan tanıklık suçu sırf hareket suçu niteliği taşımaktadır. Yalan tanıklık ile adli makamların yine atılmak suretiyle adaletin yanlış tecelli etmesine neden olunması gerekli olmaz. Suçlu herhangi bir zararın ortaya çıkması aranmadığından bu suç soyut tehlike suçu niteliği taşır. Yalan tanıklık yapılması suçun meydana gelmesi için yeterli teşkil etmesine rağmen temel durumların mevcudiyetini söz konusu olması yalan tanıkların sonuç itibari ile ağırlaşmış haline ortaya çıkarır. Öyle ki 272. maddenin dördüncü ile sekizinci fıkraları içerisinde belirli neticelerin ortaya çıkması daha ağır cezayı gerekli kılar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir