Mala zarar verme suçu 5237 sayılı Türk ceza kanunu özel hükümler başlıklı ikinci kitabının, kişilere karşı suçlar başlıklı üçüncü kısmının, mal varlığına karşı suçlar başlıklı Onuncu bölümü içerisinde 151. maddede yer almıştır. 151. maddedeki mala zarar verme suçuna göre başka bir kişinin taşınır ya da taşınmaz malını kısmen ya da tamamen yıkan, tahrip eden, yok eden, bozan kullanılmaz bir duruma getiren ya da kirleten kişi, suçun mağduru konumunda yer alan kişinin şikâyeti üzerine dört aydan üç yıla kadar hapis ya da adli para cezasına çarptırılır.
5237 sayılı Türk ceza kanununun 152. maddesi içerisinde mala zarar verme suçunun nitelikli halleri düzenlenmiştir. Öyle ki mala zarar verme suçu kamu kurum ve kuruluşlarına ait olan, kamu hizmetine tahsis edilmiş olan ya da kamunun yararlanmasına ayrılmış olan yer, bina, tesis ya da diğer eşya hakkında işlenmiş olması durumunda suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak Bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilmesi gerekir. Mala zarar verme suçu yangın, sel ve taşkına, kazaya ve diğer felaketlere karşı korumaya tahsis edilmiş olan her türlü eşya ya da tesis hakkında işlenmiş olursa suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilmesi gerekir. Mala zarar verme suçu devlet ormanı statüsündeki yerler dışında, nerede bulunursa bulunsun, her şekilde dikili ağaç, fidan ya da bahçe bu ile ilgili olarak işlenmiş olursa suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilmesi gerekir. Mala zarar verme suçu sulamaya, içme sularının sağlanmasına ya da afetlerden korumaya yarayan tesisler ile ilgili olarak işlenmesi durumunda suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilmesi gerekir. Mala zarar verme suçu grev ya da lokavt durumlarında işverenlerin ya da işçilerin ya da işveren veya işçi sendika ya da konfederasyonların Maliki olduğu ya da kullanımında olan bina, tesis ya da eşya hakkında işlenmesi durumunda suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir. Mala zarar verme suçunun siyasi partilerin, kamu kurumu özelliğindeki meslek kuruluşlarının ve üst kuruluşlarının Maliki olduğu ya da kullanımında olan bina, tesis ya da eşya hakkında işlenmiş olması durumunda suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir. Mala zarar verme suçunun sona ermiş olsa dahi görevinden ötürü intikam almak amacıyla bir kamu görevlisinin zararını olarak işlenmesi durumunda suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir.
Mala zarar verme suçunun yakarak, yakıcı ya da patlayıcı madde kullanmak suretiyle işlenmiş olması durumunda suçun faili konumunda yer alan kişiye verilecek olan ceza bir katına kadar artırılması gerekir. Mala zarar verme suçunun toprak kaymasında, Çığ düşmesinde, sel ya da taşkına sebep olmak suretiyle işlenmiş olması durumunda suçun faili konumunda yer alan kişiye verilecek olan ceza bir katına kadar artırılması gerekir. Mala zarar verme suçunun radyasyona maruz bırakmak suretiyle, nükleer, biyolojik ya da kimyasal silah kullanmak suretiyle işlenmesi durumunda, verilecek olan ceza bir katına kadar artırılması gerekir. Mala zarar verme suçunun işlenmesi neticesinde haberleşme, enerji veya demiryolu ya da havayolu ulaşımı alanında kamu hizmetinin geçici bir şekilde aksaması durumunda verilecek olan ceza yarısından iki katına kadar artırılması gerekir.
Mala Zarar Verme Suçu Nedir?
Günümüz hukukunda herhangi bir eylemin suç niteliği taşıyarak meydana gelmesinde o eylemin cezaya tabi olduğu hususu ve suçla korunan hukuksal değer ekseninde değerlendirme yapılması görüşü mevcuttur. Öyle ki herhangi bir suç tipinin meydana gelmesinin sadece bir hukuksal değeri kurmak amacıyla yapılabilmesi kabul edilir. Burada hukuksal değer her suç tipi bakımından o suç tipinin hukuki konusunu ortaya çıkarır. Hukuksal değer ceza hukuku içerisinde suçların meydana gelmesi bakımından önem teşkil etmektedir. Bunun yanı sıra mevcut olan suçların tasnifi, yorumlanması ve uygulanması bakımından da önem teşkil eder. Bu bakımdan mala zarar verme suçu açısından suçun hukuki konusunda incelemek gereklilik teşkil verme suçunun konusu bir başka kişiye ait taşınır ya da taşınmaz bir mal olarak karşımıza çıkmaktadır. Malikin kendi malını zarar vermesi durumunda mala zarar verme suçu meydana gelmez. Burada mal ifadesinden anlaşılması gereken bir yer işgal eden tüm maddelerdir. Malın katı, sıvı, gaz halde olması önem teşkil etmez. Yalnızca malın az da olsa maddi ya da manevi değer taşıması gereklidir. Öyle ki bir kişi için manevi değeri olan bir şeyin zarara uğratılması da bu suçun meydana getirir. Bundan kaynaklı olarak ekonomik bir zarar ile mal varlığına ilişkin bir zarar birbirinden ayrılır. Mal bir başkasının mülkiyeti içerisinde bulunan taşınır ya da taşınmaz maldır. Mal kavramının tanımlaması içerisinde Doktrinde birbirinden farklı görüşlerin mevcudiyeti söz konusudur. Bir görüş içerisinde mal kavramını ceza hukukunun amacını genel bir şekilde kurmuş olduğu hukuksal değerler içerisinde ceza hukukunun has bir şekilde tanımlanmasının gereklilik teşkil ettiği ileri sürülmektedir. Bir başka görüş içerisinde mal kavramının medeni kanun hükümlerine göre belirlenmesinin gerektiği ileri sürülmektedir. Bir başka görüş içerisinde ise bu sorun her olayda ve kavram içerisinde ayrı ayrı çözümlenmesi gerekmektedir. Kanuni hükümler de bir başkasına taşınır ya da taşınmaz malı ibaresi kullanılmıştır. Bundan kaynaklı olarak mala zarar verme suçunda malın iki özelliği söz konusu olmaktadır. İlk olarak hukuki anlamda taşınır ya da taşınmaz bir eşya söz konusu olmalıdır. İkinci olarak ise bu iş ya bir başka kişiye ait bir nitelik taşımaktadır. Öyle ki mala zarar verme suçu işlendiği mal 5237 sayılı Türk ceza kanununun 151. maddesinin ilk fıkrasında belirtilmiş olan başkasına mülkiyetinde bulunan ekonomik ya da manevi değeri olan taşınır ya da taşınmaz mal, ikinci fıkrasında belirtilmiş ise başkasına ait canlı hayvan olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada mala zarar verme suçları hem taşınır hem taşınmaz malları hem de hayvanları kapsamına alabilir iken diğer mala karşı işlenmiş olan suçların konusunu sadece taşınır malların olduğunu görüyoruz. Hırsızlık suçunda taşınmaz mal suçun konusu olamamaktadır. Bunun sebebi hırsızlık da esas olan bir malın bir yerden farklı bir yere götürülmesi karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple mala zarar verme suçu meydana gelebilmesi için malın taşınır ya da taşınmaz olması fark etmemektedir. Ancak devlet ormanı niteliğindeki yerlerdeki ağaçlar orman kanunu ile Atatürk’ü temsil eden büstü, heykel ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkında kanun, kültürel varlık ve tabiat varlıkları kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanunu ile korunmuş olduklarından mala zarar verme suçunun konusunu konusu taşıyamazlar. ile kişinin sahip olduğu mal ile bu mal arasındaki fayda ilişkisi zarara uğratılmaktadır. Mala zarar verme suçunun dayanmış olduğu esas sadece menfaat fikri niteliği taşımayıp aynı zamanda bazı maksatlar ile bir başkasının malına tahrip ya da imha etmekle sahibine kadar verilmesi konusundaki ihtiraslar olarak karşımıza çıkar. Mala zarar verme bir barbarlık suç olarak Karşımıza çıkar. Çünkü suçun faili konumunda yer alan kişi de kendisine bir fayda sağlamak niyeti söz konusu değildir. Mala zarar verme suçunda suçlu da işlenmiş olan fiil neticesi elde edilen zevk ve fayda meydana gelmektedir. Öyle ki mala karşı işlenen diğer suçların hepsinin mala zarar verme suçundan ayrılmasındaki sebebin diğer suçlar da gayrimeşru ya da maddi bir fayda sağlamak niyetinin olduğu söylenmektedir. Mala zarar verme suçunda böyle bir durum söz konusu değildir. Mülkiyet hakkı, ilk Çağlar’dan beri hukuk düzeninin çizmiş olduğu genel çerçeve içerisinde kişiye, bir malla insan arasındaki fayda ilişkisinin tüm gerçekleştirilmiş biçimlerini bir gedik olarak veren önem teşkil eden bir haktır. Bu yetkiler içerisinde kural olarak sadece malik bir mali kullana bilmektedir. Onun semerelerinden faydalanması mümkündür ve onun üzerinde tasarrufta bulunması mümkündür. Böylece sadece malik, mala zarar verme ve neticede malın maddeye bünyesine son verme yetkisine sahip olmaktadır. Bu kuralı koymasından sonra hukuk, bunun aksine davranışları da yaptırma bağlamaktadır. Söz konusu yaptırım sisteminin en üstünde bulunan ceza hukuku kendi alanı bakımından mülkiyet, hırsızlıktan yağmaya kadar geniş bir suç kataloğu içerisinde ele almış ve çeşitli yaptırımlar ile kurmak istemiştir. Malın maddi bilgisine zarar verilmesinin sadece Maliki bir yetki olarak tanınmasının doğal bir neticesi olarak bu yetkinin tecavüzden korunması da hırsızlık gibi diğer bazı suçların yanı sıra mala zarar verme suçuyla sağlanmıştır. Öyle ki mala zarar verme suçu ile korunması amaçlanmış olan hukuksal değer mülkiyettir. Bunun sebebi mala zarar verme suçunda belirtilmiş olan eylem tipleri ile üzerindeki mülkiyet hakkı mevcut olan bir eşya da malikin mülkiyet hakkının kendisine sağlamış olduğu yetkileri karşı bir tecavüz de bulunulmaktadır. Maliki fiil öncesinde mal ile arasındaki fayda ilişkisine zarar verilmektedir. Öyle ki bu suçun işlenmesi ile mülkiyet hakkının Maliki verdiği bu yetkilerin eylem öncesindeki gibi kullanılmasının önüne geçilmektedir. Öğreti içerisinde mala zarar verme suçu 5237 sayılı Türk ceza kanununda düzenleme bulmanın yanı sıra eski kanun olan 765 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde mal varlığına karşı işlenen suçlar başlığı altında inceleme bulmuştur. Mala zarar verme suçunda korunan hukuksal diğer insanların mal varlıklarıdır. Ülkemizde özellikle bu suçun en fazla işlenen suç türü olduğunu söylemek mümkündür. Toplum içerisinde mülkiyet kalbi hususunda korkuya ve güvensizliği sebep olması bakımından önemli nitelik taşımaktadır.
Burada bahsedilmesi gereken önemli bir husus mala zarar verme suçu bakımından mülkiyetin anlamıdır. Mülkiyet hakkı, siyasi iktidarların sınırlandırılması bakımından paralel bir şekilde meydana gelen insan hakları içerisinde bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki bunun ortaya çıkması ilk uygarlıklara kadar uzanmaktadır. Pozitif alana yansıması 1789 yılındaki Fransız insan ve yurttaş hakları bildirgesi ile meydana gelmiştir. Fransız İhtilali’nden sonra yayınlanmış olan bu bildiri mülkiyet hakkının evrensel ve doğal bir hak olduğunu belirtmekte ve devletin amacının insanların haklarını korumak olduğunu ileri sürmektedir. Türk dil kurumu içerisinde mal kavramı bir kimsenin ya da bir tüzel kişinin mülkiyet altında bulunan, taşınır ya da taşınmaz varlıkların tümü olarak açıklanmaktadır. Mülkiyet sahiplik olarak tanımlama bulmaktadır. Mallar taşınır, taşınmaz, misli, misli olmayan, basit, birleşik, sahipli, sahipsiz, kamu mülkiyetine ait, özel mülkiyeti ait şeklinde sınırlamalara tabi olabilmektedir. Mal ve mülkiyet kavramlarını karşı meydana gelen eylemlere dair himaye, asıl olarak medeni hukuk içerisinde söz konusu olmaktadır. Medeni hukuk içerisinde ele alındığında mal kavramı maddi bir mevcudiyeti olan, üzerinde hâkimiyet kurmaya elverişli, sınırlarını bilen, ekonomik bir değer taşıyan, insan ve kişilik varlıkları haricindeki her şey olarak tanımlanması mümkün nitelik taşımaktadır. İnsan cesede mülkiyet kapsam içerisinde ifade edilmediğinden sadece bilimsel çalışmalar amacı ile saklanan ceset parçaları mala zarar verme suçunun konusu niteliği taşıyabilir. Mali kullanma, maldan yararlanma ve maldan tasarruf etme yetkisine sahip olmayan mülkiyet hakkı, mal üzerinde fiilen tasarruf sahibi olmaya ise Zilyetlik denmektedir. Öyle ki mülkiyet hakkı, mal üzerinde hukuki, Zilyetlik ise eylemi bir hâkimiyete sahip olmak olarak Düzenlemektedir. Mülkiyet en genel tanımı ile eşya üzerinde en geniş yetki sağlayan ayni haktır. Bu bakımdan öncelikle mülkiyet hakkı eşya adı verilmiş olan maddi varlıklar üzerinde meydana gelebilir. Bir diğer durum olarak mülkiyet hak kategorisi içerisinde ayni haklar içerisinde açıklama bulur. Ayni hak bir şey üzerinde doğrudan doğruya hâkimiyet sağlamış olan ve her kişiye karşı ileri sürülmesi mümkün olan hak olarak karşımıza çıkmaktadır. Böyle bir durumda mülkiyet hakkı bir ayni hak olması sebebiyle her şeyden önce birbiriyle yakından ilişkili iki unsur bünyesi içerisinde barındırır. İlk olarak mülkiyet hakkının sahibine eşya üzerinde doğrudan doğruya hâkimiyet sağlaması durumu karşımıza çıkar. Öyle ki hak sahibinin hakkını kullanmasına mümkün olabilmesi için hiç kimsenin aracılık etmesi gerekli değildir. Yani hak sahibinin bu hakkın kendisine vermiş olduğu yetkiye kullanmasına mümkün olabilmesi için birisinden bir işlemi yerine getirmesini talep etme zorunluluğu söz konusu değildir. İkinci olarak mülkiyet hakkı bunu ihlal edebilecek her kişiye karşı ileri sürülebilir bir hak niteliği taşımaktadır. Her kişi bu hakka uyma, onu ihlal etme yükümlülüğü altında bulunmaktadır. Bu bakımdan mülkiyet hakkı her şeyden önce hak kategorisi içerisinde mutlak haklar içerisinde mevcuttur. Eşya üzerinde, sözleşmeden meydana gelen nisbi haklar mülkiyet hakkından farklılık teşkil etmektedir. Öyle ki kiracılık hakkı taşınmazlar üzerinde tapuya Şerh edilmek suretiyle etkisi kuvvetlendirilmemiş olduğu takdirde herkese karşı ileri sürülmesi mümkün olan bir hak niteliği taşımamaktadır. Mülkiyet hakkı, kişiye eşya üzerinde en geniş yetki veren ayni hak niteliği taşımaktadır. Bu niteliği ile diğer ayni haklardan ayrılır. Türk medeni kanununun 683. maddesi içerisinde yer alan hükümlere göre malik hukuk düzeninin çizdiği sınırlar içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarruf da bulunma yetkisine sahip olmaktadır. Öyle ki mülkiyet hakkı kuruldu şey üzerinde Maliki, hukuk düzeninin çizmiş olduğu genel sınırı içinde o mali kullanma, o maldan ve özellikle malın getirilerinden faydalanma ve mal üzerinde hukuki ya da maddi dilediği gibi tasarruf da bulunma yetkisi vermektedir. Mülkiyet kavramı içerisinde mali BÜTÜNLEYİCİ parçaları, doğal ürünleri, eklentileri mevcuttur. Ancak sınırlı ayni haklar da bu yetkilerin tamamının hak sahibinde mevcut olması söz konusu olmamaktadır.
Burada mala zarar verme suçu ile ilgili olarak bahsedilmesi gereken bir diğer husus mülkiyet haricindeki hakların korunmasıdır. Mülkiyet hakkı insanın hukuk sistemi içerisinde mevcut olan en temel haklarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat mülkiyet bir hak niteliği taşısa da ileri sürmüş olduğu anlam malik açısından ona ait olduğu beyanı hukuk öncesinde de mevcut olan doğal bir beyandır. Böylelikle mülkiyet Özü itibari ile hukuk öncesi bir hak ve inceliği taşımaktadır. Hukuk sadece kişinin beyanlarına karşılık vererek onu kendi sistemi içerisinde meşrulaştırmaya gitmiştir. Ancak sınırlı ayni haklar ve ak etten meydana gelen nisbi haklar hukukla birlikte doğan haklardır. Bunlar birer zorunlu etkisi ile hukuk düzeni tarafından ortaya getirilmek zorunda kalınmış hukuki icatlar olarak karşımıza çıkar. Sınırlı ayni haklar mülkiyet hakkına sahip olduğu ve insanın doğası içerisinde mevcut olan sahip olma güdüsünün tezahürü olarak dualı korkusuna karşı tamamı ile yapay olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun sonucunda bu haklar hukuk düzeninin, sosyal ve ekonomik gelişmenin ortaya çıkarmış olduğu çeşitli problemleri getirmiş olduğu cevapların ürünleri olarak meydana gelmişlerdir. Aslında sınırlı ayni haklar ve alacak hakları, mülkiyet hakkının sahip olduğu doğal yetkileri bir an için Maliki’nin elinden alan haklar olmamaktadır. Sınırlı ayni haklar mülkiyetin malik olan kişiye vermiş olduğu yetkileri ortadan kaldırmamaktadır. Onlar Maliki’nin yetkilerini sınırlandıran onun sıkıştıran nitelik taşımaktadırlar. Bu bakımdan ancak haklarıyla yakın ismi nitelik taşıyan eşya ile ilgili diğer haklarla karşılaştırıldığında daha kuvvetli bir şekilde kendini gösterir. Bunların mülkiyet hakkına etkisi daha sınırlı bir nitelik taşımaktadır. Bu bakımdan sınırlı ayni hak ya da şahsi hak sahibinin bilinci açısından malın kişiye ait olduğu ifadesi kullanılmaz. Sınırlı ayni haklar bunların süresi ne bu nitelikte bir sahiplenme anlayışı vermemektedir. Bunların üzerinde sınırlı ayni hak mevcut olan malın Maliki konumunda yer alan kişiye de malın kendisine ait olmayıp başkasına ait olduğu anlayışını yüklemez. Bu durum malını kiralamış olan kişi ile kiracı arasındaki ilişki de de ortaya çıkar. Mala zarar verme suçu ile sınırlı ayni hakların ya da alacak haklarının sadece mülkiyet hakkını kurmuş olduğu iddiası mevcut olsa da malda ortaya çıkan zarar dolayısıyla sınırlı ayni hak ya da alacak hakkı sahibinin de ciddi bir mal varlıksal zarara uğraması durumu söz konusu olabilmektedir. Bu zarar çoğu zaman Maliki’nin uğramış olduğu zarar ile karşılaştırılması mümkün olabilecek boyutta olabilir. Bazı durumlarda malikin uğrayacağız zararı aşması da mümkündür. Ancak mala zarar verme suçu ile sınırlı ayni hakların ya da alacak haklarının değil, sadece mülkiyet hakkının korunması ileri sürülmesi de yine kendisine mala zarar verme suçu ile şahısların mal varlığının değil bizzat eşyalar ile olan yetki ilişkilerinin kurulu olgusu içerisinde bulunmaktadır. Mala zarar verme suçlarından mülkiyet koruma altına alınmaktadır. Mülkiyetin korunmasındaki amaç malın değerinin düşürülmesi ya da yok edilmesine karşı eşyanın değerinin korunmasıdır. Öyle ki herhangi bir mal Maliki’nin mal varlığı bakımından tamamen değersiz nitelik taşısa yani sadece manevi diğer taşısa bile mala zarar verme suçu ile kurulması mümkündür. Kanun koyucunun bu suç ile Maliki’nin tüm mal varlığını değil mülkiyeti kurmasının doğal neticesi olarak Maliki’nin mal varlığını da meydana gelen her zarar değil sadece üzerinde mülkiyet hakkı mevcut olan malının maddeyi bünyesinde ortaya çıkan zarar, mala zarar verme suçu bakımından önem teşkil eder. Öyle ki bu malın Maliki’nin mal varlığı içinde söz konusu olduğu ekonomik değer önem teşkil etmemektedir. Malın manevi değerinin mevcut olması da suçu ortaya çıkarabilir. Kanun koyucu, mala zarar verme suçu bakımından mala verilen zararın Maliki’nin ekonomik varlığını olan etkisini değil, bizzat suçun konusu olan o malın önemi değerinin uygulanacak yaptırımının şiddetini belirlenmesinde dikkate alınmasını benimsemektedir. Sözleşmeden meydana gelen alacak haklarının mala zarar verme suçu ile korunması önerisi çok ciddi farklı bir sorunu meydana çıkarır. Eşya üzerinde birçok hak sözleşmeden meydana gelir. Bunlar genel olarak alacak hakkı olarak ifade edilmektedir. Öyle ki bir mal üzerindeki kiracılık hakkı kira sözleşmesinden, ariyet alan olma sıfatı ariyet sözleşmesinden meydana gelir. Söz konusu sözleşmeler bakımından malın Maliki’nin mala zarar vermemesi sözleşmeden meydana gelen bir borç niteliği taşımaktadır. Kira sözleşmesi bakımından Maliki’nin sözleşmeden meydana gelen kiralananı sözleşme süresince öngörülen kullanma amacına uygun bulundurma borcu mevcut olup mala zarar verme, sözleşme bakımından bu borca bir ihlal getirir. Bu bakımdan eğer kiracılık hakkının malla Zarar verme suçu ile korundu kabul edilir ise aslında bir borca aykırılığın ceza yaptırımı ile karşılanması esansı benimsenmiş olacaktır. Ancak sözleşmeye aykırılığın ceza normları ile karşılanması modern hukukta terk edilmiştir. Bu eski bir anlayış niteliği taşımaktadır. Sadece teorik bir anlam karşılığı taşımamaktadır normatif açıdan da böyle bir nitelik taşımaktadır. Öyle ki bu durum anayasanın 38. maddesinin sekizinci fıkrası içerisinde mevcuttur. Anayasanın bu hükmüne göre hiç kimse sadece sözleşmeden meydana gelen bir yükümlülüğü yerine getirmemesinden kaynaklı olarak özgürlüğünden alıkonamaz. Söz konusu yüküm karşısında sözleşmeden meydana gelen alacak haklarının ama zarar verme suçu ile korunması ulusu bir niteliği taşımamaktadır. Bu bakımdan son olarak Zilyetlik meselesine değinmek gereklilik teşkil eder. Öğreti içerisinde bazı yazarlar bu suç ile sadece mülkiyetin değil, eğer Zilyetlik üçüncü kişilere Devri edilmiş ise zilyetliğinin de korunacağını ileri sürmüşlerdir. Bazı yazarlar mala zarar verme suçundan malın sahibi denildiği zaman bundan malın zilyetliğinin anlaşılması gerektiğini belirtmişlerdir. Fakat suçun faili konumunda yer alan kişiye ait olan bir mal üzerinde bir başkasından yararlanma hakkı mevcut ise bunların menfaatinin ihlal edilmesi halinde mala zarar verme suçu meydana gelmeyecektir.
Mala Zarar Verme Suçundan Faili Kimdir?
5237 sayılı Türk ceza kanunun 151. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan mala zarar verme suçu ile ilgili olarak suçun faili konumunda yer alan kişiyle ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Mala zarar verme suçunda suçun faili kanun hükümlerinde belirtilmiş olan hareketi bizzat ya da başkası vasıtasıyla gerçekleştiren kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Mala zarar verme suçu bakımından suçun faili konumunda yer alan kişi bir başkasının taşınır ya da taşınmaz malına kısmen ya da tamamen yıkan, tahrip eden, yok eden, kullanılmaz duruma getiren ya da kirleten veya haklı bir sebep söz konusu olmaksızın, sahipli hayvanî öldüren işe yaramayacak duruma getiren ya da değerinin azalmasına sebep olan kişidir. Kanun hükümleri içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişi bakımından bir tür özgün failik durumunu düzenlenmemiştir. Bu sebeple her kişi bu suçun faili konumunda yer alan kişi niteliği taşıyabilecektir. Kanun hükümleri içerisindeki kanuni tipteki başkasının malı ibaresinden başkasının mülkiyeti içerisinde bulunan mal içeriğinin anlaşılması gerektiği belirtildiğinde malın Maliki bu suçun faili konumunda yer alan kişi olmayacaktır. Çünkü mal onun için bir başkasının malı özelliği taşımayacaktır. Başkasının tasarrufu altında olan malın mal sahibi tarafından tahribi durumunda bu suç meydana gelmez. Ancak özel sorumluluk mevcut olur. Mal üzerinde farklı yetkileri sahip olan örneğin rehin hakkı sahibi ya da kiracı suçun faili konumunda yer alan kişi niteliği taşıyabilirler. Çünkü bu bakımdan hali hazırda mal bir başkasının malı olmaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişi taşınır ya da taşınmaz malın veya hayvanın sahibinden başka bir kimse olması gerekir.
Mala Zarar Verme Suçunda Mağdur Kimdir?
5237 sayılı Türk ceza kanununun 151. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan mala zarar verme suçu ile ilgili olarak mağdur ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Mağdur kavramı öğreti içerisinde bir eylemden meydana gelen doğrudan zarara uğramış olan kişiler olarak tanımlama bulmuştur. Öyle ki mala zarar verme suçunun mağduru suçu meydana getiren eylem ile hukuksal yarar ihlal edilen kişidir. Mala zarar verme suçu içerisinde mülkiyet hakkı kurulmuş olduğundan bu suç bakımından suçun mağduru zarar verilmiş olan mal üzerinde mülkiyet hakkı sahibi yani malın malikidir. Suçun mağduru konumunda yer alan kişi açısından özel bir durum mevcut değildir. Herkes mala zarar verme suçunun mağduru olabilmektedir. Bu suçun mağduru ve zarar göreni gerçek kişiler olabilmesi mümkün olabileceği gibi tüzel kişilerde olabilir. Hayvana karşı işlenmiş olan suç açısından hayvan suçun mağduru olmamaktadır. Suçun konusu niteliği taşımaktadır. Malın Maliki haricindeki kişilerin suçun mağdur olması mümkün olmamaktadır. Bunlar özellikle yargılama aşamasında somut olaya göre suçtan zarar gören sıfatına kazanmaları mümkündür. Ancak suçun mağduru olarak dikkate alınmaları söz konusu değildir. Malın Maliki olmayan fakat mali kullanmış olan şahıs burada şikâyet hakkına sahip olmaktadır. Suçun mağduru eylem unsurunun gerçekleştiği ama göre belirlenir. Öyle ki bir kişinin bir Çiftlik hayvanına etkisi belli bir süre sonra gösterecek bir hastalığın geçmesi, bu bakımdan malın Maliki’nin malı bir başkasına satması ve hayvana bugün malik zamanında yaşamını getirmesi halinde suçun tipe uygun eylemi unsuru tam olarak yirmilik zamanda gerçekleşmiş olacağından tamamlanmış suçun mağduru yeni malik olması gerekir.
Mala Zarar Verme Suçunun Maddi Unsurları Nelerdir?
5237 sayılı Türk ceza kanununun mal varlığına karşı suçlar başlığı altında düzenlenmiş olan 151. maddesindeki mala zarar verme suçunda maddi unsurları ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Türk ceza hukuku içerisinde kanunun tarif etmiş olduğu ve bulunması gerekli unsurlara suçun unsurları denilmektedir. Suçun zorunlu ve zorunlu nitelik taşımayan unsurlarının yanı sıra genel ve özel unsurları ayrımı da yapılmaktadır. Mala zarar verme suçunun unsurlarını maddi ve manevi ve hukuka aykırılık unsuru olarak incelemek mümkündür.
Mala zarar verme suçunun maddi unsuru kanunun suç saymış olduğu tipik eylem olarak karşımıza çıkar. İlk olarak hukuk normu emir bir yasak içeren bir önermeden meydana gelmektedir. Söz konusu önerme haksızlık olgusu düşünüldüğünde temelde bir eylemin haksızlık içeriğinin belirli ve sınırlı bir alanda olması anlamını taşır. Her hukuk normu hukukun bütünü bakımından haksız olacak bir davranışın kendi sahalarında hangi şartlar ile bu Vasfi kazanacağını ve bunun neticelerine sınırlı olarak açıklama gayreti içerisindedir. Bu bakımdan eylem, ceza normu onu düzenlemeden önce haksız olmaktadır. Çünkü bu aşamada da belirli bir hukuksal değerin işleri mevcuttur. Fakat ceza normu, onu belirli bir kalıba sokarak somutlaştırmaktadır. Bu bakımdan kanun koyucu olumsuz örnek bir davranış kümesine normun merkezine koyar. Kendine has bir yapı ile bunu önerme durumuna getirir. Söz konusu kalıp genel olarak ceza normu içerisinde tanımlanan suçun maddi unsurlarında meydana getirir. Bu durumda maddi unsur normun belirlemiş olduğu olumsuz nitelikteki örnek davranıştır. Maddi unsur belirli bir doğal iyiliğimi bunun Norma uygun olmasını ortaya çıkarır. Söz konusu eylem suçun faili konumunda yer alan kişinin irade davranışı ile dış dünyada meydana getirmiş olduğu değişikliği ileri sürer. Bu bakımdan maddi unsuru suçun faili konumunda yer alan kişinin irade hareketini bu irade hareketin belirli bir neticeye ulaşmasını ve netice ile hareket arasındaki doğal ya da normatif bir başka deyişle nedensellik bağını ifade eder. Bununla birlikte suçun maddi unsuru hem kanuni tipteki önermeye hem de buna uygun bir şekilde somut olay içerisindeki davranışı tanımlar. Öyle ki davranışın kanunu tipe uygun nitelik taşıyıp taşımadığının saptanması bakımından unsurları ayrılması usulü benimsenmektedir. Bu uzun içerisinde suç meydana getiren davranış genel olarak hareket, yönetici ve nedensellik bul altı unsurları ile kanunun tipteki davranışa uygun olup olmadığı açısından inceleme altına alınmıştır.
Mala zarar verme suçunu incelemek için kanuni tipteki objektif unsurların saptanması gereklilik taşır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 151. maddesi içerisindeki ifadeye göre mala zarar verme suçunun maddi unsuru bir başka kişinin taşınır ya da taşınmaz malını kısmen ya da tamamen yıkmak, tahrip etmek, yok etmek, bozmak, kullanılmaz hale getirmek ya da kirletmek ya da haklı bir sebep söz konusu olmaksızın sahipli hayvani öldürmek, işe yaramayacak duruma getirmek ya da değerinin azalmasına sebep olmak Olarak ifade edilebilir. Bazı görüşlere göre kanun hükümlerinde mala zarar verilmesi malın yok edilmesi ve kullanılmaz hale getirilmesi kavramlarına yer verilmesi ile getirilmesi gerekli teşkil etmeliydi. 151. maddenin gerekçesi içerisinde suçun kanuni tipindeki yıkmak, yok etmek gibi ifadelerin eğilimi nitelemesi ve etken bir özellik sağlaması bakımından hareket olarak nitelendirilmesi gerektiği belirtilmiş ve suçun bir seçimlik hareketli suç olduğu ileri sürülmüş tür. Burada suçun maddi konusunun suçun sonrasındaki hal ve şartlar düzenlenmiştir. Yıkılma, yok olma, bozulma, kullanılmaz hale gelme, kirlenme, ölme işe yaramayacak hale gelme gibi durumlar betimlenmiştir. Kanun hükümleri içerisinde seçimlik neticelerden bahsedilmiştir demek doğru olur. Ancak bu durumda seçimlik neticelerden bahsedilmesi suçun seçimlik hareketli bir suç niteliği taşıdığının kabul edilmesine engel niteliği taşımamaktadır.
Hareket
Doktrin içerisinde tipiklik suç sayılan eylemin ceza normundaki suyu tasvir olarak tarif edilmenin yanı sıra bir ceza mı ya tedbire bağlanmış soğuk insan davranışı modeline tipi, bazı nitelikleri bireysel olaylardan suçlamak suretiyle bir araya getiren bir formu teli taşıyan somut insan davranışının norm içerisindeki davranış modelinin tüm nitelikleri taşıması olarak da ifade edilmiştir. Ceza hukuku içerisindeki tipik hareket farklı neticeleri yol açabilecek şekilde tanımlara sahip olmuştur. Bu bakımdan ayrıntı söz konusu olmadan ceza hukuku doktrini içerisinde tipik hareketin dış dünyada değişiklik meydana getiren kanuni tipe uygun irade insan davranış olarak kabul edildiğini söylemek mümkündür. Öyle ki tipik hareketin iki yönü mevcut olmaktadır. İlk olarak psikolojik yön olarak irade ikincisi ise doğal yön olarak dış dünyada meydana gelen değişikliktir. Hareketin eşya üzerindeki etkisi kanun hükümlerinde hangi şekilde belirtilir ise belirtilsin kanun koyucunun amacı mal sahibinin bu iş ya da bu eşyanın kişinin mal varlığında temsil ettiği yarardan mahrum bırakılması olarak karşımıza çıkmaktadır. Mala zarar verme suçu bakımından hareketin öncelikle dış dünyada bir değişiklik meydana getirmesi gereklilik teşkil eder. Mala zarar verme suçunun kanuni tanımında yıkmak, tahrip etmek, yok etmek, bozmak ya da kirletmek ya da haklı bir sebep olmaksızın sahipli hayvana öldürmek işe yaramayacak duruma getirmek ya da değerinin azalmasını sebep olmak objektif unsurlardan bahsedilmekle birlikte bu suç tipi bakımında hareket unsurunun bir sınırlamasını yapmıştır. Fakat etken olarak belirtilmiş olan eylemler aslında hareketi değil neticeyi tasvir eder. Örneğin sahipli bir hayvanın öldürülmesi objektif unsur bakımından hayvanın ölmesi sonucunu taşır. Bu netice farklı hareketler ile meydana gelebilir. Suçun faili konumunda yer alan kişi hayvana zehirleyebilir, döverek öldürebilir, ateşli silah ile yaralayarak öldürebilir veya aç bırakabilir. Bu durumların hepsi bana zarar verme suçunun tipik sunucu içerisinde telafi edilmesi gerekir. Böyle bir halde bu neticelere dair her bakımdan hareketin suç tipi bakımından maddi unsuru meydana getirebileceğini belirtmek gerekmektedir. Bir davranışın ceza hukuku içerisinde hareket sayılması bakımından hareketin maddi yönünü ek olarak o davranışın bir insan tarafından irade bir şekilde meydana gelmesi gerekir. Bu bakımdan ilk olarak hareketin mutlaka bir insan davranışı şeklini taşıması gerekmektedir. Öyle ki hayvanın yapmış olduğu davranış ya da toprak kayması gibi cansız varlıkların doğal hareketlenmesi suç içerisindeki maddi unsurlar içerisinde yer almaz. Bir hayvan sürüsünün bir tarla içerisindeki ürüne zarar vermesi ya da toprak kaymasının bir eve zarar vermesi ceza hukuku bakımından hareket niteliği taşımaz. Fakat bunların araç olarak kullanılması suretiyle suçun işlenmesi imkân dâhilindedir. Öyle ki hayvanlarına zarar vereceklerini bilmesine rağmen kasti bir şekilde komşusunun tarlası içerisine gönderen kişi ya da hayvanın o bitkileri zarar vermesi amacıyla oraya koyan kişi veya toprak kayması olması için başka yerleri yıkan kişinin bu hareketleri mala zarar verme suçu açısından değerlendirilebilir. İnsanların da her davranışı hareketi niteliği taşımamaktadır. İnsanları iradi davranışları hareket niteliği taşır. Bir davranışın irade nitelik taşıması davranışın icrası yoluna götüren psikolojik muhakemenin bireyin kontrolünde gelişmesi ve neticelenmesi durumunda söz konusu olabilmektedir. Bu bakımdan irade genel bir şekilde bir şey yapıp yapmamaya karar verme gücü olarak karşımıza çıkar. Normal koşullarda insanın her davranışı irade olmaktadır. Fakat bazı durumlarda insan iradesi haricinde davranabilmesi söz konusu olmaktadır. Vücudun çeşitli etkileri vermiş olduğu doğal ama bilinçsiz tepkiler, çeşitli hastalıklara sebep olduğu irade olmayan davranışlar hipnotizma ya da uyuşturucu maddenin etkisi ile işlenmiş olan eylemler iradi olmayan filler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumlarda hareketin icrası yoluna götüren psikolojik muhakeme kişinin kontrolü haricinde gelişir ve sonuca bağlanır. Kanun hükümleri içerisinde belirtilmiş olan mali yıkma tahrip etme yok etme, bozma, kullanılmaz hale getirme ya da kirletme veya haklı bir sebep olmaksızın sahipli hayvan öldürme, işe yaramayacak duruma getirme ya da diğerinin azalmasına sebep olma unsurları değerlendirildiğinde mala zarar verme suçunun genellikle icrayı hareketlerle işlenmesinden kaynaklı olarak kullanılmış olan aracın özelliği önem teşkil etmeyip bu bakımdan mekanik ya da kimyasal nitelik taşıyabilmektedir.
Burada bahsedilmesi gereken bir diğer önemli husus suç tiplerinin hareket altı unsuru bakımından yapılan sınıflandırmalarda mala zarar verme suçunun yeri ile ilgili olan hususlardır. İlk olarak hareket sayısı bakımından mala zarar verme suçunun yerinden bahsedebiliriz. Suç tipleri, hareketin sayısı bakımından tek hareketli ve çok hareketli suçlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Mala zarar verme suçuna dair 5237 sayılı Türk ceza kanununun 151. maddesine gerekçesi içerisinde suçun seçimlik hareketli bir suç niteliği taşıdığı belirtilmiştir. Mali zarar verme suçunda suçun faili konumunda yer alan kişi kanunu kimlerin de belirtilmiş olan tipik neticeye varmaya yürüyecek her şekilde hareket ile bu suçun meydana gelmesini sağlayabilmektedir. Suçun hareket unsuru bakımından tasnif yönünden ikili bir ayrıma gidilmektedir. Bu tasnif içinde suç ya tek hareketle ya da seçimlik hareketli nitelik taşıyabilir. Bana zarar verme suçu tek hareketli bir suç niteliği taşımamaktadır. Mala zarar verme suçu çok hareketli bir suçtur. Çok hareketli suçlar içerisinde mala zarar verme suçu bakımından suçun meydana gelmesi için birden fazla hareket yapılması bir koşul olarak karşımıza çıktığına göre mala zarar verme suçunun birleşmiş hareketli suçlar kapsam içerisinde değil seçimlik hareketli suçlar kapsam içerisinde değerlendirildiğini söyleyebilmemiz mümkündür. Çünkü kanun koyucu seçimlik her bir sonuç açısından eylemlerin farklı farklı seçimlik birden fazla kiminin işine gitmesini kabul görmektedir. Kanun hükümleri içerisinde netice yönelmiş her bir hareket tipi neticeyi tanımlayan yıkmak, tahrip etmek, yok etmek, bozmak, kullanılması mümkün olmayacak hale getirmek, kirletmek gibi fil kümelerine ifade etmek için kullanılmaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişi su mutluluğu içerisinde bu hareket kümelerinden herhangi bir yönelmesi mümkündür. Öyle ki suç aynı zamanda seçimlik hareketli bir suç niteliği taşımaktadır.
Burada hareketin şekli açısından mala zarar verme suçunun yerinden bahsetmemiz mümkündür. Hareketin şekli bakımından suç tipleri icrai ve ihmali suçlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin yapma, işleme gibi olumlu bir davranışının aranmış oldu suç tipleri icrai suçları ifade etmektedir. Kanunun olumlu bir davranışta bulunmaya öngörmüş olduğu durumlarda bu kırıla ihlal getirerek kanunu bekli davranışta bulunmama durumunun mevcut olduğu suç tipleri ihmali suçlar olarak düzenlenmektedir. Söz konusu ayrım teşebbüs ve tehlike suçu, zarar suçu durumlarında özellik gösteren ihmali suçları diğer suç tiplerinden ayırmak amacıyla kullanılmaktadır. Öyle ki icrai suçların ciddi bir kısmı ihmalen işlenebilir nitelik taşımaktadırlar. Böyle hallerde ihmal suretiyle icrayı suç meydana gelebilmektedir. Mala zarar verme suçuna dair kanuni tipte suçun faili konumunda yer alan kişinin olumlu bir davranışta bulunması yönünde bir emir söz konusu değildir. Tam tersine suçun faili konumunda yer alan kişinin mala zarar vermemesi istenmektedir. Bu bakımdan hareketin şekli açısından yapılmış olan tasnif de mala zarar verme suçu icraya suçlar kapsamı içerisinde yer almaktadır. Fakat birçok icrayı suç gibi mala zarar vermenin ihmal suretiyle işlenmesi mümkün nitelik taşımaktadır. İhmali hareket ile işlenmiş olan mala zarar verme suçunun cezalandırılması mümkün değildir. Ancak bunun için hukuk düzeninin suçun faili konumunda yer alan kişiden belirli bir harekette bulunmasını talep edilmesi yani mala zarar verme suçu neticesinde meydana gelecek durumu engellemesi mümkün olabilecek davranışlarda bulunması beklenen bilmektedir. Kanun hükümlerinde ihmal sureti ile icra iyi suçların hangi durumlarda meydana gelebileceği genel bir hüküm ile düzenlenmemiştir. Böyle bir halde genel olarak tüm ihmali suçlar uygulanması mümkün olacak bir kural niteliğinde olan kasten öldürmenin ihmali davranışla gerçekleşmesi suçuna dair 5237 sayılı Türk ceza kanunun 83. maddesinin hükmünden yararlanmak gereklilik teşkil eder. Mevcut hükme göre kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi sebebiyle ortaya çıkan ölüm neticesinden sorumlu olabilmesi için bu neticenin meydana gelmesine sebep olan yükümlülük ihmalinin icra iyi davranışa eşdeğer olması gerekmektedir. İhmali ve icrai davranışın eşdeğer kabul edilebilmesi için kişinin belirli bir icrai davranışta bulunmak konusunda kanuni düzenlemelerden ya da sözleşmeden kaynaklanmış olan bir yükümlülüğünün bulunması gerekli teşkil etmektedir. Bununla birlikte kişinin önceden gerçekleştirmiş olduğu davranışın başkalarının yaşamı ile ilgili olarak tehlikeli bir hal oluşturması gerekir. Öyle ki bir kişinin ihmali ile gerçekleşen mala zarar verme eyleminden sorumlu tutulmasının mümkün olabilmesi için ya belirli bir davranışta bulunmak konusunda kanuni düzenlemelerden ya da sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğün mevcut olması veya önceden gerçekleştirdiği davranışının malla ilgili olarak tehlikeli bir durum yaratması gerekmektedir. Öyle ki aracı ile yaralanmış oldu sahipli hayvana yardım etmemiş olmasıyla hayvanın ölmesine sebep olan suçun faili konumunda yer alan kişinin davranışı mala zarar verme suçu içerisinde yer almaktadır.
Burada hareketin önemi bakımından mala zarar verme Sucu’nun yerinden bahsetmemiz mümkündür. Hareketin ölümü bakımından suç tipleri serbest hareketli suçlar ve bağlı hareketli suçlar olarak ikiye ayrılır. Suçun hareket şeklinin tip içerisinde belirlenmiş olması durumunda bağlı hareketli suçtan neticenin bir şekilde meydana gelebileceği hallerde ise serbest hareketli suçtan bahsedilmesi gerekir. Mala zarar verme suçunun kanuni tanımı içerisinde yıkmak, tahrip etmek, yok etmek, bozmak, kullanılması mümkün olmayacak hale getirmek ya da kirletmek veya haklı bir sebep olmaksızın sahipli hayvanî öldürmek işe yaramayacak duruma getirmek ya da değerinin azalması sebep olmak unsurları temelde neticeyi nitelemesi mümkün olacak şekilde düzenleme bulmuştur. Bu bakımdan mala zarar verme suçu serbest hareketli bir suç olmanın yanı sıra kanun koyucu bu hareketleri tipik ve seçimlik neticelere bağlantılı bir şekilde kategori etmiştir.
Netice
5237 sayılı Türk ceza kanununun mal varlığını karşı suçlar başlığı altında düzenlenmiş olan 151. maddedeki mala zarar verme suçunda netice ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Hareket bakımından mevcut olduğu gibi netice bakımından da suçlar çeşitli şekillerde sınıflandırılmıştır. İlk olarak suçlar kanuni tipte hareketten ayrı bir yöneticinin aranıp aranmaması bakımından sırf hareket suçları ve neticeli suçlar olarak ayrılmaktadır. Suç sadece icrayı ya da ihmali bir hareketin meydana gelebilmesi ile tamamlanıyor ise bu tür suçlara sırf hareket suçları denilmektedir. Bu tür suçlar da hareketten ayrı bir neticenin meydana gelmesi aranmamaktadır. Ancak kanuni tipte suçun meydana gelmesi belli bir neticenin elde edilmesine bağlanmış ise neticeli suç söz konusu olabilmektedir. Manasını verme suçu bir zarar suçu olması nedeniyle yöneticinin, korunan hukuksal değer olan mülkiyet hakkının bir zarar uzatılması halinde gerçekleşmesi söz konusu olabilmektedir. Ancak kanun koyucu tipik neticeyi tanımlarken mülkiyet hakkına da hayır zarar neticelerini hafiften ağıra doğru gidecek çeşitli somut zarar neticeleri halinde sınıflandırmıştır. Bu sınıflandırma yaparken de malın sahipli hayvan olması ile diğer mallar olması arasında bir ayrım söz konusu olmuştur. Öyle ki malın sahibi olması halinde mala zarar verildiğinden bahsedilmesine mümkün olabilmesi için hayvanın öldürülmesi işe yaramayacak duruma getirilmesi ya da diğerinde azan da olması neticelerinin malın sahipli hayvan haricinde bir eş olması durumunda ise malın yıkılması, tahrip edilmesi, yok olması, bozulması, kullanılması mümkün hale gelmeyecek duruma getirilmesi ya da kirlenmesi neticelerinin gerçekleşmesi gereklilik teşkil eder. Bu bakımdan mala zarar verme suçu bir neticeli suçtur.
Neticenin sürüp sürmemesi bakımından suç tipleri ani suçlar ve mütemadi suçlar olarak ayrılmaktadır. Öyle ki suç hareketin sebep olduğu neticenin meydana gelmesi ile son buluyor ise bu suç ani bir suç niteliği taşımaktadır. Buna rağmen neticenin meydana gelmesiyle tamamlanan fakat son bulmayıp belirli bir süre devam eden suçlara mütemadi suç denmektedir. Mal zarar verme suçu içerisinde neticenin meydana gelmesiyle beraber suç son bulduğundan dolayı mala zarar verme suçu anneye bir suç niteliği taşımaktadır. Fakat bu suçun bazı netice tipleri bakımından mütemadi olması mümkündür. Öyle ki kümes hayvanları bir bahçeye zarar vermesi durumunda çiftçinin komşu tarlaya zarar vermesi durumunda mala zarar verme neticesi mütemadilik özelliği kazanır. Bir suçun mütemadi olması özellikle iştirak ve meşru bir daha fa konularında özellik gösterir. Öyle ki suç temadi niteliğini devam ettirdikçe bu suça iştirak mümkün olabileceği gibi süreklilik devam ettikçe suçun faili konumunda yer alan kişiye karşı meşru müdafaa da bulunması mümkündür. Mala zarar verme suçu içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişi malın bünyesinde bir değişiklik ortaya çıkarmak suretiyle suçun mağduru konumunda yer alan kişinin mal ile olan yarar ilişkisine zarar vermektedir. Bu bakımdan mala zarar verme suçu içerisindeki tipik hareket malın bünyesinde bir zarar ortaya çıkarmaya yönelik olmaktadır. Bu tipik hareketin yönelmiş olduğu malın hangi durumlarda nasıl bir zarara uğratılmasında mümkün olacağı ile ilgili olarak yapısal özelliklerine dair bir değerlendirmenin kapsamına girmek gerekir. Kişinin sahipli hayvan ile arasında bulunan mülkiyet ilişkisi ne herhangi diğer bir mal ile olan mülkiyet ilişkisinden ayıran temel nitelikler her şeyden önce o hayvanın canlı ve sağlıklı olması bakımındandır. Hayvanın öldürülmesi canlı durumdayken hayatının sona erdirilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte işe yaramaz bir hale getirilmesi hayvanî niteliğine uygun olarak eylemin işlendiği ana kadar yapmakta olduğu belirli hizmetleri yerine getiremez hale sokulması olarak karşımıza çıkar. Hayvanın diğerinde azalmaya sebep olması ise belirli bir hizmeti yerine getir hayvanın işe yaramaz bir duruma getirilmiş olmayıp diğerinde azalma ortaya çıkarılmış olmasıdır. Kanun hükümlerinde buna uygun olarak canlı hayvanın öldürülmesi, kullanılmaz hale getirilmesi ve diğerinde azalma olması neticeleri kabul görülmüştür. Öyle ki burada önem teşkil eden durum hayvan haricindeki eşyalar için meydana gelir. Bunun sebebi çok çeşitli olmaktadır. Bunlardan yararlanma türleri oldukça farklıdır. Her eşya ilk olarak şekli bir şekilde kendine has bir yapıya sahip olmaktadır. Şekli olma durumu ile sadece görünüş değil, içeriksel organizasyon yapısını kapsayan ama dahi nitelik taşımayan tüm bir dışsal yapı ifade edilmek istenmektedir. Öyle ki çalıştırılmamış olan bir araba motorunun tüm parçaları ile oluşturduğu bütün, onun şekli yapısını göstermektedir. Söz konusu olan bu şekli yapı eşyanın ilk unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu söz konusu olmadan doğal olarak eşyanın işlev meydana getirmesi söz konusu olmayacaktır. Fakat eşyalar bu şekli yapıdan ibaret olmamaktadırlar. Bazılarında oldukça basit, bazıları bilgisi aksine çok karmaşık bir yapı söz konusu olmaktadır. Bu yapı, eşyayı meydana getiren temel unsurların bir toplamını değil, onu aşan, eşyaya toplumsal yaşam içerisinde insan eliyle fonksiyon gören bir alet niteliği veren çalışma biçimini gösterir. Öyle ki bir motorun çalışmaya hazır bir sağlamlık içerisinde olması bu kapsam içerisinde yer alır. Şekli bakımından gerekli unsurlar taşıyan motorun unsurlardan birinin yapısına zarar verecek şekilde geriye gibi olmaması durumunda çalışmaması eşyanın bu unsuru ile ilgili olmaktadır. Bu bakımdan eşyalar şeklin yapılarının haricinde işlevsel bir yapıya sahip olmaktadırlar. Bu yapı kural olarak karmaşık bir şekle yapının kendine has bir organizasyon ilişkisi içerisinde işliyor olmasını göstermektedir. Fakat her eşyanın bu tarz karmaşık bir yapısı yoktur. Bu bakımdan fonksiyonlar yapın geniş bir anlam niteliği taşımaktadır. Öyle ki malikin mal varlığı içerisinde ona maliye yarar sağlamış olan eşyaların bu açılardan fonksiyonel bir yapısı mevcut olmaktadır. Eşyanın bu iki farklı ürüne karşı yapılması mümkün olacak fili tecavüzler farklı zarar neticelerine sebep olabileceklerinin yanı sıra her unsura farklı derecelerde zarar verilmesi olasılığını da taşır. Her bir fonksiyonu verilen zararın kendi içerisindedir derecelendirilmeye gidilmesi imkân dâhilindedir. Kanun hükümleri içerisinde söz konusu olan objektif unsurların dil bilgisel anlamı dikkate alındığında, bu derecelendirmenin zararın geri dönüşlü olup olmadığı açısından toplanmasına mümkün olabileceği görülecektir. Gerçekten yok etme durumunda zarar geri dönüşsüz olmaktayken bozma durumunda tamir edilebilme durumu meydana gelebilecektir. Bu bakımdan kalma kimler içerisinde belirtilmiş olan soruların uygulama alanları içerisinde iki kıstastan yararlanılır. Bunlar eşyanın yapısı ve eşya yapısına verilen zararın geri dönüşlü nitelik taşıyıp taşımamıştır. Bu bakımdan verilen zararları bir derecelendirme içerisinde bulundurmak mümkündür. İlk olarak taşınmaz ve taşınır yaşanan tüm unsurlarının geri dönüşsüz bir durumda büyük oranda ortadan kaldırılması hali karşımıza çıkmaktadır. Burada eşyanın mülkiyet hakkı sahibi malik açısından eşya olmaktan çıkarılması halinde söz konusu olmaktadır. İkinci durum olarak eşyayı eşya olmaktan çıkarma neticesini meydana getirebilecek boyuta ulaşmamanın yanı sıra ekiliyor sorularından biri ya da birkaçının telafi edilemez bir şekilde hasara uğratılması durumu karşımıza çıkmaktadır. Üçüncü olarak şekli unsurlardan biri ya da birkaçının telafi edilmesi mümkün olabilecek şekilde hasara uğratılması durumu karşımıza çıkmaktadır. Dördüncü olarak eşyanın şekli olmamakla birlikte sadece fonksiyonel unsurlarının geri dönüşsüz bir şekilde hasara uğratılması söz konusu olmaktadır. Beşinci olarak görece gelişmiş bir organik yapıya sahip eşyanın şekli değil, fonksiyonel yapısının ancak geri dönüşlü olarak hasara uğratılmak suretiyle çalışmasının engellenmesi söz konusu olmaktadır. Son olarak ise eşyanın şekli yapısının görüntüsü anlamda zarar unutulması durumu yani kirletilmeyi gibi bir durum söz konusu olabilmektedir.
Mala Zarar Verme Suçunun Manevi Unsuru Nedir?
5237 sayılı Türk ceza kanunun mal varlığına karşı suçlar başlığı altında yer alan 151. maddesindeki mala zarar verme suçunun manevi unsurları ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Bunlar kast, olası kast olarak karşımıza çıkmaktadır.
Manevi unsurlardan ilk olarak kast ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Bir suç tipinin manevi unsuru suç tipini meydana getirmeye yönelmiş olan hareket ile hareketin sahibi arasındaki manevi bana tanımlamaktadır. Bu unsurlar kast ve taksir olarak ikiye ayrılmaktadır. Öyle ki suçun faili konumunda yer alan kişi ile fiil arasında ceza normu ile karşılanabilecek manevi bağlantı veya kart şeklinde de veya taksit şeklinde kendini göstermesi mümkündür. Ceza hukuku içerisinde her iki manevi unsur türü de açık bir şekilde tanımlanmış olmanın yanı sıra kas haksızlığın esas gerçekleştirme şekli olarak alınmıştır. Taksir ise sadece kanunun açık bir şekilde öngörmüş olduğu durumlarda ceza sorumluluğuna yol açabilir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun ifadesi ile suçun meydana gelmesi kastın mevcudiyetine bağlı olmaktadır. Taksirle işlenen eylemler kanun hükümlerinin açık bir şekilde belirtmiş olduğu durumlarda cezalandırılmaktadır. Öyle ki ceza kanununda taksirli sorumluluk hali açık bir şekilde öngörülmedikçe her suç sadece kasten işlenebilir. Mala zarar verme suçu taksirle işlenemez. Suçun faili konumunda yer alan kişinin cezalandırılması için kasıt zorunlu olmaktadır. Eylemde aranılan suç kasti olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte 5237 sayılı Türk ceza kanunun 151. maddesi içerisinde tanımlanmış eylemlerin taksirle işlenmesi ceza sorumluluğunun doğmasına yol açmaz. Burada mala zarar verme suçunun manevi unsuru kasttır. Mala zarar verme suçunun taksirle bir şekilde işlenmesi mümkün değildir çünkü kanun hükümlerinde öngörülmemiştir.
Mala zarar verme suçu içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişinin yarar sağlama amacı taşımaması bu suçu hırsızlık, dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanma suçundan ayırt etmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde kas suçun kanuni tanımı içerisindeki unsurların bilerek ve isteyerek gerçekleştirilmesi olarak tanımlanmıştır. Öyle ki somut olayda kastın mevcudiyetinden bahsedilebilmesi için iki unsur bir arada bulunmalıdır. Bu iki unsur suçun faili konumunda yer alan kişinin tipik elimi bilerek gerçekleştirmesi ve suçun faili konumunda yer alan kişinin eğilimi isteyerek gerçekleştirmesidir. Kastın unsurunun kapsamını suçun kanuni tanımı içerisindeki maddi unsurlar oluşturur. Bu unsurlardan ilki suçun maddi konusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Mala zarar verme suçu bakımından suçun faili konumunda yer alan kişinin kasten hareket ettiğinden bahsedilmesine mümkün olabilmesi için zarar verdiği malın bir başkasına ait eşya olduğunu bilmesi gereklilik teşkil etmektedir. Zarar vermiş olduğu malın bir başkasına ait olduğunu bilmeyen suçun faili konumunda yer alan kişinin kasten hareket ettiğinden bahsetmek olası değildir. Fakat suçun faili konumunda yer alan kişinin zarar verdiği şeyin hukuken eşya vasfında olup olmadığını bilmesi gereklilik teşkil etmez. Bu nitelemeye suçun faili konumunda yer alan kişi yapmayacaktır. Bu bakımdan suçun faili konumunda yer alan kişinin yaşamını getirmesine sebep olmuş olduğu köpeğin hukuken eşya vasfında olmadığını bilmemesi kasti mevcudiyetine etkiler bir nitelik taşımaz. Bir başkasına ait olduğunu bildiği eşya bakımından suçun faili konumunda yer alan kişinin zarar neticesinde yol açabilecek icrayı ya da iş mali bir hareket meydana getirdiğini bilmese yani neticeyi öngörmesi gereklilik teşkil eder. Örneğin bir silahla hayvanın öldürülmesi durumunda cezai sorumluluğun mevcut olduğundan bahsedebilmek için kastın varlığı yani suçun faili konumunda yer alan kişinin bu hareketi bilerek yapması gerekir. Bu bakımdan suçun faili konumunda yer alan kişinin malın yıkılması, tahrip edilmesi, bozulması, yok olması, kullanılması mümkün olmayacak bir duruma getirilmesi, kirlenmesi ya da sahipli hayvanın öldürülmesi, işe yaramayacak hale getirilmesi ya da derin de azalma olmasın neticelerin meydana gelmesi mümkün olabilecek bir davranışta bulunduğunun bilinci söz konusu olmalıdır. Ayriyeten suçun faili konumunda yer alan kişinin mala zarar verme suçundan sorumlu tutulmasına mümkün olabilmesi için malın bir başkasına ait olduğunu bilmesi gereklilik teşkil eder. Suçun faili konumunda yer alan kişinin somut olay içerisinde kasten hareket ettiğinden söz edilmesinin mümkün olabilmesi için hareket ile netice arasında nedensellik bağının ön görülebilmesi gereklilik teşkil eder. Bu bakımdan suçun faili konumunda yer alan kişinin vermiş olduğu zehirli maddelerin hayvanın yaşamını getirebileceğini ya da patlatmış olduğu bombanın arabayı tahrip edebileceğini öngörmesi kasti mevcudiyeti bakımından bir koşul olarak karşımıza çıkmaktadır. Mala zarar verme suçu içerisinde kamu kimlerin de öngörülmüş olan objektif cezasızlık koşullarının suçun faili konumunda yer alan kişi tarafından bilinip bilin mi diye önem teşkil etmemektedir. Bunlar kastın kapsamı içerisinde değerlendirme bulmazlar. Öyle ki zarar vermiş olduğu malın babasına ait olduğunu suçun faili konumunda yer alan kişinin bilmemesi bu kişisel cezasızlık sebebinden yararlanmasına engel olmaz. Kasti mevcudiyeti için bilmek tek başına yeterli olmamaktadır. Öyle ki suçun faili konumunda yer alan kişinin somut olay içerisine gerçekleşmesi mümkün olabilecek tipik neticeye istemek suretiyle hareket etmesi gereklilik teşkil eder. Suçun faili konumunda yer alan kişinin somut olay içerisindeki neticeyi istemesi, kas türlerini bilinçli taksirden ayrılması bakımından önemlidir. Burada suçun faili konumunda yer alan kişinin öngörmüş olduğu zarar neticesini istemediğinden bahsedilmesi mümkün olursa somut olay içerisinde sadece birinci taksirle hareket ettiğinden bahsedilecek ve mala zarar verme suçu sadece kasten işlenmesi mümkün olan bir suç olduğundan somut olay içerisinde bilinçli taksirle hareket eden suçun faili konumunda yer alan kişinin mala zarar verme suçundan kaynaklı olarak sorumlu tutulması mümkün nitelik taşımayacaktır. İsteme unsuru hareketin neticesi ne dair suçun faili konumunda yer alan kişinin tasavvurundaki istenci karşımıza çıkarır. Aslında her eylem belirli bir neticeye ulaşması amacıyla yapılmaktadır. Fakat insan davranışlarının her zaman istenilmesi mümkün olan neticeyi sebep olduğundan bahsetmek olası değildir. Bazı durumlarda istenilen netice gerçekleşmesi ile kalmamaktadır. Burada hareket gerçekleştirilirken öngörülen fakat amaçlanmayan veya öngörülmeyen bazı sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Bazı durumlarda amaçlanan davranışı ulaşılması mümkün olmaz onun haricinde öngörülmüş olan veya öngörülmeyen farklı sonuçlar ortaya çıkar. Suçun faili konumunda yer alan kişinin somut olay içerisinde hareketi yaparken gerçekleşmesi ne amaçladığı netice bakımından kastından hareket yapılırken öngörmüş oldu ancak amaçlamadığı bunun ile amaçladığı neticeyi zorunluluk bağı ile bağlı olan diğer neticeler bakımından ikinci derecede doğrudan kastından hareketi gerçekleştirirken muhtemel gözüken ve suçun faili konumunda yer alan kişinin istemediği söylenmeyen diğer sonuçlar bakımından olası kasttan bahsedilmesi mümkün olabilir.
Yargıtay’ın vermiş olduğu bir karara göre sana konumunda yer alan kişinin babasına ait bina yakmak eylemi sebebiyle 5237 sayılı Türk ceza kanununun 167. maddesinin birinci fıkrasının b bendi gereğince cezaya hüküm olunmayacağı fakat yangının müştekinin evinde olmasının olası kastla yangın çıkarma suretiyle mala zarar verme suçunun meydana getirebileceği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulmasını bozmayı gerektirdiği durumuna yer verilmiştir. Öyle ki ulus kast ile bu suçun işlenmesini mümkün olabileceği belirtilmiştir. Suçun faili konumunda yer alan kişinin somut olay içerisindeki amacı haricinde gerçekleşmesi mümkün olabilecek öngörülen neticeler bazı hallerde kastın kapsamı içerisinde değerlendirile bilmektedir. Doktrin içerisinde ikinci dereceden doğrudan kasti olarak ifade olunan durumlarda suçun faili konumunda yer alan kişi belirli bir neticeye ulaşmak isterken başka bazı neticelerinde gerçekleşebileceğini öngörmektedir. Fakat olası kast durumundan farklı olarak burada suçun faili konumunda yer alan kişinin amaçlamış olduğu netice ile somut olayda gerçekleşen diğer neticeler arasında zorunluluk bağı söz konusu olmaktadır. Bu durumda suçun faili konumunda yer alan kişinin gerçekleşmesi ne amaçladığı netice zorunlu bir şekilde diğer neticeyle bağlantılı durumdadır. Birinin meydana gelmesi zorunlu olarak diğerinin meydana gelmesini sonuçlanmaktadır. Böyle bir durumda 5237 sayılı Türk ceza kanununun kast ile ilişkin hükümleri uygulama bulacak ve olası kast içerisinde olduğu gibi bir ceza indirimi yapılması durumu söz konusu olmayacaktır. Öyle ki bir aracın içerisinde duran kişi öldürmek için ateş eden suçun faili konumunda yer alan kişinin kurşununun kast etmiş olduğu neticeye ulaşmasına mümkün olabilmesi için araç camının kırılması zorunluluk teşkil etmektedir. Bu durumda suçun faili konumunda yer alan kişi araç camın kırılması ile ilgili olarak ikinci dereceden doğrudan kasıt ile mala zarar verme suçundan sorumlu olması gerekmektedir. Suçun faili konumunda yer alan kişinin somut olay içerisinden başlamış olduğu netice haricinde meydana gelen sonuçlar bu tarz bir zorunluk bağı ile bağlı olmamakta ise suçun faili konumunda yer alan kişinin bu neticeleri istemediği somut olayın biz verdiklerine göre söylenmesi mümkün olmuyor ise suçun faili konumunda yer alan kişinin somut olay içerisinde olası kastıyla hareket ettiğinden bahsedilmesi mümkün olacaktır.
Burada suçun manevi unsurları ile ilgili olarak bahsedilmesi gereken bir diğer durum olası kast ile ilgili olan hususlardır. Suçun faili konumunda yorulan her kişiye somut olay içerisinde belirli bir neticeye ulaşmak amacıyla hareket etmektedir. Ancak kanun hükümleri içerisinde belirtilmiş olan neticenin meydana gelmesi durumunda bundan kaynaklı olarak ceza hukuku bakımından sorumluluk meydana gelmesi için bu neticenin mutlaka amaçlanmış olması bir koşul olarak karşımıza çıkmamaktadır. Kanun koyucu bazı durumlarda sorumluluğu daraltabilmek için sadece suçun faili konumunda yer alan kişinin amacının kanuni tipteki neticeye mağdur olma durumları cezalandıra bilmektedir. Bu durumlarda doktrin içerisinde özel kas titreme söz konusu olmaktadır. Öyle ki kanun koyucunun suçun faili konumunda yer alan kişinin saikini suç tipi içerisinde bir unsur durumuna getirdiği durumlarda özel kast söz konusu olur. Somut olay içerisinde kanun hükümlerinde özel olarak belirtilmiş olan amaç mevcut değil ise suçtan söz edilmesi mümkün olmayacaktır. Doktrin içerisinde özel kasta karşılık gelecek şekilde kullanılmış olan genel kast durumunda amaç cezalandırılır. Bu bakımdan özel kast ayrı bir kast türü olarak düzenlenmemiştir. Ancak kanun koyucu burada suçun faili konumunda yer alan kişinin hareketinin onun amacı dışındaki neticeleri cezalandıra bilir ananın harcını çıkarmaktadır. Öyle ki kasta sınırlandırmakta sadece suçun faili konumunda yer alan kişinin amacına matuf neticenin tipik olması durumu cezalandırıla bilir olmaktadır. Öyle ki olası kastın amacın bir unsur olarak belirtilmiş olduğu suç tipleri içerisinde suçun manevi unsurunu karşılıyor olmaktan çıkartılması durumu söz konusu olmaktadır. Doktrin içerisinde özel kasti olarak ifade edilmiş olan durumlarda suçun olası kastla işlenebilmesi mümkün olmamaktadır. Bu bakımdan özel kast olarak ifade edilmiş olan durumlarda ceza hukukunun sorumluluğu en genelden en özele doğru sınırlandırılması kuralının esas bir şekilde sistemleştirildiği kast / ayrımını açmak suretiyle kastın dünyası içerisindeki bir tür uzantısı söz konusu olacaktır. Burada kast kuruluna benimsemek suretiyle taksirli sorumlu bertaraf etmiş olan kanun koyucu amaç ile amacını açık bir şekilde belirtmiş olan suç tiplerinde olası kastla sorumluluğu bertaraf eder.
Özel kast olarak ifade edilmiş olan durumların aslında olası kast ihtimalini ortadan kaldıran bir tür sorumluluğu daraltıcı hukuksal araç oldu kabul edilebilmektedir. Böyle olunca herhangi bir suç tipi bakımından bu tarz bir daraltma mevcut olup olmadığını sadece genel kurala göre saptanmasının mümkün olabileceği kabul edilmektedir. Genel olarak suçun faili konumunda yer alan kişinin sorumlu tutulmasının mümkün olabilmesi için eylemi kasten işlenmiş olması kural olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki özel kasten bahsedilmesine mümkün olabilmesi için kanun koyucunun sadece amacın cezalandırıla bilir olduğunu suç tipi içerisinde açık bir şekilde öngörmesi gerekir. Mala zarar verme suçuna dair 5237 sayılı Türk ceza kanununun 151. maddesi içerisinde görüleceği üzere suçun temel hali bakımından kanun koyucu suçun faili konumunda yer alan kişinin amacını dikkate almamaktadır. Suç tipi içerisindeki netice ister suçun faili konumunda yer alan kişinin amacı olsun isterse de amaçlamadığı fakat muhtemel olan yan netice olsun suçun faili konumunda yer alan kişi bu neticeden sorumlu olabilmektedir. Bu bakımdan kanuni tipte Yargıtay kararları içerisinde ısrar Kasti şeklinde ifade edilen ve doktorun içerisindeki ifadesi ile bir tür özel kast öngörülmemiştir. Suçun olası kast ile işlenmesi ne mümkün olabileceği mümkündür. Ulus kast suçun faili konumunda yer alan kişinin su mutluluğu içerisinde gerçekleşmesini amaçlı mı diyor fakat eylemin icrası esnasında muhtemel görmesine rağmen kabullendi neticelerden kaynaklı olarak sorumluğunu ifade eder. Suçun faili konumunda yer alan kişi bu durumda haksız netice öngörmekte fakat bu haksız neticeye kayıtsız bir şekilde eylemi işlemektedir. Burada bilinçli taksir durumundan farklı olarak suçun faili konumunda yer alan kişinin neticeyi istemi diye söylenememektedir. Suçun faili konumunda yer alan kişinin görmüş olduğu muhtemel neticenin gerçekleşmesi amacıyla alması gereken hiçbir önlemi almamakta netice kayıtsız olmaktadır. Öyle ki asıl hedefi bir ara Çakmak olan suçun faili konumunda yer alan kişi gerçekleştirmiş olduğu eylem sonucunda park halindeki farklı bir aracın yanına alabileceğini öngörmekte fakat bu neticeye kayıtsız olarak eylemini işlemektedir. Bu durumda yakmak istedi araç bakımından kasten sorunlu olan suçun faili konumunda yer alan kişi mevcut olan diğer Araçlar bakımından olası kastla mala zarar verme suçundan kaynaklı olarak sorumlu olmaktadır.
Mala Zarar Verme Suçunun Hukuka Aykırılık Unsuru Nedir?
5237 sayılı Türk ceza kanunun mal varlığına karşı suçlar başlığı altında düzenlenmiş olan 151. maddesinde ki mala zarar verme suçu ile ilgili olarak suçun hukuka aykırılık unsurundan bahsetmemiz mümkündür. Hukuka aykırılık işlenmiş olan ve kanuni günlerindeki tarifi uygun olan eylemi hukuk düzeni tarafından cevaz verilmemesi halidir. Bu durumda ceza hukuku ile değil tüm hukuk düzeni ile çelişki ve çatışma içerisinde olmaktadır. Suçun yapısı unsurları içerisinde söz konusu olan hususlardan biri kasten işlenen tipik eylemin hukuka aykırı nitelik taşımasıdır. Kural olarak tipik eylemin hukuka aykırılığı karinedir. Öyle ki kanun tarafından suç olarak düzenlenmiş eylem kalıbı karine olarak hukuka aykırı sayılacak ve sadece bir hukuka uygunluk sebebinin bulunması durumunda eylem suç olmaktan çıkacaktır. Mala zarar verme suçu içerisinde en temel anlamı ile bir başka kişiye ait olduğu bilinen bir mala zarar verme durumu söz konusu olacaktır. Bu hukuki kalıba uygun her eylem kural olarak hukuka aykırı nitelik taşıyacaktır. Bu sadece ceza hukukuna has bir yardım niteliği taşımamaktadır. Eylem tüm hukuk sistemi bakımından hukuka aykırıdır. Sadece mala zarar veren suçun faili konumunda yer alan kişi kendisine yönelik bir saldırıdan korunmak için bu eylemi işlemiş olabilmektedir. Ya da başkasının malına zarar verilmesi eylemi tamamıyla mal sahibinin rızası ile ortaya çıkabilir. Veya suçun faili konumunda yer alan kişi kanunun vermiş olduğu bir yetkiyi kullanırken bir başka kişinin malına zarar verebilir veya suçun faili konumunda yer alan kişinin başkasının malına zarar vermesi tamamıyla kendisine ait bir hakkı kullanması neticesi ortaya çıkarabilir. Bu gibi durumlarda mala zarar verme suçu dair kanuni tarife uyan ve kasten işlenen eylem hukuka uygunluk sebebinin mevcut olması nedeniyle suç teşkil etmez.
Hukuku Aykırılık
Burada mala zarar verme suçu ile ilgili olarak hukuka özel aykırılık hususlarından bahsetmemiz mümkündür. Kanuni tipte belirtilmiş olan hukuka aykırı olarak, haksız bir şekilde, haksız bir davranışlı gibi ifadeler hukuku özel aykırılık içerisinde değerlendirilir. Hukuka özel aykırılık öğretisi içerisinde hukuku aykırılık konusunun kanuni kümelerinde özel bir şekilde düzenlendiği hallerde suçun faili konumunda yer alan kişinin kastının özel bir şekilde belirtilen hukuku aykırılık halleri içermesi aranmakta ve somut yargılama içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişiye herhangi bir ceza yaptırımının uygulanmasının mümkün olabilmesi için bu hususun kanıtlanması gerekli olmaktadır. Bu bakımdan mala zarar verme suçuna dair kanuni tipteki haklı bir sebep olmaksızın ifadesi suçun hukuka aykırılık unsuruna özellikle dikkat çekilmiş olduğu ve böylelikle sanığın kastının bu hususu kapsamasının öngörülmüş olduğu belirtilmiştir. Hukuka özel aykırılık öğretisi içerisinde söz Konusu olan durumlara karşılık doktorun içerisinde elimin gününü değerlendiren unsurlar hususu savunulur. Bu görüşe göre haksız bir durumdaki gibi ifadeler tipteki bir hareketi özel bir şekilde nitelediği eylemin tamamına dair bir belirleme de bulunmak değilse bunların tipe dâhil kabul edilmeleri söz konusu olmamaktadır. Bunlar eylemin genelini değerlendiren birer unsur niteliği taşımaktadır. Bu unsurlar bir maddi unsuru tanımlamamaktadır. Eylemin bir bütün olarak hukuka uygun olup olmadığına dair bir belirleme de bulunmaktadır. Öyle ki mala zarar verme suç tipine dair haklı bir sebep olmaksızın ifadesi kanuni tipe dâhil bir maddi unsur parçasının nitelememektedir. Burada eylemin tam olarak haksızlık incelemesine tabi olduğu söylenebilir. Söz konusu ifadeyle sahipli hayvana öldürme, işe yaramayacak duruma getirme ya da değerinde azalma meydana getirme eğilimi tipe hukuka aykırılık bakımından genel bir şekilde nitelenmektedir. Bundan kaynaklı olarak tipi ve doğal olarak kastın kapsamına dâhil kabul edilmemektedir. Bu ifadenin eylemin genelini değerlendirmesine mi kasıt ile ilgili olmamasına bağlı olarak eylemin olası kastla işlenmesi ihtimalini ortadan kaldıran bir özellik söz konusu değildir. Suçun faili konumunda yer alan kişi bir başkasının hayvanına olası kastla zarar verebilmektedir.
Hukuka Uygunluk Nedenlerinden Kanun Hükmünü Yerine Getirme
5237 sayılı Türk ceza kanununun mal varlığına karşı suçlar başlığı altında düzenlenmiş olan 151. maddesindeki mala zarar verme suçu ile ilgili olarak ilk hukuka uygunluk sebepleri ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Devamında kanun hükmünü yerine getirme hukuka uygunluk sebebinden bahsetmemiz mümkündür.
Ceza hukuku bakımından hukuka uygunluk sebepleri kanun hükümlerinde yazılı olan ve kanun hükümlerinde yazılı olmayan hukuk uygunluk sebepleri olarak iki şekilde karşımıza çıkmaktadır. Burada kanun hükümlerinde yazılı olan kanun hükmü, hakkın kullanılması, ilgilinin rızası ve meşru savunma hukuk uygunluk sebeplerinin mala zarar verme suçu bakımından incelememiz mümkündür. Kanun hükmünü icra eden suçun faili konumunda yer alan kişinin eyleminin hukuka aykırı olmayacağı 5237 sayılı Türk ceza kanununun 27. maddesi içerisinde kanun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmeyeceği şeklinde düzenlenmiştir. Bu durumda sadece şekli anlamda kanunlar bu kapsam içerisinde değerlendirilir. Bunun dışında idari makamların yapmış olduğu düzenleyici işlemler amirin Emre kapsam içerisinde değerlendirilir. Kanun hükmü ile kast edilmiş olan kanun da yetki önermesinin suçum faili konumunda yer alan kişiye belirli bir alan içerisinde belirli bazı davranışları meydana getirme de yetki vermesi veya 10.01 görev yüklemesi olarak karşımıza çıkar. Söz konusu yetkinin kamu kokuna ya da özel hukuka dayanması önem teşkil etmemektedir. Kanunun şahıslara bahsetmiş olduğu haklar birer kanun hükmü olduklarından bu kapsam içerisinde sayılabilirlerse de kanun koyucu hakkın icrasını ayrı bir madde içerisinde düzenlemiş olmaktadır. Bu bakımdan 24. madde içerisinde söz konusu olan hüküm pek fark yaratmasa da hukuk tekniği bakımından kişiyi bir hak değil sadece bir yetki tanımış olduğu durumlarda uygulama alanı söz konusu olacaktır. Bazı durumlarda kanun doğrudan başka bir kişinin malına zarar verilmesini Emre diyor olabilmektedir. Öyle ki imar mevzuatı içerisinde kanunun kaçak yapıların yıkım kararının alınmasını emretti durumlarda yetkili makamlar tarafından bu uykum kararın alınmasında mala zarar verme suçunu azmettirme kapsamı içerisinde değerlendirmek olası nitelik taşımamaktadır. Fakat kanun hükmünün kapsamının doğru takdir edilmesi ve kanunun belirtmiş olduğu bu yetki çizgisinin haricinde çıkılmaması gerekli olur. Aksi durumda hukuka uygunluk sebeplerinin maddi koşullarında yanılgıya da duruma göre sınırın aşılması ile ilgili olan hususlar söz konusu olabilir.
Hukuka Uygunluk Nedenlerinden Hakkın Kullanılması
Hak hukukun tanımış olduğu faydalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Hukuk bir menfaati kendisi içerisinde meşru görüp koruma altına aldığı zaman bu menfaatin sahipleri bakımından hak meydana gelmiş olur. Hukukun kişiye bir hak vermiş olduğu durumlarda hakkın icrasına farklı bir hukuk normu ile yaptırma bağlanarak cezalandırılması mümkün olmaz. Öyle ki kişinin kanunun vermiş olduğu bir hakkın icrası kapsamı içerisinde olarak başka kişinin malına vermiş olduğu zarar, kasten işlenince ve tipik olsa bile hukuka uygun nitelik taşıyacak ve suç meydana getirecektir. Öyle ki taşınmazına giren tavukları engellemek amacıyla zehir döken kişiyi Yargıtay hem cezai hem de hukuki bakımdan sorumlu kılmıştır. Medeni kanunu hükümleri içerisinde komşu araziye taşarak zarar veren ağaç dalları için 740. madde düzenlenmiştir. Öyle ki komşunun arazisine taşarak zarar veren dalga kökler onun talebi üzerine uygun bir süre içerisinde kaldırılmaz ise komşu bu dalda kökleri kesip kendi mülkiyetine geçirme hakkına sahip olur. Söz konusu madde hükmünde komşu iki araziden birinde söz konusu olan bitkilerin taşarak bir zarara neden olması durumunda zarara uğrayan arazi Maliki’nin belirli koşullar ile bu dalda kökleri kesip kendi mülkiyetine geçirmesinin mümkün olabileceği belirtilmiştir. Bu haliyle ilk bakışta yararlanma kasti ile dalların kesilmesine hırsızlık eylemlerine dair bir hukuka uygunluk sebebi söz konusu olabilmektedir. Çünkü taşınmaz Maliki, bir başkasına ait araçları kendi mülkiyetine geçirir. Fakat somut olay içerisinde zarara uğrayan taşınmazın Maliki zarar vermiş olan dalları keserek mülkiyetine geçirme halinde bir faydalanma amacıyla hareket etmeyip sadece zararı önleme amacıyla zarar veren dallara kesmek ile yetine bilmektedir. Bu durumda bir başka kişinin malına zarar veren malik kanunun vermiş olduğu bir hakka kullanır. Böyle bir durumda dava zarar verme suçuna dair kanun tipi uygun olan hareket hukuka aykırı olmaması sebebiyle suç oluşturmaz. Fakat bunun için zarar gören taşınmazın Maliki komşu taşınmaz Malikinden zararın önlenmesini istemiş ve bu talebi rağmen zarar veren Dal ve kökler uygun bir zaman içerisinde kaldırılmamış olması gerekir. Türk medeni kanunu hükümleri içerisinde yer alan 743. maddeye göre üst taraftaki arazi Maliki’nin arazisi içerisinde toplanmış olan fazla suyu altı tarafta yer alan araziye boşaltması düzenlenmiştir. Söz konusu olan 743. maddenin birinci fıkrasına göre bir arazinin suyu öteden beri alt taraftaki araziye doğal bir durumda akmakta ise alt taraftaki arazi Maliki üst taraftaki araziden fazla suyun boşaltılması esnasında bu suları tazminat isteme hakkı olmaksızın kabul etme yükümlülüğüne sahiptir. Öyle ki suyun akışına göre altlığı üstü iki araziden üst tarafta yer alan yağmur suları toplanmış ise bu suların akıtılması alt tarafta yer alan arazi Maliki ne zarar vermektedir. Böyle bir zarar söz konusu olsa bile alt taraftaki arazi Maliki buna katlanma yükümlülüğü altındadır. Bu yüzden suların boşaltılması alt taraftaki arazi Maliki ne kanuni tipe uyacak bir zarar verirse eylem suç teşkil etmez. Bunun ile ilgili olarak kanun hükümlerinde bir sınırlama söz konusudur. Türk medeni kanunun 743. maddesinin ikinci fıkrasına göre alt tarafta yer alan arazi Maliki boşaltma nedeniyle akan suların zarar görmekte ise gideri üstteki arazi Maliki ne ait olmak üzere kendi arazisinde yapılacak olan mecrayla suyun akıtılmasını talep edebilir. Alt tarafta yer alan arazi Maliki’nin bu yönde bir talepte bulunmasına rağmen haklı bir sebep olmadan talebi yerine getirmeyen üst taraftaki arazi Maliki’nin bu hukuka uygunluk sebebinden yararlanması mümkün olmamaktadır.
Hukuka Uygunluk Nedenlerinden İlgilinin Rızası
5237 sayılı Türk ceza kanunun mal varlığına karşı suçlar bölümünün 151. maddesinde yer alan mala zarar verme suçunun hukuka uygunluk nedenlerinden ilgilinin rızası ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. İlgilenin rızası hukuka uygunluk sebebi, suçla korunan hukuksal değerin sahibi olan kişinin ihlali rıza göstermesi durumunda rızanın hukuka aykırılık unsurun etkilemesi olarak karşımıza çıkmaktadır. İlgilenin rızası eylemin hukuka uygun hale getirir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 26. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde kişinin üzerinde mutlaka tasarruf etmesinin mümkün olabileceği bir hakka dair açıklamış olduğu rızası çerçevesinde işlenmiş olan eylemden dolayı kimseye ceza verilmemektedir. Kanun hükmüne göre ilgilinin rızası bir hukuka uygunluk sebebi olarak, eylemin suç olmaktan çıkarılması mümkün olan bir nitelik taşımaktadır. Bunun için belirli bazı koşulları içerisinde barındırır. Öyle ki her şeyden önce ilgilenir rızasından bahsedilmesinin mümkün olabilmesi için kişinin üzerinde mutlak suretle tasarruf da bulunabileceği bir hak söz konusu olmalıdır. Mala zarar verme suçu içerisinde kurulmuş onu hukuksal değer olarak mülkiyet, hak sahibi konumunda yer alan kişi hakkın konusu olan mal üzerinde serbestçe tasarruf da bulunma ve bu arada mali yok etme hakkı verir. Bu tarz bir tasarruf serbestisine sahip olan mağdurun şikâyete tabi bir suç niteliği taşıyan mala zarar verme suçu bakımından başkalarına bu yetkiyi tanınması doğal bir nitelik taşımaktadır. İkinci olarak rıza açıklaması içerisinde bulunmuş olan kişinin buna ehil olması gereklilik teşkil etmektedir. Öyle ki burada ehliyet kavramının iki yönü söz konusudur. İlk olarak rıza açıklama için gerekli eylem ihlali söz konusu olması gerekir. Özel hukuktakine benzer bir halde mala zarar verme suçu bakımından diğer suçlar da olduğu gibi mağdurun rızasını geçerli nitelikte şey olabilmesi için bu Rıza’nın anlam önemini anlaması mümkün olabilecek halde olması gerekmektedir. Öyle ki bu kişinin temyiz kudretine sahip olması gerekir. Fakat özel hukuk içerisinde farklı olarak suçun faili konumunda yer alan kişinin bu konudaki yanılgısı kaçınılmaz olması koşulu ile sorumluluk dolmasını önlemeyebilmektedir. İkinci durumda ise rıza açıklamasında bulunmuş olan kişinin bu konuda bir tasarruf ehliyetine söz konusu olması gerekmektedir. Rızanın geçerlilik taşıyabilmesi için suçun faili konumunda yer alan kişinin rıza konusu üzerinde tasarruf ehliyeti söz konusu olmalıdır. Mala zarar verme suçu bakımından mali kim malik ise Rıza’yı açıklama yetkisi de kural olarak onda olmaktadır. Mal üzerindeki sınırlı ayni hak sahiplerinin ya da şahsi hak sahiplerinin rıza beyanları hukuki sonuç meydana getirmeyecektir. Fakat mülkiyet hakkı kullanılması bakımından şahsi sıkı suretle bağlı bir hak niteliği taşımadığından malikin bu Susta rıza açıklama yetkisini bir başkasına bırakması olası nitelik taşımaktadır. Bu bakımdan intifa hakkını meydana getiren hukuki işlemde ya da şahsi hakkı doğuran sözleşmede sözgelimi kiracıya bu konuda sınırlı bir yetki vermesi mümkün olabileceği gibi bu tarz bir ilişki söz konusu olmadan malik bir kişiye bu tarz bir Kendisi ile ilgili olarak rıza açıklama yetkisi vermesi mümkündür. Söz konusu olan rıza açık ya da örtülü olarak açıklanması gerekir. Rıza beyanı açık bir şekilde yapılması mümkün olabileceği gibi örtülü bir şekilde de yapılabilir nitelik taşımaktadır. Öyle ki evinin yıkılması için özel bir şekilde iş cüzdanı ya da Ağaçların kesilmesi için oduncu ile anlaşmış olan kişinin söz konusu mallarına zarar verilmesi durumunda açık bir şekilde rıza göstermiş olması durumu söz konusu olmaktadır. Ancak ağaçlarını Buda yan oğlunun bu eylemine karşılık vermeyen suçun mağduru konumunda yer alan kişi malına zarar verilmesine izin vermiş olmaktadır. Bununla birlikte her şekilde Rıza’nın mutlaka suçtan önce ya da en geç suçun icra hareketlerini devam ettiği sırada yapılması gerekmektedir. Bu bakımdan rıza mevcut olmadığı halde rıza olduğunu zanneden suçun faili konumunda yer alan kişinin davranışı hukuka uygunluk nedenlerinin maddi koşulları içerisinde yanılma kapsamında değerlendirilir. Bununla birlikte fil açıklanan rıza kapsamı içerisinde işlenmesi gerekir. Her rıza beyanının belirli bir kapsam olması doğal bir nitelik taşımaktadır. Bu kapsam ya malın ne olduğunu ya da kısımlarına ya da elime zaman veya durumuna ilişkin litrelik taşıyabilmektedir. Rıza beyanı içerisinde anlaşılmış olan ya da anlaşılması gereken bu sınır somut olay içerisinde aşılmaması gerekmektedir.
Hukuka Uygunluk Nedenlerinden Meşru Savunma
Mala zarar verme suçu ile ilgili olarak hukuka uygunluk nedenlerinden meşru savunma ile ilgili hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Meşru savunma bir kişinin haksız bir saldırıya karşı göstermiş olduğu tepki olarak karşımıza çıkmaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun sistem içerisinde meşru bir daha fa eylemi hukuka uygun kılan bir nedendir. Kanunun 25. maddesinin ilk fıkrası içerisinde düzenlenmiştir. Düzenlemeye göre kere kendisine gerek bir başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi ya da tekrar muhakkak olan haksız bir saldırı o anda hal ve koşullarına göre saldırı ile orantılı bir şekilde def etmek zorunluluğu ile işlenen eylemlerden kaynaklı olarak suçun faili konumunda yer alan kişi ceza verilmeyeceği yer almaktadır. Meşru savunmanın özelliğinden kaynaklı olarak çoğu zaman saldırganın şahsına yönelik bir durum söz konusu olacaktır. Bununla birlikte saldırıdan korumak isteyen kişinin mağdurun yaşam ya da vücut dokunulmazlığı haklarını değil mülkiyet hakkını ihlal etmek suretiyle mi kabul etmesi mümkün nitelik taşımaktadır. Öyle ki kendisini ezmek için otomobiliyle üzerine gelen saldırganın bu saldırısını önlemek amacıyla aracın lastiklerini suçun faili konumunda yer alan kişi tarafından patlatılması durumunda meşru savunma durumu meydana gelir. Böyle bir durumda suçun faili konumunda yer alan kişi savunma hareketler içerisinde saldırganın şahsına değil malına zarar verebilecek bir eylem yapmaktadır. Böylece mala zarar verme suçuna dair tipik hareketlerin kasten gerçekleşmiş olduğu durumlarda bazı koşulların bulunması durumunda eylem meşru savunma sebebiyle suç teşkil etmez.
Mala Zarar Verme Suçunun Nitelikli Halleri Nelerdir?
- Suçun kamu kurum ve kuruluşlarına ait, kamu hizmetine tahsis edilmiş veya kamunun yararlanmasına ayrılmış yer, bina, tesis ya da diğer eşya hakkında işlenmesi
- Suçun yangına, sel ve taşkına, kazaya ve diğer felaketlere karşı korunmaya tahsis edilmiş her türlü eşya ya da tesis hakkında işlenmesi
- Suçun devlet ormanı statüsündeki yerler hariç, nerede olursa olsun her türlü dikili ağaç, fidan ya da bağ çubuğu hakkında işlenmesi
- Suçun sulamaya, içme sularının sağlanmasına ya da afetlerden kurumaya yarayan tesisler hakkında işlenmesi
- Suçun grev veya lokavt et hallerinde işverenlerin ya da işçilerin ya da işveren veya işçi sendika ve konfederasyonlarının Maliki olduğu ya da kullanımında olan bina, tesis ya da eşya hakkında işlenmesi
- Suçun siyasi partilerin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının ve üst kuruluşlarının Maliki olduğu ya da kullanımında olan bina, tesis ya da eşya hakkında işlenmesi
- Suçun sona ermiş olsa bile, görevinden ötürü üç almak amacıyla bir kamu görevlisinin zararını olarak işlenmesi
- Suçun yakarak, yakıcı ya da patlayıcı madde kullanarak işlenmesi
- Suçun toprak kaymasında, Çığ düşmesi ne, sel ya da taş kına neden olmak suretiyle işlenmesi
- Suçun radyasyona maruz bırakarak, nükleer, biyolojik veya kimyasal silah kullanarak işlenmesi
- Suçun karar amacı ile işlenmiş olması