Kategori: Ceza Hukuku

Müşteki Ne Demek?

Şikâyet Nedir?

Ceza hukukunun amacı, suç teşkil eden bir fiil işlendiği zaman, kanunda öngörülmüş olan müeyyide ile faile ceza verilerek toplumdaki huzuru ve güveni sağlamaya çalışmak olduğu kadar, toplumdaki insanların suç işlemekten sakınmalarını sağlamak ve toplumda yaşayan insanların hukuken menfaatlerini korumak olarak açıklayabilmekteyiz. Ceza muhakemesi hukukunu incelemiş olursak suç işlendiği şüphesinin ortaya çıkması ve bu ortaya çıkan şüphenin herhangi bir yol ile öğrenilmesi üzerine, soruşturma makamlarının ( örneğin savcılık kurumu ) resen harekete geçmesi temel kural olarak karşımıza çıkmaktadır. Soruşturmaya yetkili makamlar, ceza muhakemesinin kamusallığı ilkesi ( Das Offizialprinzip ) gereğince, resen harekete geçerek işin asıl olan gerçeğini araştırmaya başlarlar. Çünkü devletin asli görevlerden biri de yargı organı aracılığı ile toplumsal ve bireysel menfaatleri korumak, düzeni bozucu nitelikteki fiilleri cezalandırıp, toplumsal adaleti temin etmektir. Şu var ki kimi durumlarda çeşitli gerekçeler ile yargılama makamının doğrudan doğruya harekete geçme kuralına istisna getirilmiş ve soruşturma ve kovuşturma fonksiyonunun icrası ise belirli bazı şartlara bağlanmış olmaktadır.  Soruşturma makamlarının resen harekete geçme kuralının istisnasını ise şikâyet kurumu oluşturur.

Şikâyet kurumuna hem Türk Ceza Kanununda hem Ceza Muhakemesi Kanununda yer verilmiştir. Ceza muhakemesi şartlarından biri de şikâyettir. Bu şartlardan belki de en önemlisi şikâyet kurumu olarak sayabiliriz. Şikâyet hakkı, anayasal haklardan biri olarak ayılmakta ve her suçta şikâyet hakkı mümkün olabilmektedir. Şikâyet hakkı, bireyin devletten kendi menfaatine bir şey yapmasını isteyebilme hakkını ifade eden sübjektif kamu hukuku hakkı olarak tanımlayabiliriz.  Anayasanın “ Hak Arama Hürriyeti ” adı altındaki 36. maddesindeki, “ Herkes, yasal vasıta ve yollardan yararlanmak sureti ile yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olmaktadır. ” biçiminde açıklanmış olan hüküm şikâyet hakkının Anayasa ile güvenceye alınmış olduğunun en büyük kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeptendir ki bir suçun işlendiği iddiası ile şikâyetçi olan kişi, kanunda kendisine tanınmış olan hakkı kullanmış olduğu için hukuka uygun bir zeminde hareket etmekte olduğu açık bir şekilde söylenebilmektedir.

Şikâyetin tanımını en kısa şekli ile yapacak olursak, suçtan zarar görenin soruşturma ve kovuşturma yapılmasını istemesi şeklinde tanımlayabiliriz. Şikâyet kurumu soruşturma açılmasını engelleyen ya da soruşturma sonunda dava açılmasını engelleyen bir kurum olarak meydana çıkar. Şikâyet kurumu kanunumuzda ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Şikâyet kurumunun asıl amacı mağduru korumak, diğer başka bir deyiş ile failin mağdura vereceği zarardan yine mağduru korumaya çalışmaktır. Ceza Muhakemesi Kanunun ( CMK ) 158. Maddesinin 1. Fıkrasında yer alan hükme göre şikâyet, yazılı olarak yapılabileceği gibi tutanağa geçirilmek üzere sözlü bir beyan verilerek Cumhuriyet Başsavcılığına ya da kolluk makamlarına yapılabilir. Bunun ile birlikte ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek şartı ile birlikte valilik, kaymakamlık ya da mahkemeye de şikâyet yapılabilir ( CMK. md. 158/2 ). Yabancı ülkede işlenmiş olan ve takibi Türkiye’de yapılan suçlar hakkında ise Türkiye’nin elçilik ve konsolosluklarına da ilgili şikâyette bulunulabilir ( CMK. md. 158/3 ). Bir kamu görevinin yürütülmesiyle ilgili olarak işlendiği iddia edilen bir suç sebebi ile şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek şartı ile ilgili kurum ve kuruluş idaresine de yapılabilmektedir ( CMK. md. 158/4 ).

Şikâyet, kamu davasının açılmasından sonra da söz konusu olabilmektedir. Örnek verecek olursak, kovuşturma evresine geçildikten sonra işlenmiş olan suçun şikâyete bağlı olduğunun anlaşılması halinde, mağdur açık bir şekilde şikâyetten vazgeçmediği takdirde ise yargılamaya kalındığı yerden devam edilmektedir ( CMK md.158/6 ). Şikâyete bağlı suçların soruşturulması ve kovuşturulması ancak ve ancak şikâyet hakkı sahibinin bu hakkı kullanmasıyla mümkün olmaktadır. Şikâyet kendisine karşı suç işlenen kişilerce yapılmaktadır. Şikâyet hakkı kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan biri olarak sayılır. Herhangi bir istisnai durum dışında da mirasçılara geçmesi gibi bir durum söz konusu dahi olamaz. Velev ki şikâyeti buna yetkili olmayan herhangi bir kimse yapmış ise şikâyet geçersizdir diyebiliriz. Suçtan zarar gören küçük ise kanuni temsilcisi küçük olan bireyin şikâyet hakkını kullanır. Suçtan zarar görenin kanuni temsilcisi var ise de şikâyeti o ilgili kişi yapar.

Şikâyete tabi suçlarda şikâyet süresi, mağdurun fiil ve faili öğrenmesi anından itibaren 6 ay olarak karşımıza çıkar. Yani başka bir anlatım ile Türk Ceza Kanunu 73. Maddenin 1 ve 2. Fıkraları uyarınca müştekinin şikâyet hakkını kullanabilmesi için hem faili hem de fiili öğrenmesinin gerekmesi karşımıza koşul olarak çıkıyor. Suçtan zarar gören ya da mağdur, suçu oluşturan fiil ya da failden herhangi birini geç öğrenmesi ihtimalinde de söz konusu 6 aylık şikâyet süresi fiil ve faili öğrendiği tarihten itibaren başlar. Amma velakin her ne kadar şikâyet süresi kanun maddesinin 1. fıkrasında 6 ay olarak belirtilmiş olsa da aynı maddenin 2. fıkrasında ” zamanaşımı süresini geçmemek şartı ile ” ibaresi göz önünde bulundurulmuş olduğunda bu hakkın kullanılabileceği 6 aylık sürenin de dava zamanaşımı içerisinde bulunmuş olması gerekmektedir. Bu süre kesin bir süre olup,  söz konusu olan 6 aylık kesin sürenin geçmiş olmasından sonra şikâyet hakkı kullanılamaz. Şikâyet süresi, hukuki mahiyeti itibariyle hak düşürücü süre olarak hukukumuzda kabul edilir. Hak düşürücü süre ise bir hakkın kullanılması için yapılması gereken işlemin süresi içinde yapılmaması sonucunda hakkın düşmesine neden olan süre olarak tanımlanmaktadır.

Müştekinin ( şikâyetçinin ) birden fazla olduğu durumlarda da müştekilerden sadece birinin şikâyet süresi içerisinde bu hakkını kullanmaması durumunda, şikâyet süresi içerisinde olmak şartı ile diğer müştekilerin şikâyet hakları devam etmektedir. Bu durum Türk Ceza Kanununda ” Şikâyet hakkı olan birkaç kişiden birisi altı 6 süreyi geçirirse bundan dolayı diğerlerinin hakları düşmez. ” ( TCK md. 73/3 ) şeklinde ifade edilmiştir. Yani diğer bir anlatım ile müştekilerden her birinin şikâyet hakkı diğerinden bağımsızdır ve tüm müştekilerin süresi dolana kadar her zaman şikâyetçi olunabilme imkânı her zaman vardır.

Türk Ceza Kanununda suçlar kural olarak re ’sen araştırma ilkesine tabi olarak karşımıza çıkar. Gel gelelim bu kuralın istisnalarından bir tanesi de şikâyet kurumudur. Suçun kanuni tanımında “ mağdur kişinin şikâyeti üzerine ” ya da “ şikâyet üzerine ” ifadeleri ilgili hükümde var ise o suç şikâyete bağlı bir suçtur. Suçtan zarar gören kişinin, mağdurun ya da yasal temsilcisinin kanunda belirtilmiş olan yetkili makamlara yazılı ya da tutanağa geçirilmek üzere ilgili kuruma yöneltilen sözlü olarak yaptığı irade açıklaması neticesinde yapılan soruşturma veya kovuşturma re ‘sen araştırma ilkesinin istisnası olarak diyebilmekteyiz. Kanunda bu tarz bir ifade yer almaması halinde ise söz konusu suç şikâyete bağlı bir suç olmaktan çıkmaktadır. Takibi şikâyete bağlı olan suçlardan birkaç tane örnek sayacak olursak şu suçları sayabiliriz: Kişilerin huzur ve sükûnunu bozma ( TCK md. 123 ) , hakaret ( TCK md. 125 ), mala zarar verme ( TCK md. 151 ), Kaybolmuş ya da hatalı olarak ele geçmiş eşyanın tasarrufu ( TCK md. 160 ) vb. Bazı suçlara bakarsak eğer ise şikâyet şartı gerçekleşmeden kesin bir şekilde takip edilemeyen suçlardır. Örnek verecek olursak, taksirle yaralama ( TCK md. 89 ), reşit olmayanla cinsel ilişki ( TCK md. 104 ), cinsel taciz ( TCK md. 105 ) suçları mutlak olarak takip edilen suçlardandır.

Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı bir suçun icrası sonucunda şikâyet hakkına sahip olan kişinin süresi içerisinde ve kanunun öngördüğü şartlara uygun olarak bu hakkını kullandıktan sonra, şikâyetini geri almasına şikâyetten vazgeçme denir. Başka bir ifade ile şikâyetten vazgeçme, daha önceden yapılmış olan şikâyetin geri alınması ve bu şikâyetin geçersiz sayılmasının istenmesi olarak açıklanabilmektedir. Türk Ceza Kanunun 73. Maddesinin 4, 5 ve 6. fıkralarında şikâyetten vazgeçme açık bir şekilde yer almış olduğu görülmektedir. Takibi şikâyete bağlı suçların tamamında, şikâyet hakkı sahibinin şikâyetinden vazgeçmesi mümkün olup buna kanun tarafından izin verilmiştir.

Feragat ise hukuk dilinde şikâyete bağlı bir suçun icrası neticesinde suçtan zarar gören kişinin, şikâyet süresi dolmadan şikâyet hakkını kullanmayacağını yetkili makamlara bildirmiş olması biçiminde açıklanır.  Şikâyetten feragat ancak şikâyet hakkının doğumundan sonra mümkün olabilmektedir. Ayrıca şikâyetten feragat de ancak şikâyet süresi dolmadan mümkün olmaktadır. Şayet süre geçtikten sonra yapılan feragat, ortada kullanılabilecek bir hak bulunmadığından yani suç zaman aşımına uğradığından bir anlam ifade etmeyecektir.

Müşteki ( Şikâyetçi ) Ne Demektir?

Arapça “ şkw “ kökünden gelen muştaki,  مشتكى  ” şikâyet eden ” sözcüğünden alıntıdır. Arapça dilinden gelmekte olan bu sözcük Arapça şakā ” yakındı, şikâyet etti ” fiilinin iftiˁāl vezni (VIII) failidir. Müşteki terimi Türkçe’ de ” şikâyet eden manasına gelmektedir. Müşteki kavramı, Türk Dil Kurumu’nda yer almış olan anlamı itibari ile yakınan, sızlanan, şikâyetçi ” anlamına geldiği saptanmaktadırMüşteki kelimesi günlük kullanımının yanında hukuk kavramları içerisinde özellikle de Türk Ceza Hukuku içerisinde yer almaktadır. Türk Ceza Kanununda düzenlenmiş olan suçlar kapsamında ya da soruşturulması ve kovuşturulması yapılan çok farklı kanunlarda düzenlenmiş olan suçlardan zarar gören ya da mağdur olan kişi veya kişilere müşteki denildiği görülmektedir. Müşteki sıfatına ilişkin olarak ise bakıldığında kanun hükümlerinde herhangi bir tanıma yer verilmediği görülmektedir. Müşteki yani diğer başka bir deyiş ile şikâyetçi, bir suçtan zarar gören ya da mağdur olan ve bu sebepten ötürü Cumhuriyet Savcılığına veya ilgili kuruma başvurarak şikâyet hakkını kullanan kişi olarak tanımlayabiliriz. Soruşturma aşaması geçtikten sonraki gelen kovuşturma aşamasında mahkeme tarafından müştekiye katılma yani davaya müdahil olma talebinin bulunup bulunmadığının sorulmasının ardından müşteki, davaya katılma talebinin bulunduğunu beyan ettiği takdirde katılan yani müdahil sıfatına sahip olmaktadır.

Müşteki sadece özel kişilere tanınan bir hak değildir. Bu hak zarar görmüş ve mağdur edilmiş kişilere tanmış olan bir haktır. Bahsi geçmekte olan bu hak, kanun tarafından hem özel hem de tüzel kişilere tanınmış olduğu saptanmaktadır. Müşteki hakkı, tüzel kişilerin de kullanabileceği bir haktır. Müşteki hakkı bizzat kişiye sıkı sıkıya bağlıdır. Yani o kişinin kendisine verilen bir haktır. Müşteki, gerçek bir kişi olabilir ya da şirket, vakıf, dernek ve benzeri gibi bir tüzel kişi de olabilir. Tüzel kişiler şikâyet hakkını yetkili organları vasıtaları ile kullanır. Şikâyet hakkını bizzat hak sahibi kullanması gerekmektedir ve bu şikâyet hakkı hak mirasçılara geçmez. Bu hakkın kullanılması sebebi ile bu hakkın mirasçılar, murisin şikâyet hakkına sahip olamazlar. Burada çok önemli bir noktanın üzerinde durulması gerekir. Eğer müşteki bu hakkını kullanmış ve daha sonra vefat etmişse durum biraz daha farklı bir hale gelir. Bu ihtimalde söz konusu olan bu hak için bir kovuşturma devam etmekte ise mirasçılardan bahsedilebilir. Sadece müşteki şikâyet hakkını bizzat kullandıktan sonra vefat eder ise mirasçıları açılan ceza davasına müdahil ( katılan ) sıfatı ile katılabilirler.

Müştekiye karşı birden fazla insan tarafından yalnızca tek bir suç işlenebilmesi de mümkündür. Böyle bir ihtimal olabileceği gibi bir kişi tarafından birden fazla suçun işlenmesi de mümkün olmaktadır. Müşteki tarafından şikâyet hakkı kullanıldığı zaman suçun işlenmesinde rolü olduğunu düşündüğü tüm söz konusu olan şahıslar hakkında şikâyetçi olmuş konumundadır. Zira şikâyet hakkının konusunu suç niteliği taşımakta olan eylemler oluşturmaktadır. Müşteki tarafından suç niteliği taşıyan fiili gerçekleştiren kişilerden bazıları şikâyete tabi tutulup bazılarının tabi tutulmaması, şikâyetin konusunun söz konusu eylem olması nedeni ile kesinlikle mümkün değildir. Müştekiye karşı bir kişi tarafından birden fazla suç işlenmesi durumunda her bir suç hakkında istenirse ayrı ayrı suç duyurusunda bulunulabilir. Tüm bunlara ek olarak da müştekiye karşı işlenmiş olan birden fazla suça karşı müşteki ferdi yapacağı tek bir suç duyurusu ile de şikâyetçi olabilmesi mümkün olmaktadır.

Müşteki Sanık Ne Demektir?

Müşteki sanık terimi, soruşturma aşamasının kapsamında hem suçtan zarar gören kişi yani mağdur olarak şikâyet hakkını kullanan hem de bunun yanında hem de suç isnadı altında olan kişi anlamına geldiği şeklinde bir tanım yapabiliriz. Müşteki sanık, başka diğer bir tanım ile kovuşturma aşamasında bir dosyada katılma ( müdahil ) talebinin bulunmaması sebebi ile katılan yani müdahil sıfatı olmayan kişiye verilen bir isim olarak karşımıza çıkar. Şahsın davaya katılma talebinde bulunması durumunda da kişi, katılan ( müdahil ) yani müdahil sanık sıfatı taşır.

Mağdur şüpheli ise savcılık tarafından yürütülmüş olunan bir soruşturma aşamasında hem suçtan zarar gören kişi ya da mağdur olan kişi olup şikâyet hakkını kullanmayan hem de aynı dosyanın içerisinde hakkında şikâyetçi olunan kişi olarak bir tanım yapabiliriz. Herhangi bir aynı olay içerisinde hem suçtan zarar gören hem de mağdur olan fert hakkında suç isnadında bulunulması hakkında söz konusu kişi soruşturma aşamasında “ mağdur şüpheli ”, kovuşturma aşamasında ise “ mağdur sanık ” sıfatını haiz olmuş olacaktır.

Müştekinin Diğer Sıfatları Nelerdir?

Müştekisuç oluşturan eylemden zarar gören veya mağdur olan kişi olup müştekinin diğer bir sıfatı şikâyetçi olduğundan yukarıdaki yazımızda bahsetmiştik. Kovuşturma aşamasında müşteki yani şikâyetçi tarafından davaya katılma talebinde bulunulmuş olunması ihtimalinde “ katılan ” ya da başka diğer bir ifadeyle “ müdahil ” sıfatı alınacaktır. Müşteki, şikâyette bulunmamış ya da şikâyetinden vazgeçmiş ise yani davaya katılma talebi bulunmuyor ise ve hem suç teşkil eden eylemden dolayı mağdur veya zarar gören hem de suç isnadı altında ise müşteki sanık sıfatını alacaktır. Eğer bu durumda davaya katılma yani müdahil olma talebi var olmuş ise “ katılan sanık ” ya da diğer başka bir deyiş ile “ müdahil sanık ” sıfatını alacaktır.

Müşteki İle Davacı Kavramları Arasındaki Fark Nedir?

Müşteki ile davacı kavramları birbiriyle çok karıştırılmakta olup söz konusu bu kavramlar aynı anlamlara gelmeyip anlamları bakımından belirli bir fark vardır. Müşteki, yani şikâyetçi bir suçtan ötürü olarak zarar görmüş ve mağdur olmuş olup bu sebep ile Cumhuriyet Savcılığına başvurup şikâyet hakkını kullanmış kişidir. Davacı kavramı ise bu tanımdan çok daha geniş bir kapsama sahiptir. Bir hakkının ihlal edildiğini iddia eden ve bu hak ihlali sebebi ile uğradığı zararı talep eden ve bu hakkın iade edilmesini isteyen taraf olarak tanımlanır. Müşteki kanunda kendisine öngörülen şikâyet hakkını kullanır. Davacı taraf ise uğramış olduğu zararı ve bu zararın karşılığını talep etme hakkına sahiptir.

Suç Mağduru Ve Müşteki

Ceza muhakemesinde adil yargılama yapılarak maddi gerçeğin ortaya çıkartılması, suç faili yönünden büyük bir önem taşımaktadır. Bu durum suç faili yönünden her ne kadar önemli ise de suç mağduru açısından da bir o kadar önemlidir. Yargıtay’ın görüşüne göre mağdur ile suçtan zarar gören kavramları aynı şeyi ifade etmez. Mağdur, suçun konusunun ait olduğu kişi olduğundan suç sebebi ile muhakkak zarar görmekte ise de suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olacak diye bir kural yoktur. Ceza Muhakemesi Kanununda bazen “ mağdur ” ( CMK md. 12 ), bazen de  “ suçtan zarar gören ” ( CMK md. 22 ve 237 ) olarak adlandırılan zarar gören kişiye bazı haklar ve yükümlülükler verilirken kanun koyucunun farklı farklı ölçüler ile hareket etmesi de mümkün gözükmektedir.

Suç mağduru kavramı kısaca suça konu eylemin konusunun ait olduğu kişidir. Suçun pasif süjesi kavramından da zarar gören şahıs ya da suç mağduru anlaşılır. Yaşam hakkına ya da vücut bütünlüğüne yönelen eylemlerde suçun konusu, insan yaşamı veya vücut bütünlüğü olmak ile birlikte suçun mağduru da kişinin kendisidir. Hırsızlık ve yağma gibi malvarlığına karşı işlenen suçlarda ise suçun konusu çalınan ya da yağmalanan eşya iken suçun mağduru malvarlığı eksilen kişi suç mağdurudur. Suç mağduru terimi, doğrudan doğruya suç nedeniyle mağdur olan kimsenin aile bireylerini ya da suçun işlendiği sırada mağdura yardım ederken ya da mağduriyete engel olmaya çalışırken zarara uğrayan kişileri de kapsamadığı görülmektedir.

Mağduru ya da suçtan zarar gören kişinin olduğu bir suçu, devletin soruşturma veya kovuşturma makamlarına duyurarak şikâyetçi olan kimseye “ müşteki ” adı verilmiş olduğundan bahsetmiştik. Şayet şikâyet hakkını kullanan kişi, işlenen suçtan zarar görmemiş ise “ ihbarcı ” ya da “ ihbar eden ” olarak değerlendirilmelidir.

Müştekinin Şikâyet Süresi Ne Kadardır?

Zamanaşımı, suçun işlenmesinin ardından geçen süre içerisinde devlet tarafından sahip olunan dava açmak ya da dava sonucunda verilmiş olan cezayı infaz etmek ya da müsadere uygulamak yetkilerinin sona ermesi şeklinde açıklanır. Zamanaşımı Türk Ceza Kanununun madde 72 hükmüne göre re ’sen değerlendirilen bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Kanunumuzu incelediğimizde ise karşımıza 3 tür zamanaşımı çıkmakta ve ilgili hükümlerde bu süreler düzenlenmiştir: Dava zamanaşımı, ceza zamanaşımı, müsadere zamanaşımı. Türk Ceza Kanununun 66. madde hükmünde dava zamanaşımı süreleri düzenlenmiştir. Örnek verecek olursak, Türk Ceza Kanununda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl ya da müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi beş yıl vb. geçmesi ile düşüp zamanaşımına uğramaktadır.

Şunu vurgulamak gerekir ki yukarıda bahsettiğimiz 6 aylık şikâyet süresi, Türk Ceza Kanunu’nun madde 66 hükmünde düzenlenmiş olan sürelere tabidir. Yani Türk Ceza Kanunu madde 66 hükmü içerisinde yer alan dava zamanaşımı süresi içerisinde 6 aylık şikâyet hakkı kullanılabilecek olup Türk Ceza Kanunu madde 66 hükmünde belirtilen süreler geçmesi halinde 6 aylık süre de söz konusu olmayıp suçun soruşturulması ve kovuşturulması zamanaşımına uğramış olacaktır.

Suç teşkil eden eylemden zarar gören ya da mağdur olan birden fazla kişinin bulunması halinde, müştekilerden bir tanesi için şikâyet süresi sona ermiş olsa dahi bu durum geriye kalan müştekilerin şikâyet hakkını sona erdirmeyecek olup diğer müştekiler açısından şikâyet hakkı devam edecektir. Bu durum Türk Ceza Kanununun 73. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenmiştir.

Müşteki Şikâyet Hakkını Nasıl Kullanabilir?

Müşteki kendisine kanun tarafından verilmiş olan şikâyet hakkını polis, jandarma aracılığı ile veyahut savcılığa beyanda bulunmanın yanında savcılığa ya da mahkemeye yazılı beyanda bulunularak bahsi geçen hakkını kullanılabilir. Ceza Muhakemesi Kanununun madde 158 hükmünde yer alan maddeye adli makamlarında şikâyet hakkının kullanılabilmesi için başvurulabilecek idari makamlar belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Valilik ve Kaymakamlıklar aracılığı ile de ilgili kişiler şikâyette bulunulabilir. Yurt dışında işlenmiş olan ülkede takibi lüzumlu olan suçlar için Türkiye’nin elçilik ve konsolosluklarına şikâyette bulunulabilmesi mümkündür.

Ceza Muhakemesi Kanunu 158. Madde uyarınca maddeye göre; valilik ya da kaymakamlığa, yurtdışında işlenmiş ve Türkiye’de takip edilecek olan suçlar açısından da Türkiye’nin elçilik ve konsolosluklarında, kamu görevinin yürütülmesi ile ilişkin olarak işlendiği iddia edilen suç bakımından ilgili kurum ve kuruluş idaresinde yapılacak olan başvuru ile de söz konusu olan bu hak kullanılabilecektir. Şikâyet hakkı, el yazısı ile ya da bilgisayar çıktısı ile de yazılabileceği gibi yazıya geçirilmek sureti ile de sözlü bir beyan ile de gerçekleştirilebilir. Burada önem arz eden durum ise suç oluşturduğu iddia edilen fiilin açık ve anlaşılır bir biçimde anlatılmış olmasıdır.

Müşteki Hangi Haklara Sahiptir?

Soruşturma Evresindeki Hakları

Müştekinin hakları davanın evrelerine göre belirlenmiştir. Mağdur veya müştekinin hakları Ceza Muhakemesi Kanununun 234. hükmünde düzenlenmiştir.

Mağdur ile müştekinin soruşturma evresindeki haklarını teker teker saymadan önce soruşturma evresinin sınırlarının çizilmesi gerekir. Soruşturma evresini tanımlayacak olursak, suç teşkil etmekte olan bir eylem gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine ilişkin iddianın araştırıldığı bir aşama olarak tanımlanır. Cumhuriyet savcısı ya da kolluk birimlerine suçun işlendiğine dair bir ihbar yapılması veya Cumhuriyet savcısının suç işlendiğinden haberdar olunması halinde kural olarak soruşturma evresi başlamış olacaktır. Soruşturma aşamasında müştekinin haklarına bakacak olursak şayet, delillerin toplanmasını talep etmek, soruşturmanın gizlilik ve aşamalarını bozmamak şartıyla belge istemek, bazı durumlarda baro tarafından kendisine vekil atanmasını istemek, vekil aracılığıyla el konulan ve muhafaza altına alınan eşyaları inceletmek, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yazılı itirazda bulunmaktır. Bu haklardan bazılarını inceleyelim.

Avukat Görevlendirilmesini İsteme Hakkı

Ceza Muhakemesi Kanununda mağdura ve müştekiye tanınan haklardan birisi de hukuki bilgi ve tecrübeye sahip bir kişiden yardım alma hakkının tanınmasıdır. Mağdur ve müşteki, ceza muhakemesi sürecinde mağduriyetlerine neden olan faillerin yargılanarak en ağır şekilde cezalandırılmaları için hukuki yardım talep edebilirler. Hukuki yardım alınabilmesi için kanuni bir takım şartların gerçekleşmesi lazımdır. Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ a-3 ” bendine göre mağdurun ve şikâyetçinin anılan hakkı kullanabilmesi için soruşturma konusu olan suçun, cinsel saldırı suçu ya da alt sınırı 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan olması, mağdurun ya da şikâyetçinin vekil talebinde bulunması ve talepte bulunanın vekilinin bulunmaması gerekmektedir.

Kendisine avukat görevlendirilmesini isteme hakkı hem mağdura hem de şikâyetçiye tanınmış olup kural olarak ihtiyaridir. Diğer başka bir ifade ile suça konu eylemin karşılığı cezanın nevi ve miktarı her ne olursa olsun, kendilerine vekil görevlendirilmesini talep etmezler ise soruşturma makamları tarafından re ’sen barodan vekil görevlendirilmesi istenmeyecektir. Mağdur ya da müştekinin kendilerine vekil görevlendirilmesini talep etmeleri halinde ise soruşturma makamları önce ihtiyari vekilleri bulunup bulunmadığına bakacak, vekilleri yok ise cinsel saldırı suçundan ya da alt sınırı 5 yıldan fazla ceza gerektiren bir suçtan soruşturma yapıyorlar ise barodan vekil görevlendirilmesini istemeleri mümkün olmaktadır. Sanık gibi mağdura ve şikâyetçiye de ücretsiz olarak avukatlık hizmetinden yararlanma imkânı getirilmiş olması, “ adil yargılanma “ kavramı içinde değerlendirilen “ silahların eşitliği ilkesi ” ile de uyum içinde olduğu açık bir şekilde görülmektedir.

Belge Örneği İsteme Hakkı

Ceza Muhakemesi Kanunun 157. Maddesindeki 1. fıkrasına göre, failin savunma hakkına zarar vermemek şartı ile soruşturma evresindeki usul işlemleri gizli bir şekilde yürütülür. Bu sebepten ötürü mağdur ve şikâyetçi tarafından ancak soruşturmanın gizliliği ihlal edilmemek kaydı ile dosyadan belge örneği alınabilmelidir. Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ a-2 ” bendinde de “ soruşturmanın gizlilik ve amacını bozmamak koşulu ile ” mağdur ve şikâyetçinin Cumhuriyet savcısından belge isteme haklarına sahip olduğu belirtilmiştir. 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanununun 7. Maddesi ile ilgili gerçek ve tüzel kişilerin kamu kurum ve kuruluşlarının elindeki belgeler yönünden bilgi istemelerine olanak tanındığı görülmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanununda mağdur ve müştekinin soruşturma evresinde belge isteme hakkından bahsetmek ile birlikte hangi belgelerin talep edilebileceği net bir şekilde belirtilmemiştir. Soruşturma evrakı, şüpheli savunmaları, mağdur ve müşteki beyanları, bilgi sahibi ifadeleri, ölü muayene ve otopsi zabıtları, olay yeri incelemelerine ilişkin her türlü belge, yakalama ve gözaltı tutanakları, doktor raporları, bilirkişi tutanak ve raporları gibi sayabileceğimiz birçok belgeden oluşmaktadır. Cumhuriyet savcısının soruşturmanın gizliliğini ve amacını bozmadığını düşündüğü her türlü soruşturma evrakının suretini mağdur ya da şikâyetçi fert isteyebilir. Burada istenmiş olunan belgenin soruşturmanın gizliliğini ihlal edip etmediğinin ya da soruşturmanın amacını tehlikeye düşürüp düşürmediğinin kararı Cumhuriyet savcısı tarafından verilecektir. Bu kararın olumsuz olmuş olması halinde mağdur ya da şikâyetçinin sulh ceza hâkimine itirazda bulunma hakkı saklı bulunmaktadır. Cumhuriyet savcısı soruşturmanın tamamı üzerinde bir kısıtlama getirilmesi gerektiğini düşünüyor ise sulh ceza hâkiminden Ceza Muhakemesi Kanunun 153. Maddesinin 2. fıkrasının uyarınca kısıtlama kararı isteme hakkı vardır. Bu durumda da mağdur ve şikâyetçi kendi ifadeleri ve kendi imzaları bulunan tutanaklar dışında herhangi bir soruşturma evrakının suretini isteme hakları bulunmaz.

Delillerin Toplanmasını İsteme Hakkı

Yargılama konusu olayın aydınlığa kavuşturulması, diğer başka bir ifade ile maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan tüm araçlara “ delil “ adı verilir. Delil, olayın belirlenmesine hizmet eder. Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ a-1 ” bendinde, mağdur ile müştekinin soruşturma aşamasında “ delillerin toplanmasını isteme “ hakkı olduğu da hüküm altına alınmıştır.

Delillerin toplanması, ceza muhakemesinde karar verme yetkisine haiz olan ilgili birim sorumlularının karar verebilmelerini sağlayabilmek amacı ile delillerin hazır bulundurulmasıdır. Bir suçun işlendiğine dair kuvvetli şüphe bulunduğunu hisseden Cumhuriyet savcısı, kamu davası açılıp açılmayacağına dair vereceği karara esas olmak üzere her türlü araştırmayı yapmaya yetkili olmaktadır. Cumhuriyet savcısı bu araştırmayı yaparken emrindeki adli kolluk güçlerinden yararlanmaktadır. Soruşturma evresinde kendisine tanınmış olunan bu yetki çerçevesinde Cumhuriyet savcısının, maddi gerçeği ortaya çıkarabilmek amacı ile her türlü delili toplama yükümlülüğü vardır. Cumhuriyet savcısı delil toplama görevini yerine getirirken, şüphelinin ve mağdurun haklarını koruyacak, tarafların lehine ve aleyhine tüm delilleri topladıktan sonra kamu davası açılıp açılmayacağına karar verecektir. Ceza muhakemesi hukukunda delil serbestliği ilkesi esas olarak kabul edilmiştir. Soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde ise hâkim suçun kanıtlanması için kural olarak her türlü delilden yararlanma imkânına sahiptir. Soruşturma evresinde mağdurun ya da şikâyetçinin toplanmasını istediği deliller, Cumhuriyet savcısının hukuki değerlendirmesinden geçtikten sonra yerinde görülürse toplanıp evrak arasına alınmaktadır.

Ceza Muhakemesi Kanunu ile mağdur ve müştekiye tanınmış olunan Cumhuriyet savcısından delil toplanmasını isteme hakkı, toplumsal adaletin sağlanması açısından çok önemli bir yenilik olarak kabul edilmelidir. Tanınmakta olan bu hak, ceza yargılamasında mağdurun yalnızca suçun ortaya çıkması açısından dinlenen bir tanık olmadığının göstergesi olarak görülmesi gerekir. Zira delil toplanmasını isteyerek soruşturmanın mağdur ve şikâyetçi tarafından da yönlendirilebilmesi, suçtan zarar gören mağdurların kendilerini iyi hissetmelerini sağlayacak, ayrıca birçok olayda ileride iddia edilebilecek hususların henüz soruşturma evresinde dosyaya yansımasının önü açılmış olacak ve mağdur, yargılamada bir süje olarak kabul edilmiş olacaktır.

Soruşturma Belgelerini, El konulan ve Muhafaza Altına Alınan Eşyayı İnceletme Hakkı

Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ a-4 ” bendine göre, mağdur ve müştekinin, vekilleri aracılığı ile soruşturma belgelerini, el konulan ve muhafaza altına alınan eşyayı inceletme hakları vardır. Şu var ki bu hakkın kullanılması, Ceza Muhakemesi Kanunun 153. maddesine uygunluk koşuluna bağlı olmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunun 153. maddesinin 1. Fıkrasında belirtilmiş olan  “ uygunluk şartı ”, sulh ceza hâkimi tarafından dosya üzerinde kısıtlama kararı verilmemesi halidir. Bu halde de soruşturma evresinde kısıtlılık kararının bulunması halinde mağdur ya da müşteki kişi söz konusu olan bu haklarını kullanamayacaktır. Kısıtlılık kararı bulunsa dahi mağdur ya da müşteki, kendi ifadelerini içeren tutanak ve belgelerin incelenmesini vekilleri aracığı ile isteyebilmeleri mümkün olmaktadır. Bu düzenleme ile kanun koyucu mağdur ve şikâyetçiye, el konulan ve muhafaza altına alınan eşyayı inceletme hakkını tanıyarak soruşturma evresinde şüpheliye dahi vermediği bir hakkı kullandırmıştır.

Mağdur ve müşteki kişi, Ceza Muhakemesi Kanunun 234. Maddesinin 1. fıkrasının “ a-2 ” bendindeki soruşturma evrakındaki belgelerin suretini isteme hakkını bizzat kendileri kullanabilirken, aynı maddenin “ a-4 ” bendi uyarınca bu belgelerin incelenmesini sadece vekillerinden isteyebileceklerdir.

Cumhuriyet Savcısının Kovuşturmaya Yer Olmadığına İlişkin Kararına İtiraz Hakkı

Kamu davası açmada “ mecburilik “ ve “ takdirlik “ olmak üzere 2 tane ayrı sistem bulunmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanununda kabul edilen mecburilik sistemine göre soruşturma evresinde toplanan deliller suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyor ise Cumhuriyet savcısı tarafından kamu davasını açılması zorunluluğu doğar. Hâlbuki eylemi değerlendirme yetkisi ise mahkemeye ait olmaktadır. Hukukta maslahat, kamu yararı anlamına gelir. Bu sebep ile Cumhuriyet savcısının dava açarken dikkate alması gereken “ maslahata uygunluk “ şartına kamu yararı şartı da diyebiliriz. Kamu davası açılmasında mecburilik sisteminin karşıtı olan maslahata uygunluk sisteminde, davanın açılması için kamu yararının bulunması koşulu aranmaktadır.

Ceza Muhakemesi Kanunu, kural olarak “ mecburilik “ sistemini tercih etmiş olsa da sınırlı şekilde “ takdirlik “ istisnası kabul etmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunun 171. maddesinin 1. fıkrasında “ cezayı kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasını gerektiren şartların ya da şahsi cezasızlık nedenin varlığı durumunda da Cumhuriyet savcısı kovuşturmaya yer olmadığı kararı verebilir ” hükmü düzenlenmiştir. Söz konusu maddenin 2. fıkrasında ise düzenlenmekte olan kamu davasının açılmasının ertelenmesi müessesesinde ise yeterli delil bulunmasına karşın Cumhuriyet savcısı kamu davası açmamakta ve şartların oluşması halinde kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar vermektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ a-5 ” bendinde mağdur ve müştekinin Cumhuriyet savcısının kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararına karşı kanunda yazılı usul çerçevesinde itiraz hakları olduğu kabul edilmiştir. Söz konusu olan Kanunun 173. Maddesinin 1. fıkrası uyarınca kovuşturmaya yer olmadığı kararının kendisine tebliğ edilmesi anından itibaren on beş gün içerisinde suçtan zarar görenin, kararı veren Cumhuriyet savcısının bağlı bulunmuş olduğu ağır ceza merkezine bağlı sulh ceza hâkimliğine itiraz hakkı bulunmaktadır.

Mağdur ya da müşteki olan suçtan zarar görenler bizzat ya da vekilleri aracılığı ile yasal süresi içinde itiraz haklarını kullanabilirler. İncelemeyi yapan sulh ceza hâkimliği öncelikle istemde bulunanın suçtan zarar görüp görmediğini araştıracak, suçtan zarar görmediğini tespit ettiği ihbarcıların itirazlarının reddine karar verecektir. Aksi halde ise suçtan zarar görmeyen ihbarcıların hakları bulunmamasına karşın soruşturma evresine müdahil olmaları sonucu ortaya çıkacaktır. Suçtan zarar gören mağdur ya da müştekilerin talepleri ise esasa girilerek sulh ceza hâkimliği tarafından incelenecek ve karar verilecektir. Hâkimlik tarafından merci sıfatıyla verilen itirazın reddine ya da kabulüne ilişkin kararlar Ceza Muhakemesi Kanunun 271. Maddesi 4. fıkrası gereğince kesin nitelikte olmaktadır.

Kovuşturma Evresindeki Hakları

Ceza Muhakemesi Kanunun 175. Maddesinin 1 fıkrası uyarınca, iddianamenin kabulü ile kamu davası açılmış olur ve bu sayede kovuşturma evresi başlar. Kovuşturma evresi, dar ve geniş olarak 2 anlamda kullanılmaktadır. Geniş anlamına bakarsak eğer hükmün kesinleşmesine kadar devam etmekte olup, bu halde mahkeme tarafından nihai karar verilip dava dosyasının istinaf ya da temyiz incelemesine gönderildiği aşamalar da kovuşturma evresi içerisinde değerlendirilir. Dar anlamda kovuşturma evresini değerlendirdiğimizde ise iddianamenin kabulü ile başlayıp ilk derece mahkemesinin nihai hükmünü vermesine kadar sürer. Dar anlamda kovuşturma evresi duruşma hazırlığı, duruşma ve hüküm verme aşamalarından oluşmaktadır. Kovuşturma aşamasında; duruşma zamanları hakkında bilgi elde etmek, davaya müdahil olmak, belgelerden örnek istemek, tanıkların çağrılmasını talep etmek, bazı durumlarda kendisine vekil atanmasını istemek, davaya müdahil olduğu takdirde kanun yollarına başvurmaktır. Bu haklardan bazılarını incelersek;

Duruşmadan Haberdar Edilme Hakkı

Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ b-1 ” bendi uyarınca mağdur ve müştekinin kovuşturma evresinde yapılacak olan duruşmalardan haberdar edilme hakları bulunmaktadır. İddianamenin kabulü ile başlayan kovuşturma evresinde, mahkeme tarafından tanzim edilen duruşma hazırlık tutanağında duruşma günü belirlenip, belirlenen günde duruşmada hazır bulunacak kişiler usulüne uygun olarak çağrılmaları gerekir. Mağdur ve şikâyetçi de duruşmada hazır bulunacak kişiler arasında sayılmaktadır. Soruşturma evresinde şikâyetçi olan mağdur ya da suçtan zarar görenin kovuşturma evresinde vefat etmesi durumunda ise mahkemece Ceza Muhakemesi Kanunun 260. Maddesinin 1. fıkrası katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunan mirasçılarının tespit edilerek duruşma gün ve saatini bildirecek şekilde davetiye çıkartılarak kamu davasından haberdar edilmeleri bir zorunluluktur. Bu zorunluluğa uyulmaması halinde de mahkeme tarafından verilmiş olunan kararın vefat eden müştekinin mirasçılarına tebliğ edilmesi gerekmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunun 233. maddesine göre mağdur ile şikâyetçinin duruşmaya çağrılması söz konusu olan Kanunun emredici, diğer başka bir ifade ile amir hükümlerinden biridir. Duruşmadan haberdar edilmeyen ve yokluğunda karar verilen mağdur, şikâyetçi ya da suçtan zarar gören kişi; kendisine kararın tebliğ edilmesinden sonra kanuni süresi içerisinde kanun yoluna başvurduğunda Yargıtay tarafından mağdur, şikâyetçi ya da suçtan zarar görenin ilk derece mahkemesinde yapılacak duruşmada yasal haklarını kullanabilmeleri için işin esasına geçilmeden ilgili hükmün usulen bozulmasına karar verildiği açık bir şekilde görülmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesi uyarınca mağdur, suçtan zarar gören ve şikâyetçinin yargılama sırasında ilk olarak duruşmadan haberdar edilmesi gerekmektedir. Suçtan zarar görenin tüzel kişi olması halinde de ilgili kurum ya da kuruluşun tebligata yarar adresine duruşma gününü bildirir bir çağrı kâğıdı çıkartılması gerekir. İşlenen suç sebebi ile kurumun doğrudan zarar görmesi halinde kovuşturma evresinde mutlaka duruşmalardan haberdar edilmeli, doğrudan zarar görmemesi halinde ise ikili bir ayrım gözetilmesi gerekmektedir.

Kamu Davasına Katılma Hakkı

İddia makamını kamuyu temsil eden Cumhuriyet savcısı ile beraber mağdur ya da suçtan zarar gören şikâyetçi kişinin işgal etmesi, kamu davasına katılma biçiminde mümkün olmaktadır. Bizzat olarak mağdur ya da suçtan zarar gören ferdin soruşturma evresinde araştırma işlemlerini yapması, kovuşturma evresinde ise iddia makamını yalnız olarak doldurması mümkün değildir. Bu kişiler genel olarak soruşturma ve kovuşturma evrelerinde ancak belirli işlemlerde hazır bulunabilme hakkını tekellerinde bulundururlar.

Mağdur olan ya da suçtan zarar gören şikâyetçiyi korumayı amaç edinen düzenlemelerden en önemlisi ise katılma müessesesi oluşturmaktadır. Kamu davasına katılma (müdahale) hakkı, Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ b-2 ” bendinde kabul edilmiştir. Sözü edinilen Kanunun 237. Maddesinin 1. fıkrasına göre mağdur kişi, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilmiş olana kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilme hakkına sahip olmaktadırlar. Kamu davasına katılma halinde de müdahil, ceza muhakemesine katılan birisi olarak kendi şahsi hak ve menfaatlerini korumak ve gözetmek için uğraştığı gibi hakkında dava açılan sanığın mahkûm olması ve hakkında güvenlik tedbirine hükmolunması için de çaba sarf eder ve kanun tarafından da kendisine tanınan haklarını kullanır. Kovuşturma evresinde suçtan zarar gören, kendine özgü haklar ile donatılmış kişi olarak Cumhuriyet savcısının yanında kamu davasına dâhil olmaktadır.

Kanun yolu incelemesinde ise kural olarak katılma isteminde bulunulamaz. Bu var ki ilk derece mahkemesinde usulüne uygun şekilde katılma isteminde bulunulmuş olmasına karşın mahkeme tarafından katılma istemi ile ilgili olumlu ya da olumsuz bir karar verilmedi ise ve başka inceleme yapılmasına dair bir sebep bulunmuyor ise kanun yolu mercii tarafından katılma kararı verilip buna göre bir inceleme yapılabilir İlk derece mahkemesi tarafından davayı neticelendiren hüküm kurulduktan sonra, katılan sıfatını alabilecek şekilde suçtan zarar gören kimse, katılma isteminde bulunup hükmü kanun yoluna götürürse temyiz istemi kabul edilecek olup sadece duruşmalara usulüne uygun çağrılmayan mağdur olan ferdin Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesindeki haklarını kullanamadığından davaya katılmasına kanun yolu aşamasında karar verilemeyecektir. Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 2. fıkrası uyarınca görevlendirilen zorunlu vekil ile mağdurun kanuni temsilcileri olan anne ve babasının, şikâyet ya da davaya katılma konusunda irade beyanlarının çelişmesi durumlarında da mağdurun kanuni temsilcilerinin beyanlarına üstünlük tanınması lüzumdur. Zira katılma konusunda ayırt etme gücü olmayan mağdur çocuğun, duruşmalarda vekil ile temsil ettirilmesi için her aşamada kanuni temsilcisinin vekâletname vererek bir vekil ile anlaşması mümkündür. Bu durumda da ihtiyari vekili bulunan çocuk mağdura baro tarafından vekil atanamayacağından dolayı kanuni temsilcinin iradesine öncelik verilmesi gerekliliği kabul edilmesi gerekir.

Suça konu eylemin gerçekleşmesi sebebi ile mağdur olan ya da eylemden zarar gören kişiler kovuşturma evresinde şikâyetlerinden vazgeçebilecekleri gibi davaya katılma haklarından da vazgeçme imkânına sahiptir.

Tutanak ve Belgelerden Örnek İsteme Hakkı

Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 2. fıkrasının “ b-3 ” bendine göre, mağdur ve müştekinin kovuşturma evresinde de tutanak ve belgelerden örnek isteme hakları bulunmaktadır. Soruşturma evresinde soruşturmanın gizlilik ve amacını bozmamak şartı ile suret alabilen mağdur ve şikâyetçi, kovuşturma aşamasında da herhangi bir sınırlama olmaksızın bizzat olarak bu haklarını kullanabileceklerdir.

Ceza Muhakemesi Kanunun ” mağdur ile şikâyetçinin hakları ” başlıklı 234. maddesinde, mağdur ve şikâyetçiye kovuşturma evresinde tutanak ve belgelerden örnek isteme hakkı tanınmış olduğu görülmektedir. Mağdur ya da şikâyetçinin anılan haklarını kullanabilmeleri için davaya müdahil olarak katılmaları da zorunlu bir şart olarak öngörülmemiştir. Varsayalım ki mağdur ya da şikâyetçinin, davaya katılmamaları halinde kendilerine mahkemece re’sen tutanak ve belgelerden örnek verilmesi gerekmemekte ise de davaya katılmaları durumlarınca mahkeme tarafından hükme esas alınması gereken belgelerin örneklerinin tefhim ya da tebliğ edilmesi gerekmektedir. Bir Yargıtay kararına göre, “ hâkim havalesi bulunmayan ve beraat hükmüne esas alınan yeminli mali müşavir olan X’e ait bila tarihli bilirkişi raporu duruşmada okunmayarak, katılan vekiline bir örneği verilerek beyanda bulunma imkânı tanınmayarak ” Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesine aykırı davranılmasını, bozma sebebi olarak gösterilmiştir. Katılmadan önce verilen kararların ve katılma tarihinden önce dosyaya konulan hükme esas alınacak belgelerin ise katılana ya da vekiline tebliğ edilmesine ise gerek bulunmamaktadır.

Tanıkların Davetini İsteme Hakkı

Kovuşturma aşamasında mağdur ya da müşteki, isterlerse duruşmalarda tanık dinletmek isteyebilirler. Söz konusu olan bu hak, delillerin toplanmasını isteme hakkı ile uyumlu bir şekilde düzenlenmiştir. Diğer başka bir ifadeyle soruşturma evresindeki delilleri toplatma talebi ile kovuşturma evresindeki tanık dinletme istemi arasında aslında pratik olarak bir fark bulunmamaktadır. Her iki evrede de mağdur ya da suçtan zarar gören kişi toplanması gereken bir delil olduğunu düşünüyorlarsa anılmakta olan bu hak kapsamında bu delilin toplanıp evrak arasına alınması için bir talepte bulunabileceklerdir.

Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 2. fıkrasının “ b-4 ” bendinde düzenlenmiş olunan tanıkların davetini isteme hakkını, mağdur ya da müşteki söz konusu olan Kanunun 178. maddesindeki usule göre kullanabilmeleri mümkündür. Buna göre de mahkeme başkanı ya da hâkimden, tanık veya uzman bilirkişi çağrılmasını sözlü olarak ya da dilekçe ile isteyebilme ve bu istem reddedildiğinde, o kimseleri mahkemeye bizzat getirip dinletebilme hakkına sahip olmaktadırlar.

Kanun Yollarına Başvurma Hakkı

Suç oluşturan eylem sebebi ile mağdur olup doğrudan doğruya zarar gören kişilerin kovuşturma evresinde hüküm kuruluncaya kadar, Ceza Muhakemesi Kanunun 237. Maddesinin 1. fıkrası uyarınca sanıktan şikâyetçi olup davaya katılmak istemeleri üzerine mahkeme tarafından kamu davasına katılmalarına karar verilebilir. Kamu davasına katılmış olmak koşulu ile mağdur ya da müşteki, Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ b-6 ” bendine göre, davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yoluna başvurabilme imkânı vardır. Ceza Muhakemesi Kanunun 260. maddesi ile uyumlu olarak düzenlenen bu hak sayesinde mağdur ve müşteki, Cumhuriyet savcısından bağımsız olarak verilen kararlara karşı itiraz yoluna başvurabilme seçeneği olabileceği gibi hükümlere yönelik olarak da istinaf ve temyiz isteminde de bulunabilir.

Kanun yolları olağan ve olağanüstü kanun yolları olarak 2’ye ayrılır. Kural olan ve akla ilk gelen genellikle olağan kanun yollarıdır ve olağanüstü kanun yolları ise istisnayı teşkil etmektedir. Hâkim ya da mahkeme tarafından verilen kararlara karşı başvurulan itiraz yolu ile nihai hükümlere yönelik açılan istinaf ve temyiz davaları olağan kanun yolları olarak değerlendirilmektedir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazı, kanun yararına bozma ve yargılamanın yenilenmesi ise olağanüstü kanun yollarını meydana getirmektedir. Olağanüstü kanun yolları kesin olan karar ya da hükümler yönünden yapılan başvuruları kapsar. İtiraz, hâkim ya da mahkemece verilen kararların, karardan zarar görmüş olan ferdin başvurusu üzerine, farklı bir merci tarafından yeniden incelenmesine olanak tanıyan bir kanun yoludur. Kural olarak itirazın konusu hâkim kararları iken, istisna olarak mahkeme ara kararlarına da itiraz edilebilir. Yalnızca mahkemenin esas kararından önce vermiş olduğu ara kararlarına itiraz edilebilmesi için, kanunda itiraz yoluna başvurulabileceğinin açık bir şekilde gösterilmiş olması gerekmektedir.

On beş yaşını doldurmamış olan ve ayırt etme yeteneğine sahip olmayan mağdur çocukların, yalnızca zorunlu vekillerinin beyanına dayanılarak açılan kamu davasına katılmalarına karar verilmesi halinde, katılma kararı hukuki değerden yoksun olarak değerlendirilmesi gerekir. Mağdur çocukların kanuni temsilcileri dinlenmeden verilen katılma kararı hukuki değerden yoksun olduğundan mütevellit zorunlu vekilin kurulan hükmü temyize hak ve yetkisi de bulunmamaktadır. Hükmün bu şekilde temyiz incelemesine gönderilmesi halinde Yargıtay Ceza Daireleri zorunlu vekilin temyize hak ve yetkisi olmadığından dolayı temyiz isteminin reddine karar vermektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunun 233. Maddesinin 1. fıkrasının usule uygun olarak duruşmaya çağrılan mağdur ve müştekinin, bu çağrıya uymamaları ya da bu çağrıya uyup duruşmalara gelmelerine rağmen davaya katılmamış olmaları halinde kanun yollarına başvuru hakları bulunmamaktadır. Mağdur ve şikâyetçi, doğrudan doğruya zarar görmedikleri suçlar bakımından açılan kamu davalarına katılma hakları bulunmadığından, bu suçlardan kurulan hükümlere karşı da anılan hakkı da kullanamazlar.

Bilgilendirilme (Aydınlanma) Hakkı

Mağdurun ya da suçtan zarar gören ferdin, kanundan kaynaklanmış olan haklarını öğrenebilmeleri ve şikâyet haklarını kullanabilmeleri için kanuna göre usulüne uygun bir şekilde ilgili makama davet edilerek bilgilendirilmeleri gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 3. fıkrasında, suç mağdurlarına ve müştekiye, soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki haklarının anlatılıp açıklanacağı ve tutanak altına alınacağı hususu kabul edilmiş, bilgilendirilme hakkı hukuksal zemin esas alınarak düzenlenmiştir. Söz konusu olan ilgili kanuna göre, mağdur ile şikâyetçiye Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1 ve 2. fıkrasında düzenlenen hakların açıklanıp anlatılması gerekir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından, 14.06.2006 tarihinde bakan temsilcilerinin 97. toplantısında kabul edilmiş olunan, “ Üye Ülkelere Suç Mağdurlarına Yardım Hususundaki Tavsiye Kararının ” 6. bendinde düzenlenen bilgilendirme hakkı, “ bilginin sağlanması ”, “ bilginin kapsamı ” ve “ hususi usul hakkında bilgiler ” olmak üzere 3 başlıkta incelenmiştir.

Bilgilendirme hakkı çerçevesinde mağdur ya da şikâyetçinin ifadelerinin alınmasından önce haklarının hatırlatıldığı konusu mutlaka zorunlu bir şekilde tutanak altına alınacaktır. Mağdura gerek bilgilendirilme hakkı kapsamında açıklama yaparken gerekse soruşturma ve kovuşturmanın tüm aşamalarındaki işlemler sırasında, mağdurun kişisel onur ve saygınlığına uygun davranılması gerek olmaktadır.  Mağdur ile iletişim kuran kolluk makamlarının mağdura, suçun konusu ya da suçun delili gözüyle bakmamaları gerekir. Kovuşturma aşamasında da mağdura suçun sübutunu ispatlayacak bir delil muamelesi yapılmamalıdır.

Avukat Yardımından Yararlanma Hakkı

Mağdur ve müşteki kovuşturma evresinde “ ihtiyari vekillik ” ya da “ zorunlu vekillik ” yolu ile istekleri doğrultusunda duruşmalarda kendilerini avukat olan vekil aracığı ile temsil ettirebilme imkânına sahiptirler. Zorunlu vekillik Ceza Muhakemesi Kanunu ile mevzuata dahil edilmiş olup, kanundan kaynaklanmaktadır. İhtiyari vekillik ilişkisi ise sözleşmeden ya da kanundan doğabilir. Sözleşmeden kaynaklanan ihtiyari vekillik ilişkisi mağdurun ya da müştekinin kendi iradesi ve Noter aracılığında düzenleteceği vekâletname ile kurulabilir. Burada mağdur ile ihtiyari vekil arasında kurulan ilişki bir sözleşmeye dayanmakta olup, tayin olunan vekil, vekâletname sözleşmesi kapsamındaki tüm davalarda mağdur veya şikâyetçiyi vekil sıfatıyla duruşmalarda temsil edebilirler.

Söz konusu olan kanundan kaynaklanan ihtiyari vekillik ise Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ b-5 ” bendinde düzenlenmiştir. Anılan bu düzenlemeye göre, mağdur ve şikâyetçinin, cinsel saldırı suçundan ya da alt sınırı 5 yıldan fazla hapis cezası gerektiren bir suçtan mağdur olmaları halinde, duruşmalarda kendileri temsil etmeleri için barodan vekil görevlendirilmesini isteme hakları bulunmaktadır. Anılan bent gereğince mağdur ya da şikâyetçiye istemi halinde vekil görevlendirileceği düzenlemesi yapılmıştır. Kanundan doğmuş olan ihtiyari vekillik olarak adlandırabileceğimiz bahsi geçmekte olan bu haller kanunda sınırlı olarak sayılmış, cinsel saldırı suçu ya da alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlar yönünden mağdur olanların kendisine vekil atanmasını isteyebileceği kabul edilmiştir. Mağdur ya da müştekinin bu haktan yararlanabilmesi için vekâletname ile atadığı vekilinin bulunmaması ve mahkemeden kendisine vekil tayin edilmesini istemesi gerekmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 2. fıkrasında ise bir zorunlu vekillik sistemi öngörülmüştür. Zorunlu vekillik ilişkisi kanunun emredici hükmü uyarınca mağdur ile baro tarafından atanacak vekil arasında kurulmaktadır. Buna dolayı, mağdur on sekiz yaşından küçük, sağır, dilsiz ya da meramını anlatamayacak kadar malûl olur ve ihtiyari vekili de bulunmaz ise talebi aranmaksızın vekil görevlendirilmesi için baro ile yazışma yapılması gerekir. Kovuşturmaya konu eylem sebebi ile birden fazla kişinin mağdur olduğu olaylarda, tüm mağdurlara baro tarafından tek vekil görevlendirilmesi mümkün ise de mağdurlar arasında menfaat çatışması bulunduğu tespit edildiğinde ayrı ayrı vekil tayin edilmesi gerekmektedir.

MÜŞTEKİ DURUŞMAYA KATILMAZSA NE OLUR?

Müştekinin yargılamaya iştirak etmesi ve irade beyanlarını dile getirmiş olması gerekir. Bu amaç ile de Ceza Muhakemesi Kanununun 235. Maddesi uyarınca yakınma dilekçesinde belirtilen adrese davaya iştirak etmesi amacı ile tebligat gönderir. Müştekinin duruşmaya iştirak etmesi, olayın aydınlatılması için mecburi ise müşteki ne olursa olsun duruşmada dinlenmelidir. Davetiye gönderilmesine karşın mahkemeye katılmamış olan müşteki, polis tarafınca zorla mahkemeye getirilir.

Ceza Muhakemesi Kanununun 158. Madde 1 ve 2. fıkrasına göre müştekinin önceden yapmış olduğu şikâyetinden vazgeçmesi de mümkün olmaktadır. Şikâyetten vazgeçme polis, jandarma, savcılık, mahkeme, kaymakamlık ya da valilik vasıtasıyla yapılabilir. Müştekinin şikâyetten vazgeçmesi sanık tarafınca kabul edilmiş olduğu takdirde ceza davası düşer.

MÜŞTEKİ SANIK DURUŞMAYA GELMEME İHTİMALİNDE NE OLUR?

Müşteki sanık, kovuşturma aşaması sürerken katılma talebinin bulunmaması sebebinden ötürü olarak katılan ( müdahil ) sıfatı bulunmayan kişiye denilmektedir. Aynı şahıs tarafından davaya katılma talebinin bulunması halinde ise söz konusu şahıs, “ katılan ( müdahil ) sanık ” sıfatını alacaktır. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun madde 235 hükmü bunu ele almıştır. Söz konusu olan ilgili madde hükmünün incelendiği ve görüldüğü üzere kural olarak müştekinin kovuşturma aşamasında davalara icabet etmesi gereklidir. Bu hususta davanın görüldüğü mahkeme tarafından müştekinin daha önce belirtmiş olduğu adresine davetiye yani tebligat çıkartılır. Tebligatın ulaşmış olmasına rağmen duruşmaya katılım sağlamayan müşteki hakkında Ceza Muhakemesi Kanununun 235. maddesi gereğince yeniden tebligat çıkartılmaz. Şunu belirtmek gerekir ki müştekinin mahkemede dinlenmesi verilecek olan hüküm açısından bir zorunluluk bulunduruyorsa yani başa bir deyişle davanın seyrini etkileyecek yönde ise çıkartılmış olan davetiyeye yani tebligata rağmen duruşmaya katılım sağlanmamışsa, mahkeme tarafından söz konusu kişi hakkında zorla getirme kararı ” çıkartılabilecektir.

Suç oluşturan fiil bireysel ve toplumsal yaşam açısından çok farklı olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Suç hemen hemen herkesin yaşamını doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemektedir. Yaşamımız sadece kendi eylemlerimiz yüzünden değil, yakınlarımızın, arkadaşlarımızın, akrabalarımızın ve hatta belli zamanlarda aynı mekânları paylaştığımız tanımadığımız insanların mağduriyetleri ile de olumsuz etkilenebilir.

Şikâyet şartı gerçekleşmemiş ise, savcılık suç teşkil eden eylemi soruşturamayacaktır. Yalnızca bir kere şikâyet edilince, savcının soruşturması zorunludur. Ceza soruşturmasının doğrudan doğruya savcılıkça yapılması kural olduğundan, ceza muhakemesinde soruşturması şikâyete tabi suçlar istisna teşkil etmekte ve bu neden ile kanunlarda teker teker gösterilmektedir.

Şikâyet hakkı, kişiye sıkı sıkıya bağlı olarak sayılan haklardan biridir. Bu neden ile şikâyet hakkı sadece, suçtan zarar gören, diğer bir başka deyişle şikâyet hakkı bulunan kimseler tarafından kullanılabilir. Türk Ceza Kanununun 73 üncü maddesinde de, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan suç hakkında yetkili kimseden söz edilmiş ve şikâyet hakkı sahibinin 6 ay içinde şikâyette bulunmadığı takdirde soruşturma ve kovuşturma yapılamayacağı belirtilmiştir. Bu açıdan bakıldığında ise şikâyet hakkı mağdura ya da suçtan zarar görene aittir. Buradaki zarar “ doğrudan doğruya olan zarar ”dan bahsedilmektedir. Bu açıdan da suçun neticelerinin etkisi ile zarar gören kişilerin şikâyet hakkı bulunmamaktadır.

Mağdur ve müştekiye kanun çerçevesinde belirli başlı bazı haklar tanınmıştır. Müşteki ve mağdura muhakeme sürecinde tanınan hakların çoğaltılması ve hangi haklara sahip olduklarının kişilere anlatılması, suç sebebi ile mağdur olan kişilerin devlet tarafından yalnız bırakılmadıkları düşüncesine varmalarına neden olacaktır. Kovuşturma evresinde ilk derece mahkemesi tarafından kurulan nihai hükmün sanık ile birlikte katılan sıfatını almış olma şartı ile mağdur tarafından da, karar tarihine göre istinaf ya da temyiz davası açılarak, kanun yoluna taşınabilmesi anılan amacın başka bir göstergesidir.

Sonuç olarak ise müşteki; soruşturma ve kovuşturma aşamasında farklı sıfatlar ile bulunabilecek olup aynı zamanda da suç isnadı altında bulunan kişi de olabilmesi mümkün olmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanununda müştekinin hakları konusunda söz konusu sürecin soruşturma ve kovuşturma sürecine göre ayrım yapılarak düzenleme yapılmış olup ilgili durum Ceza Muhakemesi Kanunu madde 234 hüküm altına alınmıştır.

Müşteki kısaca suçtan zarar gören ve mağdur kişi anlamlarına gelmektedir.  Müşteki kendisine karşı işlenen suçu ve suçluyu öğrendikten sonra altı ay içerisinde yetkili birimlere şikâyette bulunması gerekmektedir. Bahsi geçen 6 aylık süre takibi şikâyete bağlı olan suçlarda hak düşürücüdür. Bu sürenin geçmesi ile zamanaşımı defi gündeme gelmiş olur.

Müşteki takibi şikâyete bağlı olan suçlarda kovuşturma safhası ( mahkeme aşaması ) sona erene kadar her aşamada şikâyetinden vazgeçerek geri alabilme imkânına sahiptir. Bir suçtan dolayı şikâyet geri alınmış ise aynı suçtan dolayı tekrardan şikâyetçi olabilmek mümkün değildir.

Müşteki kovuşturma aşamasında davanın görüldüğü mahkemeye katılma talebini yazılı olarak iletir ve mahkeme tarafından da bu husus kabul edilir ise katılan ( müdahil ) sıfatını alacaktır. Bu aşamadan sonra ise davanın takibini kolaylıkla sağlayabilecek, tebliği zorunlu tüm hususlar ile katılana da tebliğ edilecektir. Yine katılma talebi kabul edilen suçtan zarar gören kovuşturma sonucunda sanığın aleyhine ya da lehine verilen kararı bir üst mahkemeye taşıyabilecektir.

Parada Sahtecilik Suçu ve Cezası

Parada Sahtecilik Suçu Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun kamu güvenine karşı suçlar başlığı altında 197. maddede parada sahtecilik suçu düzenlenmiştir. Bu suç hükmüne göre memlekette ya da yabancı ülkelerde kanunen tedavülde bulunan parayı, sahte olarak üreten, ülkeye sokan, nakleden, muhafaza eden ya da tedavüle koyan kişi iki yıldan 12 yıla kadar hapis ve 10.000 güne kadar adli para cezasına çarptırılır.

Continue reading “Parada Sahtecilik Suçu ve Cezası”

Mala Zarar Verme Suçu

Mala zarar verme suçu 5237 sayılı Türk ceza kanunu özel hükümler başlıklı ikinci kitabının, kişilere karşı suçlar başlıklı üçüncü kısmının, mal varlığına karşı suçlar başlıklı Onuncu bölümü içerisinde 151. maddede yer almıştır. 151. maddedeki mala zarar verme suçuna göre başka bir kişinin taşınır ya da taşınmaz malını kısmen ya da tamamen yıkan, tahrip eden, yok eden, bozan kullanılmaz bir duruma getiren ya da kirleten kişi, suçun mağduru konumunda yer alan kişinin şikâyeti üzerine dört aydan üç yıla kadar hapis ya da adli para cezasına çarptırılır.

Continue reading “Mala Zarar Verme Suçu”

İnfaz Nedir? Nasıl Hesaplanır?

İnfaz kelimesi sözlük anlamı ile bir yargı yerine getirmektedir. Bununla birlikte infaz uygulama, yürütme anlamına da gelir. Öyle ki infaz hukuku mahkemeler tarafından verilmiş olan ve kesinleşen ceza ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi olarak tanımlandığı söylenebilir. İnfaz hukuku cezamı güvenlik tedbirlerine dair kesinleşmiş kararların yerine getirilmesine dair esasları göstermiş olan bağımsız bir hukuk dalı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Continue reading “İnfaz Nedir? Nasıl Hesaplanır?”

Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Suçu

Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun kamu barışına karşı suçlar başlıklı beşinci bölümünün 216. maddesinde halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu düzenlenmiştir. Kanun hükmüne göre halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep ya da bölge bakımından farklı niteliklere sahip bir kesimine, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığı açıkça tahrik eden kimsenin, bundan kaynaklı olarak kamu güvenliği bakımından açık ve yakın bir tehlikenin meydana gelmesi durumunda bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması gerekir. Halkın bir kesimine, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet ya da bölge farklılığını dayanmak suretiyle açıkça aşağılayan kişi altı aydan bir yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Halkın bir kesiminin benimsemiş olduğu dini değerleri açıkça aşağılayan kişi, eyleminin kamu barışını bozmaya elverişli olması durumunda altı aydan bir yıla kadar hapis cezasına çarptırılır.

Continue reading “Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Suçu”

Çocuğun Soy bağını Değiştirme Suçu

Çocuğun Soy bağını Değiştirme Suçu Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanunun 231. maddesi içerisinde çocuğun soy bağını değiştirme suçu düzenlenmiştir. Bir çocuğun soy bağını değiştiren ya da gizleyen kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına çarptırılmaktadır. Özen yükümlülüğüne aykırı davranışlar sergilemek suretiyle sağlık kurumundaki bir çocuğun farklı bir çocuk ile karışmasına sebep olan kişi bir yıla kadar hapis cezasına çarptırılır.

Continue reading “Çocuğun Soy bağını Değiştirme Suçu”

Cinsel Saldırı Suçu (Tck102)

Cinsel saldırı suçu 5237 sayılı Türk ceza kanununun özel hükümler başlıklı ikinci kitabının kişilere karşı suçlar başlıklı ikinci kısmının cinsel dokunulmazla karşı suçlar başlıklı altıncı bölümünün 102. maddesinde düzenlenmiştir.

5237 sayılı Türk ceza kanununun cinsel dokunulmazla karşı suçlar başlıklı altıncı bölümünde cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, reşit olmayanla cinsel ilişki, cinsel taciz suçları düzenlenmiştir. Burada kanun hükümlerinde bu suçlar ile ilgili olarak mevcut düzenlemelerden bahsetmek mümkündür. İlk olarak 102. maddede düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçu ile ilgili olan hükümlerden bahsetmeye başlayabiliriz. Cinsel davranışlar ile bir kişinin vücut dokunulmazlığını ihlal eden kişi suçun mağduru konumunda yer alan kişinin şikâyeti üzerine, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması gerekir. Cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması durumunda iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilmesi gerekir. Eylemin vücuda organ ya da sair bir cisim sokulması suretiyle meydana gelmesi halinde 12 yıldan az olmamak üzere hapis cezası hükmü olunması gerekir. Bu eylemin eşe karşı işlenmiş olması durumunda, soruşturma ve kovuşturma yapılması suçun mağduru konumunda yer alan kişinin şikâyetine bağlı nitelik taşımaktadır. Cinsel saldırı suçunun bedene ya da ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenmesi durumunda bahsetmiş olduğumuz cezalar yarı oranında artırılması gerekir. Cinsel saldırı suçunun kamu görevinin, vesayet ya da hizmet ilişkisinin sağlamış olduğu nüfus kötüye kullanmak suretiyle işlenmesi durumunda verilen cezalar yarı oranında artırılır. Suçun üçüncü derece dâhil kan ya da kayın hısmı ilişkisi içerisinde bulunan bir kişiye karşı ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş, evlat edinen ya da evlatlık tarafından işlenmesi durumunda verilecek olan cezalar yarı oranında artırılır. Cinsel saldırı suçunun silahlı ya da birden fazla kişi tarafından beraber işlenmesi durumunda verilecek olan cezalar yarı oranında artırılır. Cinsel saldırı suçunun insanların toplu olarak bir arada yaşaması zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağlamış olduğu kolaylıktan faydalanmak suretiyle işlenmiş olması durumunda verilecek olan cezalar yarı oranında artırılır. Cinsel saldırı için başvurulmuş olan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerini sebep olması durumunda ayriyeten kaçtan yaralama suçuna dair hükümlerin uygulama bulunması durumu söz konusu olmalıdır. Suçun neticesinde mağdurum bitkisel hayata girmiş ya da ölümü durumunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesi gerekir.

5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinde yer alan cinsel saldırı ile ilgili hususlardan bahsettik. Burada 102. maddenin daha iyi anlaşılması bakımından cinsel dokunulmazla karşı suçlar başlığı altındaki diğer suçlardan bahsetmek önem teşkil etmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 103. maddesinde çocukların cinsel istismar suçu düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre çocuğa cinsel yönden istismarda bulunan kişi, sekiz yıldan 15 yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Cinsel istismarın sarkıntılık düzeyinde kalmış olması durumunda üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasına hüküm olunması gerekir. Suçun mağduru konumunda yer alan çocuğun 12 yaşını tamamlamamış olması durumunda verilecek olan ceza, istismar halinde on yıldan, sarkıntılık halinde beş yıldan az olmaması gerekir. Sarkıntılık düzeyinde kalmış suçun faili konumunda yer alan kişinin çocuk olması durumunda soruşturma ve kovuşturma yapılması mağdurun, velisinin ya da vasisinin şikâyetine bağlı nitelik taşımaktadır. Cinsel istismar deyiminden 15 yaşını tamamlamış olan ya da tamamlamış olmakla beraber eylemin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğini geliştirmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, diğer çocuklara karşı yalnızca cebir, tehdit, hile ya da irade yetkiler farklı bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar anlaşılması gerekir. Cinsel istismarın vücuda organ ya da sahibi cisim sokulması suretiyle meydana gelmesi halinde, 16 yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasının hükmü olunması gerekir. Suçun mağduru konumunda yer alan çocuğun 12 yaşını tamamlanmamış olması durumunda verilecek olan ceza 18 yıldan az olmaması gerekir.

Çocuğun cinsel istismar suçunun birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmiş olması halinde verilecek olan cezalar yarı oranında artırılır. Çocuğun cinsel istismar suçunun insanların toplu olarak bir arada yaşamak zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağlamış olduğu kolaylıktan yararlanmak suretiyle işlenmiş olması durumunda verilecek olan ceza yarı oranında artırılır.

Çocuğun cinsel istismar suçu üçüncü derece dâhil kan ya da kayın hısımlığı ilişkisi içerisinde mevcut olan bir kişiye karşı ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş ya da evlat edinen tarafından işlenmesi durumunda verecek olan ceza yarı oranında artırılır. Çocuğun cinsel istismar suçunun vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile ya da sağlık hizmeti veren ya da kuruma bakım ya da gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından işlenmesi halinde verecek olan ceza yarı oranında artırılır. Çocuğun cinsel istismarı suçunun Kamu görevinin ya da hizmet ilişkisinin sağlamış olduğu nüfus kötüye kullanmak suretiyle işlenmesi durumunda verecek olan ceza yarı oranında artırılır. Çocuğun cinsel istismara suçunda, cinsel istismarın birden fazla kişi tarafından birlikte olarak çocuklara karşı cebir ya da tehditle veya insanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunun bulunduğu ortamların sağlamış oldu kolaylıktan yararlanmak suretiyle çocuklara karşı silah kullanmak suretiyle gerçekleştirilmiş olması durumunda verilecek olan ceza yarı oranında artırılır. Cinsel istismar için başvurulmuş olan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine sebep olması durumunda ayriyeten kasten yaralama suçuna diğer hükümlerin uygulama bulması gerekir. Suç neticesi mağdur konumunda yer alan kişinin bitkisel hayata girmiş ya da ölümü durumunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunması gerekmektedir.

Cinsel dokunulmazla karşı suçlar başlığı altında düzenlenmiş olan 102. maddedeki cinsel saldırı suçu ile ilgili olarak çocukların cinsel istismarını düzenleyen 103. maddeden bahsettik. Burada bir başka cinsel dokunulmazla karşı suç reşit olmayanla cinsel ilişkidir. Reşit olmayanla cinsel ilişki 104. madde içerisinde düzenlenmiştir. Bu madde hükümlerine göre cebir, tehdit ve hile olmaksızın, 15 yaşını bitirmiş olan çocuk ile cinsel ilişkide bulunan kişi şikâyet üzerine iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Suçun mağduru ile arasında evlenme yasa mevcut olan kişi tarafından işlenmesi durumunda şikâyet aranmaksızın on yıldan 15 yıla kadar hapis cezasına hüküm olunması gerekir. Suçun evlat edineceği çocuğun evlat edinme öncesi bakımını üstlenen ya da koruyucu aile ilişkisi içerisinde koruma, bakımı gözetim yükümlülüğü söz konusu olan kişi tarafından işlenmesi durumunda şikâyet aranmaksızın ikinci fıkraya göre ceza verilir.

5237 sayılı Türk ceza kanunun cinsel dokunulmazla karşı suçlar başlıklı altıncı bölümünde yer alan cinsel saldırı suçu ile ilgili olarak 103. maddede düzenlenmiş olan çocukların cinsel istismar ve 104. maddede düzenlenmiş olan işte olmayanla cinsel ilişki ile ilgili olan hükümlerden bahsettik. Burada son olarak cinsel dokunulmazla karşı suçlar içerisinde düzenlenen cinsel taciz suçundan bahsedebiliriz. Cinsel taciz suçu 105. madde içerisinde düzenlenmiştir. Madde hükümlerine göre bir kişiyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi ile ilgili olarak mağdurun şikâyeti üzerine üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına ya da adli para cezasına fiilin çocuğa karşı işlenmesi durumunda altı aydan üç yıla kadar hapis cezasını hüküm olunması gerekir. Kamu görevinin ya da hizmet ilişkisinin veya aile içi ilişkinin sağlamış olduğu kolaylıktan yararlanmak suretiyle işlenmesi durumunda verilecek olan ceza yarı oranında artırılır. Cinsel taciz suçunun vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile ya da sağlık hizmeti veren ya da koruma bakım ya da gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından işlenmesi durumunda verilecek olan cezanın yarı oranında artırılması gerekir. Cinsel taciz suçunun aynı şehir içerisinde çalışmanın sağlamış olduğu kolaylıktan faydalanmak suretiyle işlenmiş olması durumunda suçun faili konumunda yer alan kişiye verilecek olan ceza yarı oranında artırılması gerekir. Cinsel taciz suçunun posta ya da elektronik haberleşme araçlarının sağlamış olduğu kolaylıktan faydalanmak suretiyle işlenmiş olması durumunda verecek olan ceza yarı oranında artırılır. Cinsel taciz suçunun teşhir suretiyle işlenmiş olması durumunda verilecek olan cezanın yarı oranında artırılması gerekir. Bu eylemin sonucunda mağdur işi bırakmak, okuldan ya da ailesinin ayrılmak zorunda kalmış ise verecek olan ceza bir yıldan az olmaması gerekir.

Cinsel Saldırı Suçu ile Korunan Hukuki Değer Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesi içerisinde cinsel saldırı suçu düzenlenmiştir. Cinsel saldırı suçu ile ilgili olarak korunan hukuki değerden bahsetmemiz mümkündür. Suçların sınıflandırılmasında suçunu kötü konusunun belirlenmesi önem teşkil etmektedir. Eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanunu ve 5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde bu kıstas kabul görmüştür. Suçun kanuni hükümleri içerisinde düzenlenmiş olduğu yer kurudu hukuksal değeri ortaya çıkarmaktadır. Bu bakımdan eski Türk ceza kanunu ulan 765 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde cinsel saldırı suçu düzenlenmiş olduğu yere göre cinsel suçlar içerisinde korunan hukuksal değer genel ahlak ve aile düzeni olmaktaydı. Öyle ki bu suçlar ile genel ahlakın ve ailenin korunması amaçlanmıştır. Ceza hukukunun asli ödevinin ahlaki meydana getiren bir işlev olduğu anlayışı artık günümüzde kalmamıştır. Ceza hukukunun ödevinin ahlak, adap, etik normları aykırılık suç haline getirmek olmadığı anlayışı kabul görmektedir. Ahlaki nitelik taşıyan kurallara ihlal getiren davranışlar bir hukuksal değer haline gelmediği durumda devletin ceza uygulama yetkisi bakımından bir sebep ortaya çıkarmazlar. Ceza hukukunun hukuksal değerlerin korunmasına dair bir araç olduğu ileri sürülmektedir. Ceza hukuku cezalandırma hukuku olmaktan çıkarak bireysel hakları koruma hukuku olmuş, bunun sonucunda suç ile korunan hukuksal değer doğrudan ve dolaylı bir şekilde bireysel sübjektif haklar olarak ortaya çıkmıştır. Bu bakış açısı cinsel dokunulmazla karşı suçlar içerisinde kendisini göstermiştir. Günümüz içerisinde çağdaş toplumun değişmiş yapısı, cinsel nitelik taşıyan suçların hukuksal değer görüşünün değiştirmiştir. Öyle ki bu genel adap, genel ahlak, geleneksel değer yargıları niteliği taşımıyor kişinin bireysel cinsel tercih hak özgürlüğü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakış açısı cinsel dokunulmazla karşı suçlar içerisinde mevcuttur. Günümüzde cinsel suçların hukuksal değer görünüşü değiştirilmiştir. Cinsel suçların kurmuş olduğu hukuksal değer, bireyin özgür bir şekilde cinsel tercihini belirlemesi olarak kabul görmesi gerekir. Bu cinsel tercihin özgür bir şekilde belirlenmesine sağlanması hukuksal değeri değişik durumlarda ihlal edebilmektedir. Bunun ihlal şekilleri çeşitli cinsel suçların meydana gelmesine sebep olmaktadır. Cinsel suçlar ile korunan hukuksal faydanın kişinin cinsel tercihini özgür bir şekilde ve serbest bir şekilde belirlemesi olduğu anlayışı hâkim bir nitelik taşımaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde mevcut olan cinsel dokunulmazla karşı suçlar esas itibari ile kişiye karşı işlenmiş olan suçlar olması sebebiyle ikinci kitabın kişilere karşı suçlar başlıklı ikinci kısım içerisinde düzenleme bulmuştur. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesi içerisini düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçunun gerekçesinde bu bölüm içerisinde mevcut olan suçlar ile korunan ortak hukuki değerin kişilerin cinsel dokunulmazlığı olduğu ileri sürülmüştür. Bununla birlikte cinsel dokunulmazlığın kişilerin vücudu üzerinde cinsel davranışlarda bulunması halinde ihlal edileceği ileri sürülmüştür. Öğreti içerisinde cinsel suçlardan olan cinsel saldırı suçunda vücut dokunulmazlığını ihlal edilmesinden söz edilmesinin mümkün olması burada ihlal edilen vücut dokunulmazlığı olmamaktadır. Bunu da içerisine alacak şekilde cinsel dokunulmazlık olduğu gerekçesiyle eleştirilmiş olmaktadır. Cinsel dokunulmazla karşı suçların korumuş olduğu hukuksal değerin birinin cinsel özgürlüğü olmaktadır. Bu suçların kanun hükümleri içerisinde düzenlenmesindeki yeri isabetli bir nitelik taşımaktadır. Türk ceza kanunu tarafından bireylerin cinsel özgürlüğüne karşı meydana gelen eylemler cezalandırılarak koruma sağlanmış olmaktadır. Öyle bireylerin cinsel dokunulmazlıkları kanun içerisinde koruma altına alınarak rıza dışı cinsel eylemde bulunanlar söz konusu suçun faili konumunda yer alırlar. Bununla birlikte bu suçun meydana gelip gelmediği somut olayın özelliklerine bakılarak saptanır.

Cinsel Saldırı Suçunda Fail Kimdir?

5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçunda fail ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Cinsel saldırı suçunda suçun faili konumunda yer alan kişi bir özellik arz etmemektedir. Bundan kaynaklı olarak kadın ya da erkek her kişi bu suçun faili konumunda yer alan kişi olabilir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin gerekçesini içerisinde ileri sürüldü gibi suçun faili konumunda yer alan kişiyle mağdur farklı cins Olması mümkün nitelik taşıyabileceği gibi aynı cinste olabilir. Suçun faili konumunda yer alan kişinin yaşının genel hükümler haricinde bir özelliği mevcut değildir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde cinsel saldırı suçunun nitelikli hali yer almaktadır. Cinsel saldırı suçunun nitelikli hali vücuda organ ya da Sair bir cisim sokulması halinde meydana gelebileceğinden suçun faili konumunda yer alan kişi kadın ve erkek niteliği taşıyabilir. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde söz konusu düzenleme eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisindeki düzenlemeden farklıdır. Eski Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişinin yalnızca erkek olabileceği düzenlenmiştir. Ancak yeni kanun ile bu düzenleme her iki cinsin de suçun faili konumunda yer alabileceğini belirtmiş Çağdaş anlayışa uygun bir düzenleme ortaya çıkmıştır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin kamu görevinin ya da hizmet ilişkisinin sağlamış olduğu gücü kötüye kullanmak suretiyle ya da birden fazla kişinin beraber bu suç işlemiş olması durumunda cezanın artırılmasının gerektiği kanun hükmü içerisinde yer bulmuştur. 6545 sayılı kanun hükümleri ile getirilen değişiklik neticesinde suçun üvey baba, üvey ana, üvey kardeş, evlat edinen ya da evlatlık tarafından işlenmiş olması durumu suçun faili konumunda olan kişiye verilecek ceza yarı oranında artırılmasına gerekli kılan bir neden olarak düzenleme bulmuştur.

Cinsel Saldırı Suçunda Mağdur Kimdir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçunda genel hususlardan ve cinsel saldırı suçunun eşe karşı işlenmesi durumundan bahsetmemiz mümkündür.

Cinsel saldırı suçunun mağduru kadın ya da erkek her kişi olabilmektedir. Bu bakımdan 102. maddenin ilk fıkrası içerisinde bir kişinin cinsel dokunulmazlığın ihlal edilmesi halinden bahsedilmiştir. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin gerekçesi içerisinde söz konusu suçun farklı cinsten kişiye karşı işlenmesi mümkün olabileceği gibi aynı cinsten kişilere karşı işlenmesinde mümkün olabileceği ileri sürülmüştür. Suçun meydana gelmesi bakımından suçun mağduru konumunda yer alan kişinin evli ya da bekâr olması hangi meslekte yer alması cinsel yönelimi ırk veya statüsü önem teşkil etmemektedir. Yaşayan bir kadın ya da erkek cinsel saldırı suçunun mağduru konumunda yer alan kişi olabilmektedir. Ölülere karşı gerçekleştirilmiş olan cinsel saldırı niteliğindeki hareketler ölüleri saygı duygusuna aykırılık teşkil etmektedir. Öyle ki hayvanlara yönelik saldırılar hayvanları koruma kanunu hükümleri içerisinde mevcut olan hükümlere aykırılık getirir. Bitkisel hayatta olan kişilere karşı cinsel saldırı suçunun işlenmiş olması durumunda kişinin yaşamını yitirmemiş olması ölü olmadığını gösterecek mi cinsel saldırı suçunun nitelikli hali olan 5237 sayılı Türk ceza kanunun 103. maddesinin üçüncü fıkrasındaki beden ya da ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenmiş olacaktır. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin sıfatı suçun meydana gelmesi bakımından değil cezanın ağırlaştırılmasını gerekli kılan suçun mağduru konumunda olan kişinin beden ya da ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olması ve üçüncü derece dâhil kan ya da kayın hısımlığı ilişkisi içerisinde bulunan kişi olması düzenlenmiştir.

Cinsel saldırı suçunun mağduru konumunda yer alan kişi 18 yaşından büyük bir erkek ya da kadın niteliği taşıması gerekir. Bunun sebebi 18 yaşından küçüklere karşı gerçekleştirilmiş olan cinsel davranışların cinsel istismar olarak değerlendirilmesidir. Cinsel istismar suçu 5237 sayılı Türk ceza kanunun 103. maddesi içerisinde cezalandırılmaktadır. Bir kişinin evlenme ile ya da mahkeme kararı ile ergin olması durumu söz konusu olsa dahi 18 yaşından küçük nitelik taşıyorsa buna karşı eş dışındaki kimsenin gerçekleştirmiş olduğu eylemler cinsel istismar suçunu meydana getirir. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanunun altıncı maddesi içerisindeki çocuk deyiminden 18 yaşını doldurmamış kişileri ifade etti aynı durumda 5395 sayılı çocuk koruma kanununun üçüncü maddesinde çocuğun daha erken yaşta ergin olsa dahi 18 yaşını doldurmamış kişiyi Kaplamış olduğu ileri sürülmüştür.

Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin yaşı ile ilgili olarak belirlenmesi mümkün olmayan bir durum söz konusu ise yani suçun mağduru konumunda yer alan kişinin nüfusa kayıtlı olmaması durumu söz konusu ise veya nüfus yaşı ile fiziki görünüş arasında farklılık mevcut ise ilk olarak suçun mağduru konumunda yer alan kişinin yaşının belirlenmesi gerekmektedir. Sonrasında bu kişinin nüfusa tescili yapılması gerekir. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin söz konusu nüfus kaydının gerçeklik ifade etmemesi ileri sürülmüş ise veya mahkeme bunu kendiliğinden dikkate almış ise ceza muhakemesi kanununun 218. maddesine dayanılmaz sureti ile ilgili kanunun içerisinde ifade edilen yönteme göre mahkeme bu sorunu çözmek mi hüküm vermek zorundadır. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin doğduğu yıl belli ancak ay belli değilse Yargıtay nüfus kanunun 59. maddesi hükümleri içerisinde mevcut olan düzenlemeye dayanarak suçun mağduru konumunda yer alan kişinin o yılın temmuz ayının ilk günü doğduğunu ileri sürmüştür. Bununla birlikte uygulama içerisinde suçun mağduru konumunda yer alan kişinin nüfus kaydının nüfus müdürlüğünden getirilmesi aranmakta, polisin çıkarmış oldu nüfus cüzdanı örneği yeterlilik teşkil etmemektedir. İddianamenin kabul edilmesinden sonra suçun mağduru konumunda yer alan kişinin yaşının düzeltilmesi amacıyla asliye hukuk Mahkemesi’nde dava açılması mümkün değildir. Açılmış ise asliye hukuk Mahkemesi’nin görevsizlik kararı vermesi gerekli teşkil eder. Ancak iddianame kabul edilmeden önce asliye hukuk Mahkemesi’nde dava açılıp neticelenmiş ise ve suçun mağduru konumunda yer alan kişinin yaşı ehliyeti tarafından kesin bir şekilde belirlenmiş ise iki tespit arasında sanık aleyhine bir çelişki mevcut ise maddi gerçeği meydana çıkaralım diye tıp raporuna göre uygulamanın yapılması gerekir. Bununla birlikte asliye hukuk Mahkemesi içerisindeki daha henüz neticelenmemiş ise ceza mahkemesinin hukuk Mahkemesi’nden verilecek ve kesinleşmesi gerekli olan kararı beklemesi gerekir. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin tam akıl hastası olması durumunda onun üzerinde gerçekleştirilmiş olan cinsel arzuların tatmin önündeki eylemlerin cinsel saldırı suçu meydana getirdiğini söylemek mümkün nitelik taşımaktadır. Bunun sebebi suçun mağduru konumunda yer alan kişinin geçerli bir izninden bahsedilmesinin olası bir nitelik taşımadığı gibi temsilci aracılığıyla bu izni verilmesinde olası nitelik taşımamasıdır.

5237 sayılı Türk ceza kanunu 102. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçunun mağduru ile ilgili olarak bahsedilmesi gereken bir diğer önemli husus eylemin eşe karşı işlenmiş olmasıdır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ikinci fıkrasında evlilik içi tecavüzün cezalandırılması kocanın cinsel şiddetinin son bulmasını sağlamayacaktır. Bununla birlikte sessiz kalmış olan kadınlar harekete geçerek dava açması mümkün olmayacaktır. Ancak burada asıl üzerinde durulması gerekli olan husus evliliğin bir parçası niteliği haline getirilmiş olan cinsel şiddetin ortaya çıkarılmasıdır. Öyle ki cinsel şiddete aile içinde meydana gelen cinsel şiddete ilişkin tabuların yıkılması önem teşkil eden bir sorundur. Bununla birlikte yasal düzenleme evli çiftlerin bilinci içerisinde bir dönüşüm yaratabilir nitelik taşımaktadır. Erkekler böyle bir eylemin suç olarak değerlendirildiği ne kadınlarda şikâyet haklarının olduğunu bilmesi halinde bir değişim mevcudiyeti söz konusu olabilir. 5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde açık bir şekilde eylemin oradan ya da sair bir cismin sokulması halinde meydana gelebilecek ileri sürüldü için cinsel organ ayrımından yola çıkmak suretiyle ayrımcı bir açıklama yapılmasının da önüne geçilmesi gerekmektedir. Bu düzenlemeden yola çıkmak suretiyle bir kadın da bu suçu işlemesi mümkündür.

Cinsel saldırı suçunun evlilik birliği içerisindeki eşe karşı işlenmiş olması ile ilgili olarak eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanunu içerisinde Karıkoca olmama gibi bir ifade mevcut olmamasına rağmen kocanın bu suçun faili konumunda yer alan kişi olmayacağı düşüncesi söz konusu olmaktaydı. 5237 sayılı yeni Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde cinsel saldırı suçunun basit hali ve nitelikli hali bakımından ayrı değerlendirmeleri mevcudiyeti söz konusudur. Eşler arasında işlenmiş olan basit cinsel saldırı eğilimi suç meydana getirmeyecektir. Öyle ki eşler arasında işlenmiş olan cinsel saldırı suçunun şikâyet ile Yargı önüne getirileceğini dar düzenlemenin yeri suçun temel hali açısından eşlerin suçun faili konumunda yer alan kişi olarak değerlendirilemeyeceği sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Eşe karşı basit cinsel saldırı suçunun işlenmiş olması durumunda koşulların gerçekleşmesi halinde 5237 sayılı Türk ceza kanunun 232. maddesi hükümleri içerisinde mevcut olan kötü muamele suçu düşünülmesi gerekir. Yalnızca cinsel saldırı suçunun nitelikli hali değil basit halinin eşe karşı işlenmesi durumunda da kurunda koku değerin aynı oldu bazı durumlarda cinsel saldırının temel halinin nitelikli halinden mağdurun daha ağır neticeler meydana getirebileceği ve suçun yar gününü getirilmesinin şikâyete bağlı olduğu düşünülmektedir. Eylemi gerçekleştiren işin ceza sorumluluğunun düzenlenmesinin de gerekli olduğunu söylemek mümkündür.

Suçun nitelikli hali bakımından ilişki şekli nasıl meydana gelirse gelsin zorla meydana getirilen eylemden sonra şikâyet koşulu gerçekleşirse eylem yargı önüne getirilecektir. Suçun nitelikli hali bakımından ilişki şekli hangi şekilde olursa olsun eylemin yargı önüne getirileceği tartışmasızdır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun açık bir şekilde eylemin organ ya da sair bir cismin sokulması şeklinde gerçekleştirilmesi mümkün olabileceğini ifade etmesi bakımından cinsel organ ayrımının da göz önünde bulundurulmasıyla ayrımcı bir açıklamanın yapılmasının önüne geçildiğini söylememiz mümkündür. Öyle ki bir kadında bir erkeğe karşı cinsel saldırı suçunu işleyebilecektir.

765 tane eski Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde mevcut olmayan bahsetmiş olduğumuz düzenlemeyle evlilik içi izne dayanmayan cinsel ilişki suç haline gelmiştir. İlgili maddenin gerekçesi içerisinde evlilik Birliği’nin eşlerin sadakat yükümlülüğü ile birlikte karşılıklı olarak birbirlerini cinsel arzuların tatmin yükümlü yüklemek ile beraber evlilik birliği içerisinde bile cinsel arzularını tatmine yönelik talepler açısından tıbbi ve hukuki sınırların mevcut olduğu bu sınırların ihlali ile iş üzerinde meydana getirilen mi cinsel saldırı suçu nitelikli hali meydana getiren davranışların ceza yaptırımı gerekli kıldığı ileri sürülmüştür. Düzenleme ise eleştiriye maruz kalmıştır. Öyle ki kadının kocasının vücuduna cinsel organ sokmasının mümkün olmaması ile kocanın cinsel ilişkide bulunma hakkı olmayanlar ile bir tutularak cezalandırılmasına kanun koyucunun kocalardan intikam alması olarak yorumlama getirilmiştir. Bununla birlikte eşitlik ilkesine aykırılık teşkil ettiği ileri sürülmüştür. Tanınmış olan şikâyet hakkının uygulama bakımından bir işe yaramayacağı çok az sayıda kadının kendisi ile zorla cinsel ilişkiye giren kocasını şikâyet edeceği bir eleştiri konusu olarak gündeme gelmiştir. Evli olan çocuklar açısından eşlerinin gerçekleştirmesi mümkün olabileceği cinsel istismar eylemleri açık bir şekilde 5237 sayılı Türk ceza kanununun 103. maddesi içerisinde hüküm altına alınmıştır. Fakat 102. madde içerisinde mevcut olduğu gibi cinsel istismarın vücuda organ ya da Sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda değil suçun temel hal açısından koruma sağlanması gerekmektedir. Aynı cins de olan iki kişinin evlenmiş olması resmi memurunun de gerçekleştirmeyen evlilikler ve olumlu irade açıklaması taşımayan evlilikler yok hükmünde olmaktadır. Bunun yanı sıra anayasa Mahkemesi’nin kararı içerisinde 5237 sayılı Türk ceza kanununun 230 uncu maddesinin beşinci fıkrası içerisinde aralarında evlenme söz konusu olmaksızın evlenmenin dinsel türünü yaptıranlar ile ilgili olarak iki aydan altı aya kadar hapis cezası verileceği fakat medeni nikâhın sonradan yapıldığında kamu davasında hükmedilmiş olan bütün cezaların ortadan kalkacağı bununla birlikte altıncı fıkra içerisinde evlenme hakkının kanun hükümlerine göre yapılmış olduğunu gösteren belgeyi görmeden bir evlenme için cinsel tören yapan kişiyle ilgili olarak iki aydan altı aya kadar hapis cezasını Öngören düzenlemeyi iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin mevcut kararı içerisinde evlenmenin dinsel törenini yapma ve yaptırma eyleminin suç olarak düzenleyip bunları cezai yaptırım bağlanması iptal niteliği taşımıştır. Böylelikle dini nikâh ile yapılan evlilikler suç niteliği taşımaktan çıkarılmıştır. Fakat bu hallerde yapılan evlilikler de hukuk düzeni içerisinde geçerli mevcut olmayan bir evlilik mevcut olduğu için yok hükmü taşımaktadır. Bundan kaynaklı olarak ortada medeni hukuk bakımından korunan bir diğer mevcut nitelikte değildir. Öyle ki işlenen cinsel saldırı suçu evlilik birliği içerisinde işlenmiş olmayacaktır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde düzenlenen ve kendiliğinden kovuşturulan cinsel saldırı suçu ortaya çıkar. Medeni kanun hükümlerine göre işlerden bir evlenme esnasında evliyse, eşlerden biri evlenme esnasında sürekli bir sebepten dolayı ayırt etme gücüne sahip değil ise eşlerden birinde evlenmeye engel teşkil edebilecek nitelikte akıl hastalığı var ise eşler arasında evlenmeye engel nitelikte hısımlık mevcut ise bu evlilik butlan ile sakattır. Butlan ile sakat olan evlilikler içerisinde hâkim kararına kadar geçerli bir evlilik mevcuttur. Böyle bir durumda bir evlilikte meydana gelen cinsel saldırı suçunda 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ikinci fıkrasındaki hüküm uygulanır.

Cinsel Saldırı Suçunun Unsurları Nelerdir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçunun maddi, manevi ve hukuka aykırılık unsurlarından bahsetmemiz mümkündür.

Maddi Unsur

Cinsel saldırıda maddi unsur ilgili olarak ilk cinsel davranışlar ile bir kimsenin vücut dokunulmazlığının ihlali durumundan bahsetmeniz gerekir.5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ilk fıkrası içerisinde belirtilmiş olan cinsel saldırı suçunun meydana gelebilmesi için cinsel arzular tatmin amacına yönelik davranışların kişinin vücut dokunulmazlığına aykırılık getirmesi gerekir. Bir suçun meydana gelebilmesi bakımından suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel bir davranış içerisinde bulunması gereklilik teşkil etmektedir. Maddenin gerekçesi içerisinde Cinsel arzuları tatmin amacına yönelik ancak cinsel ilişkiye varmayan davranışlar cinsel davranış oluşturmaktadır ifadesi yer almaktadır. Öyle ki suçun maddi unsuru, kişinin vücudu üzerinde, rızasını ihlal getirerek cinsel arzuların tatminine dair ancak cinsel ilişkin var mı yani cinsel davranışlarda bulunmak olarak karşımıza çıkar. Böylelikle cinsel haz almayı sağlamaya elverişli her türlü hareket ile cinsel saldırı suçunun işlenmesi mümkündür. Yargıtay’ın 5237 sayılı Türk ceza kanunu döneminde vermiş olduğu bir karar içerisinde şüpheli konumunda yer alan kişinin eşi aracılığı ile akrabası olan müştekinin evine sarhoş bir şekilde gelmiş olduğu, müşteki ve oğlunu ve eşini sormuş olduğu, müştekinin oğlunun işte, eşinin de cami olduğunu Söylemesi ile şüphelinin müştekinin üzerine saldırmış olduğu bir olay söz konusu dur. Bu olayda söz konusu filmi hareketler cinsel saldırı suçunun temel halini oluşturan hareketler olarak ileri sürülmüştür. Cinsel saldırının insanlığa karşı suç olarak tanınmış olduğu ilk kararda cinsel saldırıya geniş bir haliyle tanımlama bulmuştur. Cinsel birleşme olmaksızın gerçekleştirilmiş olan cinsel davranışlarında cinsel saldırı olduğu ileri sürülmüştür. Eğer cinsel davranış vücuda organ ya da sadece isim sokmak şeklinde meydana gelirse 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde belirtilmiş olan cinsel saldırı suçunun nitelikli hali meydana gelecektir. 5237 sayılı Türk ceza kanunu 102. maddesinin ilk fıkrası içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişinin mağdurum vücuduna herhangi bir şekilde cinsel arzular ile dokunma veya temas etmesin suçun temel hali olarak düzenleme bulmuştur.

Suçun faili konumunda yer alan kişinin amacı mağdur konumunda yer alan kişinin vücudunu organına ya da sahibi cismi sokmak değildir. Cinsel isteklerini birleşmeye başvurmadan tatmin etmektir. Söz konusu davranışın cinsel nitelikli olup olmadığı hem hareketin niteliğinden hem de suç kastını gösteren failin davranışlarından anlaşılır. Hareketin belirlenmesinde ölçü cinsel hazın söz konusu olup olmadığıdır.

Birtakım davranışlar birden çok anlama gelebilecek nitelik taşımaktadır. Davranışın ifade etmek istediği anlamın ne oldu mevcut olaya göre anlaşılır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin mağdurun vücuduna oradan ya da cisim sokmadan haz alarak temas etmesin cinsel saldırı suçunun meydana gelmesi bakımından yeterlilik teşkil ettiğini söylemek mümkündür. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesine gerekçesi içerisinde suçun meydana gelebilmesi için ortaya çıkarılan hareketlerin objektif bir şekilde haz niteliği taşıması yeterli teşkil ettiğini yer verilmiştir. Bugün ikiye göre suçun faili konumunda görünen kişinin haz ve arzularının film tatmin edilmiş olması gereklilik teşkil etmemektedir.

Cinsel saldırı suçunun meydana gelebilmesi için vücut dokunulmazlığını ihlal edilmesi gereklilik teşkil eder. Suçun faili konumunda yer alan kişinin mağduru ile bedensel temasta bulunması gerekir. Ancak bu temasın çıplak olması veya cinsel organlar ile ilgili olması bir şart niteliği taşımamaktadır. Bu bakımdan cinsel saldırı suçunun 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan basit hali eski Türk ceza kanunu olan 165 sayılı Türk ceza kanunu içerisindeki sarkıntılık şeklindeki davranışları kapsadığını söylemek mümkündür. Bundan kaynaklı olarak mağdur ile fiziksel temas niteliğinde olmayan eylemler cinsel taciz suçun ortaya çıkarır. Mağdur ile temas şartının arandığı için seksüel hayranlık ile karşı cinse bakış cinsel saldırı suçunu ortaya çıkarmaz. Bunun ile birlikte mağduru doğrudan kendi kendisine karşı bir cinsel davranışta bulunma ya veya bir cinsel ilişkiye ya da cinsel davranış seyretmeye zorlaması bu suçu meydana getirmesi de farklı bir suç ortaya çıkarmaktadır. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin beşinci fıkrası içerisindeki kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılma suçunun nitelikli hali meydana gelir. Suçun faili konumunda yer alan kişi başka iki kişi kendi aralarında cinsel davranışta bulunmaya zorlar ise cinsel saldırı suçundan dolaylı faili olarak cezalandırılması mümkün nitelik taşıyacaktır.

Bedensel temas özelliği taşıyan ani hareketler ve Kesiklik gösteren davranışların cinsel saldırı suçunu meydana getirmeyeceği bu suçun meydana gelmesi bakımından hareketlerin çokluğu ve belli bir süreklilik olması gerektiği savunulmaktadır. Bu süreklilik mi çokluk mevcut değil ise cinsel taciz suçunun meydana geleceği kabul edilmektedir. Gerekçe olarak da bu durumlarda suçun mağduru konumunda yer alan kişinin cinsel özgürlüğünü sınırlandırılmamış olması ileri sürülmüştür. Ancak Yargıtay özelliği, şiddetin ya da devam süresi ne olursa olsun mağduru ile bedensel temasın mevcut olduğu herhalde 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin uygulanması gerektiği görüşüne sahiptir. Cinsel saldırı suçu açısından önceki hüküm içerisinde mevcut olmayan, eylemin daha da cezalandırılmasını Öngören bir düzenleme 6545 sayılı kanun hükümleri içerisinde düzenlenmiştir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin hükümlerine göre cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması durumunda iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilmesi gerekir. Sarkıntılık düzeyinde kalan cinsel saldırı eğilimi suçun temel haline göre daha hafif cezalandırılmıştır. 6545 sayılı kanun hükümleri ile yapılan değişiklikten sonra bedensel temas özelliğinde olan ani hareketler ve Kesiklik gösteren davranışlar 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin içerisinde yer almaktadır. Öyle ki değişiklik tasarısının ilk mesai içerisinde sarkıntılık düzeyinde kalan cinsel davranıştan değil ani hareketten işlenmesinden bahsedilmiştir. Bununla birlikte suçun genel Teorisi içerisinde ani hareket şeklinde bir kavram mevcut olmadığı için sarkıntılık kavramına başvurulması gerekmiştir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ilk fıkrasındaki uygulama bakımından cinsel nitelikli hareket süreklilik göstermekte ve ısrarla sürdürülmesi gerekmektedir.

6545 sayılı kanun hükümleri ile cinsel saldırının sarkıntılık düzeyinde kalması durumu düzenlenmiştir. Bunun yanı sıra sarkıntılık düzeyinde kalmadan kasti dilinin ne olduğunun açık bir şekilde düzenlemesi yapılmamıştır. Bununla birlikte düzenlemeye dair bir gerekçe mevcudiyeti söz konusu değildir. Hangi hareketlerin söz konusu kapsam içerisinde yer alacağı uygulama içerisinde görülecektir. Yargıtay içtihatlarından yola çıkıldığında cinsel saldırının sarkıntılık düzeyinde kalması durumu mağdurenin belinden tutarak sarılma, mağdurun sürtünerek geçirme, yanaktan makas alma, kalabalık bir ortam içerisinde kişinin göğsüne çakma şeklindeki cinsel amaçlı davranışlar bu kapsam içerisinde kabul edilecek suçun faili konumunda yer alan kişinin 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ilk fıkrasındaki sorumluluğu ortaya çıkacaktır.

Cinsel davranışlar ile vücut dokunulmazlığını ihlal edilmesi mutlaka suçun mağduru konumunda yer alan kişinin vücut üzerinde bir ihlal şeklinde anlaşılmaması gerekir. Suçun mağduru konumunda yer alan kişi iradesi haricinde suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel uzuvlarına dokunmaya zorlanır ise görünüşte mağdurun vücuduna fiziksel bir temasın mevcudiyeti söz konusu olmasa da suçun mağduru konumunda yer alan kişinin temas etmiş olduğu failin uzuvlarının mahrem bölge olmasından kaynaklı olarak cinsel saldırı suçunun meydana gelebileceği kabul edilmesi gerekmektedir.

Cinsel saldırı suçunda kişiye dair gerçekleştirilmiş olan cinsel davranışların kişinin rızasına aykırı bir şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Farklı bir değiş ile 5237 sayılı Türk ceza kanunun 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre kişinin rızası hukuka uygunluk sebebi niteliği taşıyıp Rıza’nın mevcudiyeti durumunda ceza sorumluluğu söz konusu olmayacaktır. Rızanın kapsamı içerisinde mevcut olmayan tüm eylemlerin hukuka aykırılığı mevcut olacağından önce verilmiş olan Rıza’nın eylemler devam ederken geri alınması veya daha ileriye götürülmesi ne rıza verilmemesi durumunda da eylem cinsel saldırı suçunu ortaya çıkaracaktır. Mağdurun cinsel davranışta göstermiş olduğu rıza vücuda organ ya da cisim sokmayı içermiyor ise buna rağmen vücuda organ ya da cisim sokulması durumunda suçun faili konumunda yer alan kişi cinsel saldırı suçunun delikli haline göre cezalandırılması gerekir. Gösterilmiş olan rıza eylemin devamı boyunca mevcudiyetini korumalı, cinsel davranışın ortaya çıkma şekli söz konusu olmalıdır. Ceza sorumluluğunun ortadan kaldıran bir neden niteliği taşıyan rıza, suçun meydana gelmesi bakımından eylemin işlenmesinden önce mi en geç işlenmiş olduğu esnada açıklandığında etkili bir nitelik taşır. Rıza da mevcut olup olmadığı saptanırken bu süreç içerisinde korunan hukuksal değerin cinsel dokunulmazlık oldu ve istenmeyen eğilimin kişinin cinsel özgürlüğünü içine alacak şekilde vücuduna dokun olmaması olduğu dikkate alındığında kişinin rıza göstermemesi Rıza’nın mevcut olmadığını göstermesi bakımından yeterlilik teşkil eder. Bununla birlikte saldırıya maruz kalan suçun mağduru konumunda yer alan kişiden farklı bir tepki göstermesini beklemenin, her somut olay bakımından değerlendirilmesini gerekliliği gözden kaçırılmaması gerekir. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin ve suçun faili konumunda yer alan kişinin tepkiyi algılama şekli suçun faili konumunda yer alan kişi ile mağdur arasındaki fiziksel güç farklılıkları olayın meydana geldiği yer ve zaman, cinsel saldırıya maruz kalmamak bakımından bedensel tepki gösterilmesine anlamsız kılabilmektedir. Bundan kaynaklı olarak somut olay içerisinde rızanın mevcut olup olmadığı söz ve hareketler ile ifade edilmesi yeterli teşkil eder. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin cinsel saldırıya sonradan rıza göstermesi suçu ortadan kaldırmayacaktır. Ancak 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ilk fıkrasında ve 102. maddesinin ikinci fıkrasında eşler bakımından şikâyet bir kovuşturma koşulu olarak kabul edilmektedir. Öyle ki suçun mağduru konumunda yer alan kişinin şikâyetini mevcut olmaması durumunda soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mümkün nitelik taşımayacaktır.

Maddi unsurlar ile ilgili olarak bahsedilmesi gereken bir diğer durum suç da kullanılan araçlardır. Cinsel saldırı suçunun niteliği bu suçu meydana getiren eylemlerin suçun mağduru konumunda yer alan kişinin rızasına aykırı bir şekilde ortaya çıkmasıdır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesi içerisinde suç da kullanılan araç olarak cebir, tehdit, hile veya mağdurun iradesini etkileyen nitelikteki haller madde içerisinde unsur olarak düzenlenmemiştir. Fakat maddenin gerekçesi içerisinde mağdurun karşı cebir veya tehdit ya da hile kullanılması mümkün olabileceği gibi bilincini getirmesini sebep olmak veya uyku hali ile bilincinin kapalı olmasından faydalanmak suretiyle de cinsel saldırı suçunun işlenmesi mümkündür. Böylelikle suçun mağduru konumu duyulan kişinin iradesini etkileyen durumlardan bahsedilmiştir.

Madde hükümleri içerisinde düzenlenmiş olan cebir, suçun mağduru konumunda yer alan kişinin direncini etkisiz duruma getiren mi suçun faili konumunda yer alan kişinin istek ve arzularına uygun bir şekilde hareket etmesine neden olan fiziki bir güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişi suçun mağduru konumunda yer alan kişiye etkisiz hale getirmek için cebre başvurması gerekir. Cinsel saldırı devam ettiği sürece çevrenin kullanılması zorunlu nitelik taşımamaktadır. Başlangıçta mağdurun karşı koymasını önleyecek halde kullanılmış olması yeterlilik teşkil eder. Aksi durumda mağdur da eylemin devam ettiği süre boyunca gücünün tüm sınırlarını zorlamak suretiyle sürekli bir şekilde karşı koyması beklenir bir nitelik taşımaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin mağdurun direncini kıracak bir halde kollarından tutup onu yere yatırması hali cebrin olduğunu göstermektedir. Eşyaya yenilikçi bir cinsel saldırı suçunun meydana gelmesi için yeterli teşkil etmemektedir. Eğer doğrudan mağdur üzerinde bedensel bakımdan zorlayıcı etki mevcut ise cinsel saldırı suçu ortaya çıkabilir. Eşya üzerinde meydana gelen cebir, doğrudan doğruya suçun mağduru konumunda yer alan kişinin karşı koymasını etkisiz duruma getiriyor ise cevrin söz konusu olduğunu ileri sürmek gerekmektedir. Öyle ki cinsel ilişki teklifinin ret edilmesinden kaynaklı olarak eşyaların kırılması parçalanması suçun faili konumunda yer alan kişinin mağdurun kişiliği olayın zamanı ve yeri açısından değerlendirmenin yapılması gerekir.

Hâkim her somut onun içerisinde cebin mevcut olup olmadığını mevcut ise bunun cinsel saldırı eğilimi ile arasındaki illiyet bağını araştıracaktır. Belirli bir nitelikte kullanılan ve mağdurun karşı koymasını engelleyen fiziki güç, mağdurun irade bir şekilde suçun faili konumunda yer alan kişinin arzuları doğrultusunda hareket etmesinin sebebini meydana getirmiş ise mağdurun artık karşı koymaması cinsel saldırı eylemine rıza göstermiş olduğu sonucunu ortaya çıkarmamaktadır.

Tehdit suçun mağduru konumunda yer alan kişinin cinsel davranışı kabul etmemesi halinde ileride kendisinin veya yakınlarının bir zarar içerisinde kalacağının bildirilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu durum da suçun faili konumunda yer alan kişinin mağduru bildirmiş olduğu zarar verip vermeyeceği önem teşkil etmemektedir. Önemli olan husus suçun mağduru konumunda yer alan kişinin kendisine veya yakınlarına zarar verici hususunda ki inancıdır. Suçun faili konumunda yer alan kişi tehdidi ciddi bir şekilde yapmamış olsa dahi suçun mağduru konumunda yer alan kişi söz konusu tehdidi ciddiye almış ve faili bu halde yaralanmış ise tehdidin ortaya çıktı kabul edilmemesi gerekir. Verileceği bildirilmiş olan bu zararın suçun mağduru korumada olan kişinin ya da yakınların hayatına vücut bütünlüğüne, mal varlığını şeref ve haysiyetini yönelik olması mümkün nitelik taşıyabilmektedir.

Söz konusu olabileceği ifade edilen zararın doğrudan doğruya tehditte bulunanın talimatları derhal uygulayabilecek halde olması gerekir. Bununla birlikte uğur atılacağı ifade edilen zararın mutlaka mağdura yönelmesi zorunluluk teşkil etmemektedir. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin yanında bulunan ya da onun ile yakın ilişki içerisinde bulunan bir kişi yönelmiş olması durumunda tehdit söz konusu olmaktadır.

5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçunda araç olarak kullanılan tehdidin belirli bir seviyeye ulaşmış olması suçun mağduru konumunda yer alan kişinin bu tarihten kolayca kurtulma imkânı mevcut olmaması gerekmektedir.

Tehdidin suçun işlenmiş olduğu esnada ya da öncesinde cinsel davranış gerçekleştirmek amacıyla kullanılmış olması gereklilik teşkil etmektedir. Yargıtay bir kararı içerisinde suçun işlenmesinden sonra suçun faili konumunda yer alan kişinin olanları bir başkasına anlatmış durumunda onu öldüreceğini mağdurun söylemesine cinsel saldırı için kullanılan tehdit olarak kabul etmemiştir. Cebir ya da tehditten kasıt suçun mağduru konumunda yer alan kişinin karşı koymasını engelleyecek şekilde onun iradesinin kaybolması, suçun mağduru konumunda yer alan kişinin irade özgürlüğünü kısıtlamasını geçerli olduğu ileri sürülmüştür.

Hile suçun faili konumunda yer alan kişinin mağdurun cinsel davranışlar ile rıza göstermesi için başvurmuş olduğu her türlü aldatıcı hareket olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu durumda suçun mağduru konumunda yer alan kişinin iradesi suçun faili konumunda yer alan kişinin hileli davranışları ile etkisiz hale gelmektedir. Burada mağdur kandırılmak da bir eyleme karşı koymayacak hale gelmektedir. Bunu örnek olarak mağdurun içkisini ilaç atılması, uyuşturucu madde koyulması gibi hususlar karşımıza çıkabilir.

765 sayılı eski Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde evlenme vaat edilmek suretiyle kızlığın bozulması bir suç olarak kabul edilmiştir. 5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde böyle bir düzenlemenin mevcudiyeti söz konusu değildir. Evlenme vaadi suçun mağduru konumunda yer alan kişinin eyleme karşı koyma gücünü etkisiz hale getirecek özellikte bir hile kabul edilmemesi gerekir. Çünkü bu suçun mağduru 18 yaşından büyük bir kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kişi cinsel özgürlüklerini kullanma bakımından koruyucu bir tutum içerisinde ise yalnızca evlenme vaadi onu bu serbesti yapacaktır için rahatlığa eriştirmemesi gerekir. Bununla birlikte bu vaatlerin ispati zor olmaktadır. Bu durumda suçun faili konumunda yer alan kişinin cezalandırılması durumunda şüpheden sanık yararlanır ve masumiyet ilklerine ihlal getiren bir davranış ortaya çıkmaktadır. Bundan kaynaklı olarak evlenme vaadi hile sayılması gerekir. Cebir, tehdit ile hile yollarına başvurmadan suçun faili konumunda yer alan kişinin suçun mağduru konumunda yer alan kişinin içinde bulunmuş olduğu durumdan faydalanmak suretiyle cinsel saldırı suçu işlemesi durumunda mevcut olabilir. Öyle ki mağdurun beden ya da ruh bakımından kendisini savunması mümkün olmayacak durumda olması alkol olmasa uyku hali gibi durumlardan faydalanmak suretiyle cinsel saldırı suçunun işlenmesi mümkündür. Suçun mağduru konumunda olan kişinin içinde bulunduğu durumdan ötürü, rıza göstermesi durumunda bile rıza geçerli bir rıza niteliği taşımayan acı ve yine bundan kaynaklı olarak eğilimi direnç göstermesi beklenmesi mümkün olmayacağından bu durumlarda suçun faili konumunda tırnak için ceza sorumluluğu meydana gelecektir.

Manevi Unsur

5237 sayılı Türk ceza kanunu 121. maddesinde düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçu ile ilgili olarak bahsedilmesi gereken önemli bir unsur manevi unsurdur. Cinsel saldırı suçunun taksirle işlenmesi ne mümkün olacağına dair kanun hükümleri içerisinde düzenlemenin mevcudiyeti söz konusu değildir. Bundan kaynaklı olarak cinsel saldırı suçu sadece kasten işlenebilir. Bununla birlikte cinsel saldırı suçu doğrudan kastla işlenebilir. Cinsel saldırı suçunun olası kastla işlenmesi de mümkündür. Suçun faili konumunda ki yaralan kişinin kastının suç tipinin objektif nitelikteki tüm unsurlarına yönelik olması gereklilik taşır. Öyle ki bu durumda suçun faili konumunda yer alan kişinin yanılması kastını ortadan kaldırmaktadır. Cinsel saldırı suçunun basit halinde suçun faili konumunda yer alan kişi cinsel isteklerini tatmin amacına dair ancak cinsel ilişkiye varmayan davranışlar içerisinde bulunuyor ise bir kişinin cinsel dokunulmazlığına ihlal ettiğine öldürecek ancak yine de eyleme gerçekleştirecektir. Somut olay içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişinin kastının neye dair oldu hangi amaç ile bu eylemi gerçekleştirdiğine bakarak saptama yapılır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin somut olay içerisinde vücut dokunulmazlığını ihlal eden hareketleri cinsel arzular tatmin amacına dair gerçekleştirdi belirlenebildiği halde onun kastının cinsel saldırıya dair olduğundan söz edilmesi mümkün olacaktır. Cinsel saldırı suçunun temel haline dair suçun faili konumunda yer alan kişi saikı ile ilgili olarak farklı görüşleri mevcudiyeti söz konusudur. Bir görüş içerisinde cinsel saldırı suçunun temel halinde suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel arzularını tatmin amacına dair hareket etmesinin gereklilik teşkil etmediği yer almaktadır. Cinsel saldırı suçunun meydana gelmesinde suçun faili konumunda yer alan kişinin sakinin önem teşkil etmediği ve suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel arzuları tatmin edebileceği gibi suçun faili konumunda yer alan kişinin kıskançlık gibi farklı amaçlarla hareket etmesi halinde suçun meydana geleceği de mümkün nitelik taşıdığı ileri sürülmüştür. Diğer bir görüş içerisinde suçun meydana gelebilmesi için cinsel arzuları tatmin amacı ile kişilerin vücut dokunulmazlığını ihlal getirerek bireylerin işlenmesi gereklilik teşkil ettiği ancak suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel arzularını fiilen tatmin etmiş olmasının gereklilik teşkil etmediği savunulmuştur. Doktrin içerisinde bazı yazarlar cinsel saldırı suçunun temel halinin özel kasti ile işlenmesine mümkün olabileceğini, suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel arzuların tatmin amacı ile kişilerin vücut dokunulmazlığını ihlal edecek nitelikte bir davranış meydana getirmesinin gereklilik teşkil ettiğini ileri sürmüşlerdir. Öyle ki cinsel saldırı suçunun temel halinde eylemin sarkıntılık düzeyinde işlenmesi kasti bir nitelik taşır. Bunun taksirle işlenmesi mümkün değildir.

Cinsel saldırı suçunun 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesi hükümleri içerisinde düzenlenmiş olan birinci fıkrada temel hali, 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde ise nitelikli hali söz konusudur. Bunlar arasında suçun faili konumunda yer alan kişinin kasti bakımından farklılığın mevcudiyeti söz konusudur. 102. maddenin gerekçesi içerisine cinsel saldırı suçunun temel halinde suçun meydana gelebilmesi için cinsel arzular tatmin amacına yönelik davranışlar ile kişinin vücut dokunulmazlığını ihlal edilmesinin gereklilik teşkil ettiği ileri sürülmüştür. Bununla birlikte cinsel saldırı suçunun nitelikli hale açısından gerçekleştirilmiş olan davranışın cinsel arzuların tatmini amacına yönelik olmasının bir kurşun olmadığı ileri sürülmüştür.

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde düzenleme bulmuş olan cinsel saldırı suçunun nitelikli hal açısından suçun faili konumunda yer alan kişinin kasti vücuda organ ya da cisim sokmaya dair nitelik taşımalıdır. Cinsel saldırı suçunun nitelikli hale açısından suçun faili konumunda yer alan kişinin vücuda organ ya da sağır cisim soktuğunu bilmesi ve istemesi yeterlilik teşkil etmektedir. Söz konusu davranışın cinsel istekleri tatmine yönelmesi gerekli teşkil etmemektedir. Suçun faili konumunda yer alan kişinin herhangi bir nedenle suçun mağduru konumunda yer alan kişiyi korkutmak gibi nedenlerle hareket etmesi durumunda suç meydana gelecektir. Farklı sebeplerle cinsel saldırı suçunun işlenmiş olması halinde de yine cinsel saldırı suçunun nitelikli hali meydana gelir. Öyle ki madde gerekçesi içerisinde cinsel saldırı suçu nitelikli halinde işlenen eylemin cinsel arzuların tatmini amacına dair olması Gereklilik teşkil etmemektedir. Yine de cinsel saldırı suçu nitelikli hale meydana gelir. Cinsel saldırı suçunun nitelikli hali içerisinde eylemin cinsel arzuları tatmin amacın evlilik olmasının gerekli olmaması bazı durumlarda SORUNLAR ortaya çıkarabilmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde vücuda ve bir organ ya da sair bir cisim denilmesi ve eylemin cinsel arzuları tatmin amacına dair olmasının istenmemesi nedeniyle kişinin ağzına bir cismin sokulması cinsel saldırının nitelikli halinin meydana geleceğinden bahsetmek gibi bir durumu ortaya çıkarabilmek edir. Ancak bu durum kanunilik ilkesine aykırılık teşkil eder. Uygulama içerisinde mevcut olan bu sorunun çözülmesi amacıyla suçun faili konumunda yer alan kişinin 102. maddenin ikinci fıkrasından sorumluluğu bakımından organın vücuda hangi yoldan sokulmasında cinsel arzuların tatmini amacı istenmeyecek, yine bir cismin bazı bölgelerden sokulmasında cinsel arzuların tatmin amacı aranacaktır. Cinsel saldırı suçu ile korunan hukuki değerin cinsel dokunulmazlık olduğu göz önünde bulundurulduğunda söz konusu maddenin şair bir cismin ağızdan sokulmasını da cinsel arzuları tatmin amacı aranması gerekir.

5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçunun nitelikli halin de suçun manevi unsuru açısından suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel duyguları tatmin amacı ile hareket etmesi bir koşul olarak karşımıza çıkmamaktadır. Söz konusu eğilimin niteliği itibari ile cinsel bir içerik taşıması gereklilik arz eder. Suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel organlar ya da bölgeler üzerinde eylemi bilerek ve cinsel bölgeleri tercih etmek suretiyle yapması halinde cinsel içerikli bir davranışı mevcudiyetini söz konusu olduğunu söylemek gerekir. Hareketin niteliği ile cinsel bir özellik taşımadığı hallerde cinsel saldırıya dair düzenlemelerin uygulama bulmasından bahsedemeyiz. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin gerekçesi içerisinde sayılmış olan bölgeler haricindeki organ ya da Sair cisim sokulması durumunda cinsel saldırı suçu nitelikli halinin meydana gelmeyeceğini söyleyebilmek mümkündür. Bunun ile birlikte maddenin gerekçesine göre organ ya da Sair cismin vücut boşluğundaki bir bölgeye sokulması durumunda cinsel saldırı suçunun nitelikli halinin oluşması mümkün görünse bile söz konusu bölgenin burun boşluğu gibi bir bölge olması halinde cinsel içerik taşıyıp taşımadığına bakılması önem teşkil etmektedir. Suçun manevi unsuru açısından hata konusunun göz önünde bulundurulması gereklilik teşkil etmektedir. Hata istenmeyerek ve bilinmeyecek yapılan yanlış, yanılma ve yanılgı olarak tanımlama bulunmaktadır. Hatanın mevcut olması kast ve taksir ortadan kaldırmaktadır. Hata fiil de hata, hukuki hata, şahısta hata olarak ayrımlara tabi tutulabilir nitelik taşımaktadır. Fiili hata suç tipi içerisinde ve unsurları içerisindeki hata olarak tanımlanır. Bununla birlikte hukuka uygunluk sebeplerinde yani ceza sorumluluğunun kaldıran ve azaltan sebepler de hata niteliği taşımaktadır. Hukuki hata bir hukuk kuralının mevcudiyetinden ya da yorumu içerisinde yapılmış olan bir hatadır. Hataya dair olarak 5237 sayılı Türk ceza kanununun 30 uncu maddesinin ilk fıkrası içerisinde eylem icrası esnasında suçun kanuni tanımı içerisindeki maddi unsurları bilmeyen bir kişi kasten hareket etmiş olmayacaktır. Söz konusu hata nedeni ile taksirle sorumluluk hali saklı olmaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 30 uncu maddesinin ikinci fıkrasına göre bir suçun daha ağır ya da daha az cezayı gerekli kılan nitelikli hallerinin meydana geldiği hususunda hataya düşen kişi bu hatasından faydalanacaktır. Kanun maddesi içerisinde bahse geçen suçun kanuni tanım içerisindeki maddi unsurlar eylemin suç meydana getirebilmesi bakımından bulunması gerekli olan hususlardır. Suçun faili konumunda yer alan kişi bu unsurlar da hataya düşmek suretiyle suç tipinde mevcut olan ve kastın kapsamı içerisine girmesi gerekli olan unsurlardan birine mevcut olduğunu bilmemesi gerekir. Aslında bu maddede düzenlenmiş olan ve kasti kaldıran hata esaslı fiili hatadır. Fiili hata kusuru tamamı ile ortadan kaldırmamaktadır. Yalnızca kasta ortadan kaldırır. Esaslı eylemin doktrin içerisinde nasıl ifade edildiğine bakmamız mümkündür. Öyle ki esaslı eylem, suçun faili konumunda yer alan kişi yanılmasaydı eylem suç meydana getirmeyecekti denilmesi mümkün ise suçun faili konumunda yer alan kişilerin yanılması esaslıdır. Esaslı elime hata formülünü söz konusu durumda uygulamış olduğumuz da suçun faili konumunda yer alan kişi yanılmasaydı eylem suç meydana getirmeyecekti dememiz mümkün ise suçun faili konumunda yer alan kişinin hatasını esaslı kabul etmek gereklidir. Öyle ki suçun mağduru konumunda yer alan kişi, suçun faili konumunda yer alan kişinin düşündüğü gibi 18 yaşından gerçekten büyük olsaydı suç meydana gelmeyecekti. Bu durumda suçun faili konumunda yer alan kişinin yanılgısı esaslıdır. Kendisi kasten hareket etmiş olmaz. Burada suçun mağduru konumunda yer alan kişinin fiziki görünüş itibari ile 18 yaşından büyük gösterip göstermediği, suçun faili konumunda yer alan kişiye yaşını söyleyip söylemediğini gibi durumlar suçun faili konumunda yılan kişinin savunmasının doğruluğunu ve gerçekten hataya düşüp düşmediği durumunun araştırılması gereken konular olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte 15 yaşından daha büyük olan çocukların kendilerini 18 yaşından büyük olarak tanıtmak suretiyle suçun faili konumunda yer alan kişiler ile rızalarıyla cinsel ilişkiye girmeleri durumunda suçun faili konumunda yer alan kişinin hataya düşüp düşmediğinin araştırılması gerekmektedir. Öyle ki mağdurun yaşı ile ilgili olarak suçun faili konumunda yer alan kişinin kandırılması durumunda bunun ispati halinde suçun faili konumunda yer alan kişinin suç işleme kasti ile hareket ettiğini söylemek mümkün bir nitelik taşımayacaktır. Bununla birlikte suçun mağduru konumunda yer alan kişinin rızasını mevcudiyeti ile ilgili olarak suçun faili konumunda yer alan kişi hataya düşer ise bu hatası esaslı hata niteliği taşıyor ise kast ortadan kalkmaktadır. Böyle bir durumda suçun faili konumunda yer alan kişinin taksirle hareket ettiği ileri sürülebilir cinsel saldırı suçu taksirle işlenmesi mümkün olan bir sus niteliği taşımamaktadır. Kanun hükümleri hata sebebiyle taksirli sorumluluk halinin saklı olduğunu belirtmiş olsa da cinsel saldırı suçu taksirle işlenmesi mümkün olan bir suç niteliği taşımamaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişiyle ilgili olarak ceza muhakemesi kanununun 223. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde söz konusu olan düzenlemeye göre yüklenen suç bakımından suçun faili konumunda yer alan kişinin kastının mevcut olmaması gerekçesiyle biraz kararını verilmesi gereklilik teşkil eder.

Cinsel saldırı suçunda suçun mağduru konumunda yer alan kişinin, beden ve ruh açısından kendisini savunması mümkün olmayacak halde bulunan kişilerden olması ve üçüncü derece dâhil kan ya da kayın hısımlığı ilişkisi içerisinde mevcut olan kişilerden olması cezanın ağırlaştırılmasını gerekli kılan nitelikli hal olarak kanun hükümlerinde düzenleme bulmuştur. Cinsel saldırı suçunda suçun mağduru konumunda yer alan kişinin cezasının ağır ulaştırılmasını gerekli kılan nitelikli durumların suçun faili konumunda yer alan kişi tarafından bilinmesi gereklilik teşkil etmektedir. Suçun mağduru konumunda yer alan kişi beden ve ruh bakımından kendisini tanıması mümkün olmayacak halde bulunan kişilerde olması ancak suçun mağduru konumunda yer alan kişideki bu durumun anlaşılması mümkün olmaması mağdur konumunda yer alan kişi de şüphe etmeyi gerekli kılan bir özellik ve belirtilen mevcut olmaması durumunda, suçun faili konumunda yer alan kişinin nitelikli halden sorumlu tutulması suçun faili konumunda yer alan kişinin kasta açısından olası nitelik taşımamaktadır. Bununla birlikte suçun faili konumunda yer alan kişinin suçun mağduru konumunda yer alan kişinin beden ya da ruh bakımından kendisini tanıması mümkün olmayacak halde olduğunu bilmemesinin yanı sıra şüphelenmesini gerekli kılan bir durumu mevcudiyetine rağmen cinsel saldırı eylemini meydana getirmesi halinde olası kast ile hareket ettiğini kabul etmek gerekir. Suçun faili konumunda yer alan kişi cinsel saldırı içerisinde bulunduğunu suçun mağduru konumunda yer alan kişinin 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin üçüncü fıkrası içerisinde mevcut olan düzenlemeye göre belirli ilişki içerisinde olan kişilerden birisi olduğunu bilmeden cinsel saldırı eyleminin meydana getirmesi durumunda hata nedeniyle suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak cezanın ağırlaşmasını gerekli kılan nitelikli hal uygulama bulmaz.

Hukuka Aykırılık Unsuru

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesi içerisine düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçu ile ilgili olarak hukuka aykırılık unsurundan bahsetmemiz mümkündür.

5237 sayılı Türk ceza kanununun 26. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde ilgilinin rızası ile ilgili olan hususlara değinilmiştir. İlgilinin rızası ile ilgili olan hususların, eylemi hukuka uygun hale getirmesine mümkün olabilmesi bakımından bazı koşullara gerekli kıldığını söyleyebilmemiz mümkündür. Bunlar Rızaya ehliyet, rıza açıklaması ve rızanın konusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Rızaya ehliyetin söz konusu olmasında mümkün olabilmesi için açıklama içerisinde bulunan kimsenin rızanın söz konusu olduğu hakkın sahibi olması ve rıza açıklama yetkisinin mevcut olması gereklilik teşkil etmektedir. Hakkın sahibi, suçun faili konumunda yer alan kişinin hareketiyle zarara uğrayan ya da tehlikeye sokulan kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Hak sahibi, akıl hastalığı, yaş küçüklüğü, sağır dilsizlik ya da geçici bir sebep nedeni ile temyiz gücüne sahip değil ise irade açıklamasına da ehil nitelik taşıyamaz. Yargıtay’ın vermiş olduğu bir karar içerisinde suçun mağduru konumunda yer alan kişinin bir süre boyunca sanığın evinde kalmış olup sanık asliye ceza Mahkemesinde verdiği ifadede suçun mağduru konumunda yer alan kişinin biraz saf olduğunu ve ne yaptığını bilmediğini ileri sürmüştür. Adli tıp kurumu altıncı ihtisas Kurulu’nun rapor içerisinde mağdur konumunda yer alan kişideki ruhsal hastalığın hekim olmayan kişiler tarafından anlaşılmasında mümkün olmayacağı şeklindeki açıklama sebebiyle sanığın mağdur konumunda yer alan kişi de mevcut olan ve hekim olmayan kişiler tarafından anlaşılması mümkün olmayacağı ileri sürülen hastalığı bilmediği düşünülmüştür. Rapor içerisinde hekim olmayan kişilerce anlaşılması mümkün olmaz veya anlaşılması olasılık dâhilinde değildir gibi kesin bir saptama söz konusu olmadığından bu hususun her olayın niteliğine göre değerlendirilmesi gereklilik teşkil etmektedir. Mağdur konumunda yer alan kişiyle uzun bir süre içerisinde aynı evde beraber kalan sanığın hem diğer sanık ile hem kendisi ile cinsel ilişki içerisinde bulunan suçun mağduru konumunda yer alan kişideki rahatsızlığı fark edememesi mümkün olmadığından suçun mağduru konumunda yer alan kişinin göstermiş olduğu rıza da geçerlilik teşkil etmemektedir. Bundan kaynaklı olarak sanık konumunda yer alan kişinin eylemin hukuksal anlam ve sonuçlarını algılayıp eyleme ruhsal bakımdan mukavemet yeteneği söz konusu olmayacak şekilde zekâ geriliği rahatsızlığı mevcut olan suçun mağduru konumunda yer alan kişiye karşı gerçekleştirmiş olduğu cinsel saldırı eğiliminin hukuka aykırı olduğunu kabul edilmesi gereklilik teşkil etmektedir. Buradaki rızanın geçerli olmadığına hükmedilmiştir. Temyiz kudretine sahip olan her kişinin rıza beyan etmesi mümkündür. Kanun hükümleri içerisinde mağdurun yaşı rıza ya ehliyet açısından özel bir şekilde belirtilmiş ise bu yaştan küçük olan kişilerin rızası geçerlilik teşkil etmez. Rıza’nın konusuna dair olarak, rıza, suçun mağduru konumunda yer alan kişinin mutlaka tasarruf edebileceği haklar bakımından etkili olmaktadır. Kişinin üzerinde mutlak bir tasarruf yetkisinin mevcut olmadığı haklara dair rıza beyanı eylemi hukuka uygun duruma getirmez. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin rızasının hukuka uygunluk sebebi meydana getirebilmesi için ayriyeten suçun rızanın sınırları dâhilinde kalması gereklilik teşkil etmektedir. Suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel davranışları işlemesi durumunda mağdurun göstermiş olacağı rıza eylemin hukuka aykırılığını ortadan kaldırır. Söz konusu olanınıza yalnızca cinsel davranış değil aynı zamanda cinsel davranışın meydana gelme şeklini de kapsaması gerekir. Söz konusu olan rıza açık ya da örtülü bir nitelik taşıyabilir. Bununla birlikte rıza, cinsel saldırının başlangıcında gösterilebilir. Öyle ki bu suç içerisinde genel hukuka uygunluk sebepleri olan meşru savunma ve zorunluluk hali hukuka aykırılığı ortadan kaldıran bir etki meydana getirmez. Fakat hekim tarafından vücutta cinsel bölgelerde yapılmış olan muayenelerde hukuka uygun kabul edilmesi gerekir. Öyle ki ameliyat esnasında operasyonun meydana gelmesi bakımından gerekli işlemlerin yapılması için vücuda cisim sokulması veya ellemeler durumunda tıbben gereklilik olduğundan eylem hukuka aykırı bile nitelik taşımayacaktır. Bununla birlikte ceza muhakemesi kanununun 75. Madde ve devamında yer alan düzenlemelere göre vücudun cinsel bölgelerine yapılan içmeden muayeneleri hukuka aykırılı ortadan kaldırır.

Cinsel saldırı suçu bir kişinin vücut dokunulmazlığını ihlal suretiyle meydana gelir. İşler mevcut olan hakka saygı gösterilmemesi, saldırıda bulunması veya hakkın çiğnenmesi durumunda ortaya çıkar. Bununla birlikte bu suç ile korunan hukuksal fayda cinsel özgürlük olduğu ve söz konusu halk üzerinde serbestçe tasarruf edebilecek bir nitelik taşımasından kaynaklı olarak suçun mağduru konumunda yer alan kişinin cinsel davranışı göstermiş olduğu rıza cinsel saldırı suçunda hukuka aykırılı ortadan kaldırır. Ancak kanun bura zayi rağmen bu tür eylemleri, çocukların cinsel istismar ve reşit olmayan ile cinsel ilişki suçunda mevcut olduğu gibi cezalandırmış ise ya da ihlal edilen hak ve yarar müstehcen görüntünün yayınlanmasında olduğu gibi yalnızca mağdurun cinsel özgürlüğü olmayıp kamyon haklarına ilişkin bulunmakta ise rızanın söz konusu olduğu suçlar da hukuka aykırılı ortadan kaldırma konusunda bir değeri mevcut değildir.

Cinsel Saldırı Suçunun Nitelikli Halleri Nelerdir?

Suçun Vücuda Organ veya Sair Cisim Sokulması Suretiyle İşlenmesi

5237 sayılı Türk ceza kanunu 102. maddesinin ikinci fıkrasında cinsel saldırı suçunun suçun vücuda organ ya da sarı cisim sokulması suretiyle işlenmesi nitelikli hali düzenlenmiştir. Vücuda organ ya da sadesini sokmak suretiyle ortaya çıkan nitelikli cinsel saldırı eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanununun 414 ve 416. maddeleri içerisinde düzenleme bulmuştur. O zamanki düzenlenen tanımıyla ırza geçme suçuna karşılık gelmektedir. Ancak 5237 sayılı yeni Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde mevcut olan düzenlemeler eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanunundaki düzenlemelerden daha geniş nitelik taşımaktadır. Öyle ki eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanunu hükümlerinde ilgili maddeler de ırza geçme kavramı kullanılmış ve rıza geçme suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel organının mağdurum vücudunu normal ya da anormal yoldan cinsel teması gerçekleştirecek şekilde İthali olarak tanımlama bulmuştur. Burada eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanunu dönemindeki kavram mağdurun vücuduna yalnızca suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel organına girmesine karşılık gelmektedir. Bununla birlikte mağdurun vücuduna normal ya da anormal yoldan ibaresinin kullanılması belirli yerleri göstermektedir. Yeni Türk ceza kanunu olan 5237 sayılı Türk ceza kanunu ile ilgili maddelerde vücuda organ ya da şair cisim sokulmasından bahsedilerek suçun mevcut kapsamı genişletilmiştir. Öyle ki cinsel organ haricinde farklı bir şeyin de vücuda sokulması halinde cinsel saldırı suçunun nitelikli hali meydana gelecektir. Bununla birlikte eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanunu dönem içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişinin suçun mağduru konumunda yer alan kişinin vücuduna farklı bir cisim sokması cinsel saldırı anlamına gelir. Yine Türk ceza kanunu vücuda ibaresi ile madde hükmünde vücudun hangi yerlerinin olduğunu açıklamamış bulunmaktadır. Böylelikle eski Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde mevcut olan suçun kapsamının genişlediğini söylememiz mümkündür.

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ikinci fıkrası hükümleri içerisinde cinsel saldırı suçunun vücuda organ ya da Sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi karşımıza nitelikli hal olarak çıkmaktadır. Bu maddenin gerekçesi içerisinde suçun nitelikli hali için vücuda Vajinal, anal ya da oral yoldan organ ya da sağır bir cismin ithal edilmesi gerekli olmaktadır. Böylelikle vücuda farklı sair cisimler ithal edilebilir. Maddenin gerekçesi içerisinde söz konusu olan hükümlere göre nitelikli halin meydana gelmesine mümkün olabilmesi için cinsel saldırı suçunun temel halinin aksine gerçekleştirilmiş olan davranışın cinsel arzuların tatminine yönelik olması bir şart olarak karşımıza çıkmamaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin pasif bir şekilde cebir ve tehdit ya da hile ile başkasının cinsel ilişkiye zorlaması durumunda cinsel saldırı suçunun vücuda organ ya da sahibi için sokularak işlenmiş hali meydana gelmiş olur. Böyle bir durumda suçun faili konumunda yer alan kişi cinsel arzuların tatmin etmekte mağdur cinsel özgürlüğünü kaybederek suçun faili konumunda yer alan kişi tarafından kullanılıyor olmaktadır. Fakat suçu mağdur konumunda yer alan kişi kendi organları haricinde suçun faili konumunda yer alan kişiyi bir cisim sokmaya zorlanması durumunda cinsel amaçlı olarak hürriyetinin kısıtlanmasından söz etmek gerekir. Böyle bir nitelikli hali meydana gelebilmesi bakımından mevcut olması gereken kuşu vücuda organ ya da sair bir cismin sokuluyor olmasıdır. Ancak kanun organ ya da Sair cismin vücudun neresine sokulmasının suçu meydana getireceğini düzenlememiştir. Gerek çökme içerisinde vücuda belirli yerlerden cismin ithali halinden bahsedilmiştir. Madde hükmü içerisinde vücudun neresinin kast edildiğinin mevcut olması buna rağmen gerek içerisinde belirli yerlerin bahsedilmesi kanunilik ilkesi ne ihlal geçirdiği sebebiyle eleştirilere sebep olmuştur. Madde içerisinde belirtilmiş olan organ yalnızca erkeğin cinsel organını değil gerek içerisinde düzenlenmiş olan vücut boşluklarına girilmesi mümkün olabilecek diğer organları da içine almaktadır. Vücut içerisinde yalnızca morg un ya da sair bir cisim sokulması denildiğinde suçun mağduru konumunda yer alan kişinin ağzına bir cismin sokulması halinde cinsel saldırının nitelikli halinin mevcut olduğundan bahsetmek gerektiği ile ilgili olan bir husus karşımıza çıkacaktır. Dışardan bakıldığında birden fazla anlama gelen davranışın cinsel saldırı kabul edilmesinin mümkün olabilmesi bakımından gerek içerisinde aksi yazılılık teşkil etse bile suçun faili konumunda yer alan kişi de cinsel arzularının tatmini amacının mevcudiyetini aramak önem teşkil etmektedir. Ayriyeten bu tip hallerde davranışın objektif açıdan cinsel nitelikli olarak değerlendirilmesi söz konusu olmayacaktır. Vücudu sokulmak istenen şey ile vücut bölgesi arasında cinsel bir bağ ya da ilişki mevcut olması gereklilik teşkil etmektedir. Buda organ, cisim veya suçun mağduru konumunda yer alan kişinin vücut bölgesinin cinsel anlam ifade etmesinden kaynaklanması mümkün olabileceği gibi hareketlerin cinsel bütünlüğünden ya da anlamından da kaynaklanması mümkün olabilmektedir. Vücuda sokulan organ cinsel bir organ olması dahi mevcut durum organın cinsel önemini ortaya çıkardığından bir bağ kurulması mümkün nitelik taşıyabilecektir. Aynı zamanda bir erkeğin vücuduna da bir kadın tarafından cisim sokulması durumunda aynen öncelikli hala ortaya çıkabilecektir. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin cinsel organlarına yönelmen hareketler de bu özellikte olabilmektedir. Suçun faili konumunda yer alan kişinin eylemi ile suçun mağduru konumunda yer alan kişinin maruz kaldı durum arasında cinsel bir bağın mevcut olduğundan bahsedilemiyorsa böyle bir halde nitelikli halin mevcut olduğunu söylemek mümkün değildir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ikinci fıkrası hükümleri içerisinde mevcut olan vücuda ve bir organ ya da Sair bir cisim ibaresi söz konusu olduğu için bir kişinin ağzına bir cisim sokulması durumunda cinsel saldırı nitelikli halinin meydana geldiğinden bahsetmek durumu söz konusu olabilmektedir. Böyle bir hüküm sebebiyle kanun koyucu durumu uygulamaya ya da öğretiye bırakmış konumdadır. Ancak bu durumun kanunilik ilkesine ihlal getirdiğini söylemiştik. Uygulama içerisinde bu problemin çözülmesini sağlanması bakımından suçun faili konumunda yer alan kişinin 102. maddenin ikinci fıkrasından sorumlu bakımından orgun vücuda belirli yollardan sokulmasın da cinsel arzuları tatmini amacı aranmayacak ancak cismin oral yoldan sokulması durumunda cinsel amaç aranması gerekecektir. Cinsel saldırı suçu ile korunmuş olan duygusal değerin cinsel dokunulmazlık olduğu değerlendirildiğinde maddenin sair bir cismin oral şekilde sokulmasından cinsel arzuları tatmin amacı aranması gereklilik teşkil etmektedir.

Cinsel saldırı eylemini gerçekleştiren suçun faili konumunda yer alan kişinin amaçlarının ne olduğunun saptanması önem teşkil etmemektedir. Öyle ki burada suçun faili konumunda yer alan kişinin eylemi cinsel nitelikli kabul edilebilir nitelik taşıyor ise hangi amaç ile bunu yapıyor olursa olsun suçun meydana geldiğini söylememiz gerekir. Suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel nitelik taşımayan davranışları bu suçu meydana getirir nitelik taşımayacaktır. Öyle ki benzer tip davranışlar objektif bir şekilde cinsel nitelikte olarak değerlendirilemiyorsa suçun meydana geldiğinden bahsetmemiz mümkün olmayacaktır.

Madde hükümleri içerisinde hareket vücuda organ ya da Sair bir cisim sokulması olarak saptanmıştır. Öyle ki söz konusu organ ya da cisim yalnızca cinsel organlar değil farklı organlar olarak karşımıza çıkabilir nitelik taşımaktadır. Nitelikli halin mevcut olduğundan bahsede bilmemiz mümkün olabilmesi için organ ya da sarı cismin kısmen de olsa suçun mağduru konumunda yer alan kişinin vücuduna girmiş olması gereklilik teşkil etmektedir. Mağdur konumunda yer alan kişinin karşı koyması veya farklı bir sebeple minimum ölçüde de olsa vücuda girme durumunun meydana gelmemesi halinde nitelikli halden bahsetmek söz konusu olmayacaktır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin mağdurun vücuduna organ ya da sair cisim sokmak istemiş ancak bu fiili gerçekleştirememiş olması durumunda suçun faili konumunda yer alan kişi cinsel saldırı suçunun temel halinden mi yoksa nitelikli halinden mi cezalandırılıp cezalandırılmayacağı önem teşkil etmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ikinci fıkrası ile 102. maddenin birinci fıkrasının nitelikli hal olarak karşımıza çıktığını göz önünde bulundursak nitelikli hali meydana gelmesi için suçun faili konumunda yer alan kişiye suçun temel şekli olan 102. maddenin birinci fıkrasından ceza vermek gerekli olacaktır. Bununla birlikte kamuda kimler içerisinde nitelikli hal olarak düzenleme bulmuş olsa da burada farklı bir suçun mevcut olduğundan bahsetmemiz mümkündür. Öyle ki suçun faili konumunda yer alan kişinin elinde olmayan nedenlerle suçun mağduru konumunda yer alan kişinin vücudunda organ ya da şair bir cismi sokmayı meydana getirememesi durumunda artık suçun temel halinden değil 102. maddenin ikinci fıkrasını düzenlenmiş olan haline teşebbüsten ceza verilmesi gerekli teşkil etmektedir. Yargıtay’ın uygulaması da bu şekildedir.

Suçun Beden veya Ruh Bakımından Kendisini Savunamayacak Durumdaki Kişiye Karşı İşlenmesi

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin üçüncü fıkrası hükümleri içerisinde cinsel saldırı suçunun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli halleri düzenleme bulmuştur. Bu fıkra hükümleri içerisinde öngörülmüş olan nitelikli haller seçimlik olduğu için bunlardan birkaçının bir arada söz konusu olması halinde dahi arttırmanın bir kere yapılmasından bahsetmemiz gerekir. Böyle bir durum temel cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulur. Türk ceza kanunun 102. maddesinin üçüncü fıkrası içerisinde düzenlenmiş olan ve cezanın ulaşmasına sebep olan nitelikli haller, hem basit cinsel saldırı suçu hem nitelikli cinsel saldırı suçu açısından söz konusu olmaktadır. 102. maddenin üçüncü fıkrası ile bazı ilişkiler ve bazı sıfatlara sahip olma ile suçun mağduru konumunda yer alan kişinin içinde bulunduğu durum ya da suçun işlendiği ortamın sağlamış olduğu kolaylıktan faydalanmak suretiyle cinsel saldırı suçunun işlenmesine karşılık daha ağır ceza öngörülmüş olmaktadır. Burada ilk olarak düzenlenmiş olan nitelikli hal suçun beden ya da ruh bakımından kendisini savunması mümkün olmayacak durumdaki kişiye karşı işlenmesidir.

Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin bedenen ya da ruhen cinsel saldırı eylemine karşı koyması mümkün olmayacak halde olması ve suçun faili konumunda da yer alan kişinin bunu bilmemesi halinde bu durum söz konusu olmaktadır. Kendini savunamayacak hal suçun faili konumunda yer alan kişiye karşı mağdurun direnememesine karşı koymamasını ifade etmektedir. Bu hüküm ile asıl kastedilen akıl hastaları, Düşkünler, sakatlar eylemin işlendiği esnada algılamanı isteme yeteneği söz konusu olmayan kişilerdir. Söz konusu olan hükümden suçun faili konumunda yer alan kişi karşısında gücü ya da içinde bulunduğu durum yüzünden kendini savunması mümkün olmayacak olan her kişiye anlamak gerekli olmaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanunun aksine akıl hastalığı gibi bir ölçüt getirmediğinden daha kapsamlı bir düzenleme karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanununda suçun faili konumunda yer alan kişinin ölümünden farklı sebepten dolayı fiile direnemeyecek bir halde bulunan mağdurun karşı eylemin işlenmesi durumunda madde kapsamı içerisinde ele alınmalıdır. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin kendisini savunması mümkün olmayacak durumda olması bedensel ya da ruhsal bir hastalıktan kaynaklanmış olması mümkün olabileceği gibi engelli olmasından da meydana gelmiş olabilir. Öyle ki kişinin durumu geçici ve kalıcı olması sorun teşkil etmeksizin gerçek anlamda bir hastalık meydana getirmenin yanı sıra suçun mağduru konumunda yer alan kişinin eyleme geçerli bir izin vermesi veya karşı koyması imkânı ortadan kaldıran tüm haller bu durum içerisine girmektedir. Beden bakımından kendisini savunması mümkün olmayacak halde olma, suçun mağduru konumunda yer alan kişinin ahlak dışılığını bilmiş olduğu cinsel saldırıya karşı fiziksel olarak direnme imkânına sahip olmaması durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki kol ve bacak kesik olan kişinin eleme karşı koyması imkânsız durumda olduğundan kaynaklı olarak bedeninde henüz bir operasyonun yapılmış olduğu kişinin de direnme olasılığı imkânsızdır. Bununla birlikte yaşlı, sakat kişilere karşı bu eylemlerin işlenmesi beden açısından kendini sorumlu olma durumunu meydana getirir.

Yardım istemek gibi eylemlerde bulunmak suçun faili konumunda yer alan kişiye karşı tedbir almak faili konumunda yer alan kişiye direnme gösterme hali olduğu için görme özürlü veya sağır dilsizlere karşı cinsel saldırının olması durumunda suçun mağduru konumunda yer alan kişi kendisini savunamayacak bir nitelikte olmaktadır. Suçun mağduru konumunda yer alan kişi içinde bulunmuş olduğu bir durumdan kaynaklı olarak ruh bakımından kendini savunamayacak durumda olması durumu da söz konusu olabilir. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin anlama ve kavrama yeteneğinde ki eksiklik her kişinin sözüne inanma gibi durumları mevcudiyeti suçun mağduru konumunda yer alan kişinin ruh an kendini savunamayacak durumda olduğunu gösterir. Bu durumların mevcudiyeti uzman kişiler tarafından tespit edilmelidir. Suçun mağduru konumu da yarından kişinin sarhoşluk ya da uyuşturucu madde etkisinde olduğu durumlarda cinsel saldırıda bulunulması durumu söz konusu olursa suçun faili konumunda yer alan kişinin sorumluluğunun saptamakta bu ağırladı sebebi uygulanıp uygulanmadığı somut olay içerisinde değerlendirmeye konu olmalıdır. Ruh bakımından kendisini savunması mümkün olmayacak nitelikte olma durumu suçun mağduru konumunda yer alan kişinin eylemin ahlaki kötülüğün farkında olmaması olarak karşımıza çıkar. Akıl hastaları evli mi karşı direnme gücüne sahip olmadıkları için bu grupta yer almamaktadırlar. Ancak bu hastalık ile kendini savunma gücü arasında bir bağlantını mevcudiyeti söz konusu olmalıdır. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin savunmayı önlediği takdirde suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak nitelikli halin uygulanması gerekir. Suçun mağduru konumunda yılan kişinin saflığı ve deneyimsizliği bu kapsam içerisinde değerlendirilemez. Madde hükümleri içerisinde seçimlik hareket öngörüldüğünden kaynaklı olarak ruhani eğilimin kötü olduğunun farkında olan fakat bedenen kendisini savunamayacak halde olan kişinin izni ile eylemin gerçekleştirilmesi halinde suç ortaya çıkacaktır. Nitelikli halin uygulanması açısından bu durumun bizzat suçun faili tarafından yaratılmış olmasının gerekliliği teşkil edip etmediği tartışma konusunu oluşturmaktadır. Görüş içerisinde durumun bizzat suçun faili konumunda yer alan kişi tarafından meydana getirilmiş olması önemsizdir. Bu halde nitelikli hal uygulama bulabilecektir. Ancak aksi durumda ki görüşe göre suçun mağduru konumunda yer alan kişi alkol veya uyuşturucu maddenin etkisi ile eyleme karşı koyamaz duruma getirilir ise bu nitelikli hal uygulama bulmaz. Bunun sebebi bu yolla suçun mağduru konumunda yer alan kişinin rızasının ortadan kalkmış olmasıdır. Böyle bir halde suçun unsuru niteliği taşıyan bir etkinin ayriyeten ağırlaştırır sebep olarak kabul edilmesi Mükerrer bir cezalandırma gerektirir. Suçun faili konumunda yer alan kişi evli mi beden ya da ruh bakımından kendisini savunması mümkün olmayacak bir kişiye karşı işlenmiş olduğunu bilmiyor ise 5237 sayılı Türk ceza kanunun 30 uncu maddesi hükümleri içerisinde yer alan durumlardan faydalanır.

Suçun Kamu Görevinin, Vesayet veya Hizmet İlişkisinin Sağladığı Nüfuz Kötüye Kullanılarak İşlenmesi

5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesi hükümleri içerisinde düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçu nitelikli hallerinden bir diğeri suçun kamu görevinin vesayet veya hizmet ilişkisinin sağlamış oldu nüfuzun kötüye kullanılarak işlenmesi halidir. Burada suçun faili konumunda yer alan kişi ile mağdur arasındaki bazı durumların söz konusu olması artırım nedeni olarak hüküm altına alınmıştır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinde ki üç nitelikli hal ayni ben içerisinde düzenleme bulmuştur. Bush durumda suçun mağduru konumunda yer alan kişinin direncinin kırılmasının daha kolay olması ve suçun işlenmesi halinde mevcut olan kolaylık cezanın ağırlaştırılması nedeniyle ortaya çıkarmaktadır. Öyle ki her somut olay içerisinde mevcut olan gücün suçun işlenmesinde kolaylaştırıcı bir etkiye sahip olup olmadığının saptanması önem teşkil etmektedir. Kamu görevinin sağlamış oldu nüfusu kötüye kullanmak suretiyle suç işlenmesi halinde suçun faili konumunda yer alan kişinin ilk olarak kamu görevlisi niteliği taşıması gereklilik teşkil etmektedir. Kamu görevlisi 5237 sayılı Türk ceza kanunun gerekçesi içerisinde açıklama bulmuştur. Bu artırım sebebinin uygulanması bakımından suçun faili konumunda yer alan kişinin kamu görevlisi niteliği taşıması tek başına yeterli teşkil etmeyip aynı zamanda bunun sağlamış olduğu nüfusun kötüye kullanılmasını gereklilik teşkil ettiğinden Suçun faili konumunda yer alan kişinin yapmış olduğu kamu görevinin suçun işlenmesinde özel bir kolaylık sağlaması ve kamu görevi nedeniyle suçun mağduru konumunda yer alan kişi üzerinde egemenlik kurulması mümkün olabilecek bir durum söz konusu olması gerekmektedir. Kan Dökümlerindeki düzenlemede hangi davranışların nüfuzu kötüye kullanılması olarak kabul gördüğü açıklanmamıştır. Bununla birlikte göre sınırlarını aşan veya görevle ilgili olmayan her türlü davranış suçun nüfusun kötüye kullanmak suretiyle işlenmesi olarak değerlendirilmesi gerekir. Gözaltına alınmış olan sanığın görevli personel kişi tarafından cinsel saldırıya uğranması durumu bu hususa örnek teşkil etmektedir. Hizmet ilişkisinin sağlamış olduğu nüfusun kötüye kullanılması yoluyla cinsel saldırı suçunun işlenmesi durumunda bu nitelikli halini uygulama bulması gerekir. Nüfus bir kimseye ya da topluluk üzerinde etkili olma ona söz geçirme olarak tanımlama bulunmaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin hizmet ilişkisinin sağlamış olduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle cinsel saldırı suçunu işlemiş olması bu nüfus, mağdurun direncinin kolay bir şekilde kırılmasına etki edeceği için ağırlaştırıcı bir neden olarak hüküm altına alınmıştır. Resmi ya da özel kurumlar içerisinde görev yapan genel müdür, müdür ya da yöneticilerin ya da özel teşebbüs sahipleri konumunda yer alan kişilerin burada çalışanlar üzerinden nüfus sahibi olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Söz konusu kişilerin çalışanlarının üzerinde çeşitli yetkileri olmaktadır. Kendilerine ait olan bu yetkiler mağdur konumunda yer alan kişi üzerinde bir güç oluşturmak değil mi bu suçun işlenmesine kolaylık sağlamaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişiyle mağdur arasındaki ilişkinin iş kanunu hükümleri içerisinde bir iş akdi ya da hizmet akdi olması önem teşkil önem teşkil etmemektedir. Öyle ki bunların olması zorunlu değildir. Hizmet ilişkisinin bir kamu kurumuna ya da özel kuruma bağlı bir şekilde gerçekleştirilmesinin, ücretli, ücretsiz, sürekli ya da süreli olmasının bir önemi söz konusu değildir. Hizmet ilişkisinden her çeşit hizmet ilişkisinin anlaşılmış olması gereklilik teşkil etmektedir.

Önem teşkil eden durum suçun faili konumunda yer alan kişi ile mağduru arasında hizmet ilişkisine bağlı bir bağımlılık olması ve suçun faili konumunda yer alan kişinin bu ilişki nedeniyle mevcut olan gücünden faydalanmak suretiyle bu gücü kötüye kullanarak suçu işlemiş olmasıdır. Suçun faili konumunda yer alan kişiyle mağdur arasında herhangi bir hiyerarşi söz konusu değil ise bu nitelikli halin uygulama bulması mümkün olmamaktadır. Aynı iş yeri içerisinde çalışma gibi nedenler ile mağdur üzerinde nüfus sahibi olan bir kişinin nüfusunu kötüye kullanmak suretiyle bu suç işlemesi durumunda bu araştırıcı neden uygulama bulacaktır. Yargıtay hizmet ilişkisi son bulduktan sonra gerçekleştirilmiş olan cinsel saldırı suçunda bu nitelikli hal uygulama bulmayacağı yönünde karar kılmıştır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin gerçekte mevcut olmamasına rağmen nüfusun varlığı ile ilgili olarak suçun mağduru konumunda yanına kişi kandırmak suretiyle ilişki gerçekleştirmesi durumunda gücün varlığı ile ilgili olarak mağdur kandırması durumunun kurulmasının asıl sebebi haline gelmiş olduğundan nitelikli hali uygulama bulması gerekmektedir. 6545 sayılı kanun ile suçun vesayet ilişkisini sağlamış oldu nüfus kötüye kullanmak suretiyle işlenmesi nitelikli halini düzenlenmiştir.  Vesayet ilişkisine mevcudiyeti mi bununla ilgili olan hususlar Türk medeni kanunu hükümleri içerisinde söz konusu olan 396. madde ve devamlı göre belirlenecektir. Nitelikli halin uygulama bulması için vesayet ilişkisinin sürmesi gerekmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun altıncı maddesi içerisinde yer alan hükümlere göre vesayetin kamu görevi kabul edilmesi mümkün nitelik taşımaktadır.

Suçun Üçüncü Derece Dâhil Kan veya Kayın hısmı İçinde Bulunan Kişiye Karşı Ya Da Üvey Baba Üvey ana Üvey Kardeş, Evlat Edinen veya Evlatlık Tarafından İşlenmesi

5337 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesi hükümleri içerisinde mevcut olan cinsel saldırı suçunun nitelikli hallerinden biri suçun üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı içinde bulunan kişiye karşı ya da üvey baba üvey ana veya kardeş evlat edinen veya evlatlık tarafından işlenmesi nitelikli halidir. Eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanunundan farklı olarak 5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümlerinde hısımlık genişletilmiştir. Eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanununda yakın akraba olarak üstsoy ile veli ve vasiden bahsedilmiştir. Yeni Türk ceza kanunu olan 5237 sayılı kanun hükümlerinde ise üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içerisinde bulunan kişilerden söz edilmektedir. 5237 sayılı kanun hükümlerinde ki düzenleme ile üstsoy yönünden üçüncü dereceye kadar denilerek bir sınırlama getirilmiştir. Bununla birlikte nitelikli halin uygulama bulması bakımından eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanununda farklı bir şekilde kişilerin mağdur üzerinde hüküm ve güç sahibi olmaları gibi bir durumluk aranmamıştır. Mağdur konumunda yer alan kişi ile suçun faili konumunda yer alan kişi arasında yine Türk ceza kanunun 15.237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin üçüncü fıkrası içerisinde belirtilmiş olan suçun kan ya da kayın hısımlığı içerisinde bulunan kişiye karşı veya üvey baba üvey ana üvey kardeş evlat edinen ya da evlatlık tarafından işlenmesi cezayı artırıcı bir nitelikli Koşul olarak kabul görmektedir. Mevcut ilişkiler mağdur üzerinde hüküm ve güç kullanma imkânı ortaya çıkarır nitelikte şey bilmektedir. Böyle durumları söz konusu olması hallerinde eylemin işlenmesi kolay hale gelmekte mi suçun mağduru konumunda yer alan kişinin dirence daha kolay bir şekilde kırıla bilmektedir. Aynı evin içerisinde yaşamasalar dahi belirli akrabalık bağı olan kişilerin hâkimiyet kurmaları bu durumda örnek gösterilebilir. Kanun koyucu akrabalık ilişkisinin suçun faili konumunda yer alan kişi kolaylık sağlayacağını suçun faili konumunda yer alan kişinin mağdur üzerinde güç sağlayacağını ve suçun mağduru konumunda yer alan kişinin suçun faili konumunda yer alan kişiye güveneceğini göz önünde bulundurularak bu hükümlere düzenlemiştir. Mevcut düzenlemelerin uygulanmasında suçun faili konumunda yer alan kişiyle suçun mağduru konumundaki kişi ile arasındaki ilişki dikkate alınmıştır. Öyle ki mağdurun kan ya da kıymasını olması önem teşkil etmemektedir.

5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin üçüncü fıkrası içerisindeki hısımlık ilişkisi Türk medeni kanununa göre saptanması gereklidir. Altsoy ve üstsoy ile olan ilişkilerin saptanmasında nüfus kaydı önem teşkil etmektedir. Suçun faili konumunda yer alan kişi ile suçun mağduru konumunda yer alan kişinin arasında söz konusu olan davada nüfus kaydı içerisinde söz konusu bağ mevcut değil ise mahkemenin nüfus kayıtları düzelttikten sonra madde içerisinde yer alan nitelikli hali uygulaması mümkün hale gelir. Eşlerden birinin kendi kan hısımı ile mevcut yakınlık derecesi diğer eşin de o kişiyle olan yakınlık derecesini meydana getirecektir. Öyle ki eşlerden birinin kendi babası ile olan yakınlığı birinci dereceden, kardeşiyle olan yakınlığı ikinci dereceden olduğu dikkate alınarak diğer eşin söz konusu eşinin akrabası ile olan hısımlığı belirlenecektir. Fakat her halükarda bu nitelikli halin uygulanmasını mümkün olabilmesi için ağırlatıcı sebeplerin eylemin işlenmesinden önce ya da işlenme esnasında suçun faili konumunda yer alan kişi tarafından bilinmiş olması önem teşkil etmektedir. Türk medeni kanununun 18. maddesi içerisinde yer alan hükümler de kayın hasımlığı, kendisine meydana getiren evliliğin sona ermesi ile ortadan kalkmaz denildiğinden evliliğin bitmesi söz konusu olsa dahi diğer işin 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin üçüncü fıkrası içerisinde söz konusu olan yakınlarına karşı işlenen eylemler ile suçun bu nitelikli hali ortaya çıkar. 6545 sayılı kanun hükümleri ile yapılmış olan değişiklik ile eylemin üvey baba, üvey ana, üvey kardeş, evlat edinen ya da evlatlık tarafından işlenmiş olması durumları mevcut olması halinde bu madde hükümleri söz konusu olacaktır. 6545 sayılı kanun hükümleri ile 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin üçüncü fıkrası içerisinde yer alan üvey baba, üvey anne, üvey kardeş ibareleri eklenmek suretiyle cinsel saldırı suçunun söz konusu kişilerce işlenmiş olması durumu yeni bir nitelikli hal olarak ortaya çıkmıştır. Getirilmiş olan yeni kavramların hangi kişileri işaret etti belirli değildir. Bu durumda Türk medeni kanununun içerisinde yer alan hükümlere bakılması gerekli teşkil etmektedir. Ancak Türk medeni kanunu hükümleri içerisinde de mevcut kavramlar düzenlenmemiştir. Yalnızca üvey çocukları ile ilgili onun hükümler söz konusudur.

Suçun Silahlı veya Birden Fazla Kişi Tarafından Birlikte İşlenmesi

5237 sayılı Türk ceza kanunu 102. maddesi hükümleri içerisinde düzenlenmiş olan suçun cinsel saldırı suçunun artırım sebebi olarak öngörülmüş hallerinden biri suçun silahlı ya da birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi halidir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin üçüncü fıkrası içerisinde yer alan hükümler de cinsel saldırı suçunun silahla işlenmesi ya da birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi artırım sebebi olarak öngörülmüştür. Cinsel saldırı suçunun silahla işlenmiş olması, suçun faili konumunda yer alan kişiye cesaret vermek suretiyle suçun icrasına kolaylaştırmasına kaynaklı olarak mağdur üzerinde ciddi korku meydana getirdiği ve mağdurun direncini kırdığı için ağırlatıcı bir sebep olarak öngörülmüştür. 5237 sayılı Türk ceza kanunun altıncı fıkrası içerisinde silah kavramı açıklanmıştır. Altıncı maddeye göre silah ateşli silah, patlayıcı madde, saldırı ve savunma da kullanmak üzere yapılmış her türlü kesici, delici ya da bereleyici alet, saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa dahi filan saldırı ve savunma da kullanılmaya elverişli diğer şeyler, yakıcı, burcu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeler olarak düzenlenmiştir. Söz konusu madde gerekçesi içerisinde silah genel anlamda canlıları öldürme niteliğine sahip olan, yakalayabilen, hasta edebilen, canlı olmayan nitelikteki şeyleri parçalayabilen, tahrip edebilen ayet olduğu ifade edilmiştir. Suç içerisinde kullanılan aletin elverişli nitelik taşıyıp taşımadığı değerlendirilmesi gerekir. Hâkim eşyanın silindiri taşıyıp taşımadığını bu tanım uygun bir şekilde kendisi değerlendirmeli eşyanın tespiti teknik bilgi gerektiriyor ise bilirkişiye başvurmak suretiyle inceleme yaptırmalıdır. Uygulama içerisinde bazı eşyalar silah niteliği taşımaktadır. Bundan kaynaklı olarak madde hükümleri içerisinde söz konusu olan silah teriminden farklı eşyaların da anlaşılması gerekmektedir. Saldırı esnasında silahın bizzat ateşlenmiş olmasına ya da doğrultulmasına gerek olmamaktadır. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin iradesini etki altına almasını da etkili olması yeterli teşkil etmektedir. Bununla birlikte bir görüş içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişinin silahlı olması yeterli teşkil etmez bununla birlikte silahın olan içerisinde kullanılması gereklidir çünkü yalnızca silahı işaret etmek unsur içerisindeki tehdit olarak kabul edilecek nitelikli hal için yeterli olmayacaktır. Silahın cinsel saldırı suçunun icrası esnasında kullanılmış olması gereklilik teşkil etmektedir. Suçun tamamlanmasından sonra silahın kullanılması durumunda silahtan dolayı ağırlaştırır sebep uygulanmaması gerekir.

Birden fazla kişinin katılımı ile cinsel saldırı suçunun işlenmiş olması hemen hemen tüm yabancı ülke ceza kanunları içerisinde suçun işlenmesini kolaylaştırıcı ve mağdur konumunda yer alan kişinin direncini kırılmasını yol açacağı için ağırlaştırıcı sebep olarak kabul görmüştür. Birden fazla kişi tabirinden iki ya da daha fazla kişinin anlaşılması gerektiği ile ilgili olarak herhangi bir şüphe yoktur. Mevcut olan nitelikli halin uygulama bulması mümkün olabilmesi için en az iki kişinin suça bir arada suçun faili konumunda yer alan kişi olarak atılmış olması gerekli teşkil etmektedir. Bunun yanı sıra bunların hepsinin cinsel saldırıda bulunması zorunluluğu teşkil etmemektedir. Bundan kaynaklı olarak birlikte faillilerden birisi suçun cebir sorunu bir diğeri ise cinsel davranış unsurunu meydana getirmiş ise bu nitelikli hal ortaya çıkacaktır. Birden fazla kişinin suçun işlenmesinden daha önce aralarında anlaşmış olmaları zorunluluk teşkil etmemektedir. Birden fazla kişi tarafından suçun meydana getirilmesi koşulunun gerçekleşmesi için tüm faili konumunda yer alan kişilerin cezayı ehliyetinin olması şart değildir. Bir kısım faili konumunda yer alan kişilerin yaşı küçük olabileceği gibi bir kısmı da akıl hastası niteliği taşıyabilir. Burada fazla kimselerin aynı cinsiyette olmaları da zorunluluk teşkil etmemektedir. Asıl suçun faili konumunda yer alan kişinin erkek olmasının yanında birlikte suç işleyenler kadın olabilmektedir. Kanun birden fazla kişinin bir arada suç işlenmesine istediği için suçun farklı bir kişi tarafından azmettiren ya da yardım eden sıfatıyla iştirak ederek işlenmesi durumunda bu ağırlaştırıcı sebep uygulamak olmayacaktır. Fakat birden fazla kişi tarafından bir arada işlenen cinsel saldırı suçunda bu nitelikli hali mevcut ise bunu bilen azmettiren ya da yardım eden kişiler bakımından bu durum uygulama bulacaktır. Teşebbüs aşaması içerisinde kalan cinsel saldırı suçunda söz konusu nitelikli halin uygulama bulacağından bahsetmemiz gerekir. Birlikte faillerin eyleminin aynı mağdura yönelik olması gereklilik teşkil etmektedir. Suçun faili konumunda yer alan kişi mi suçun mağduru konumunda yer alan kişiler birden fazla olmanın yanı sıra her biri farklı kişiye karşı cinsel saldırıda bulunmuş ise bu nitelikli hal uygulama bulmaz. Birden fazla kişi tarafından cinsel saldırının meydana getirilmesi halinde bu kişilerin aynı cinsel davranışlarına farklı kısımlarının yalnız veya birlikte işlemeleri yeterli teşkil etmektedir. Suçun faili konumunda yer alan kişiler aynı yerde ve aynı zamanda eylemi işlemişler ise birbirlerinin eylemine ayriyeten yardım etmiş olmaları gerekmeksizin cezanın artırılması gerekir. Nitelikli halin uygulama bulması için suçun mağduru konumunda yer alan kişinin sayısı önem teşkil etmemektedir. Bundan kaynaklı olarak mağdurlar ve failler birden fazla ve her biri bir mağdurun yönelik olarak cinsel saldırıda bulunmuş ise nitelikli hal uygulama bulur. Cinsel saldırı suçunun işlenmiş olması durumunda 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin üçüncü fıkrası içerisindeki artırım sebeplerinden birden fazlası bir arada bulunur ise iki defa artırım sebebi uygulama bulmayacaktır. Bu durum 5237 sayılı Türk ceza kanununun 61. maddesi gereğince temel cezanın belirlenmesi içerisinde değerlendirilecektir.

Suçun İnsanların Toplu Olarak Bir Arada Yaşama Zorunluluğunda Bulunduğu Ortamların Sağladığı Kolaylıktan Faydalanmak Suretiyle İşlenmesi

5237 sayılı Türk ceza kanunun cinsel saldırı suçunu düzenleyen 102. maddesinde mevcut olan nitelikli hallerden bir diğeri suçun insanların toplu olarak bir arada yaşama Zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağlamış olduğu kolaylıktan faydalanmak suretiyle işlenmesidir. Mevcut olan bu nitelikli hal 6545 sayılı kanun ile 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenmiştir. Mevcut gerekçeye göre kışla, ceza İnfaz kurumu, öğrenci yurdu, okul pansiyonu ve hastane gibi yerler bu kapsam içerisinde yer almaktadır. Cinsel saldırı suçu açısından suçun insanların toplu olarak bir arada yaşamasını zorunlu kıldığı yerlerde ortamın sağlamış olduğu kolaylıktan yararlanmak suretiyle işlenmesi durumu cezanın artırılmasını gerekli olan bir hal olarak kabul görmektedir. Bu gibi ortamlar içerisinde suçun mağduru konumunda yer alan kişi korunmasız nitelik taşıyacağı gibi eylem daha kolay işlenir niteliktedir. Ancak dikkat edilmesi gereken hususlardan ilki birlikte yaşama zorunluluğu meydana getiren durumun mevcudiyetinin söz konusu olmasıdır. Bundan kaynaklı olarak aynı otel içerisinde kalmak veya arkadaşların hafta sonunu aynı ev içerisinde geçirmesi gibi durumlar bu nitelikli hal kapsam içerisinde mevcut olmamaktadır. Birlikte kalmak bir zorunluluktan değil, kişilerin kendi iradesinden kaynaklanıyor ise bu nitelikli halin ortaya çıkması mümkün değildir. Bu düzenleme içerisine özel öğrenci pansiyonları, hastanedeki yakınlarının refakat etmek için belli bir süre o hastane yakınlarındaki otel, misafirhane gibi yerler ceza ve tutukevleri girebilmektedir.

Bir arada yaşama zorunluluğu Mevcut olan ortamın suçun işlenmesinde bir kolaylık sağlamış olması gerekli teşkil etmektedir.

Suçun Sonucunda Mağdurun Bitkisel Hayata Girmesi Ya Da Ölmesi

5237 sayılı Türk ceza kanununun cinsel saldırı suçunu düzenleyen 102. maddesinin içerisinde yer alan önemli bir düzenleme 102. maddenin beşinci fıkrasındaki suçun sonucunda mağdurum bitkisel hayata girmiş ya da ölmesidir. 6545 sayılı kanun hükümleri ile yürürlükten kaldırılmadan önce suçu neticesinde suçun mağduru konumunda yer alan kişinin beden ya da ruh sağlığının bozulması bendi söz konusu olmaktaydı. Fakat bu durumun yürürlükten kaldırılmasından kaynaklı olarak burada yalnızca suçun neticesinde mağdurun bitkisel hayata girmesi ya da ölmesi durumu söz konusu olacaktır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin beşinci fıkrası içerisinde cinsel saldırı sonucunda suçun mağduru konumunda yer alan kişinin yaşamını yitirmesi ya da bitkisel hayata girmesi suçun netice sebebiyle ağırlaşmış hali olarak hüküm altına alınmıştır. Bitkisel hayat kahraman beyin fonksiyonlarının kaybedilmesi, solunum ve dolaşım sisteminin dış destek ile görev yaptığı tam bilinçsizliğin söz konusu oldu klinik yaşam türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Cinsel saldırı suçu mağdur konumunda yer alan kişinin bitkisel hayata girmesinin anlama mağdur konumunda yer alan kişinin vücudunun büyük ölçüde canlılığını kaybetmesi, yalnızca nefes alıp vermesi ve damarların çalışmaya devam etmesidir. Öyle ki kişi yaşamını henüz kaybetmemiştir. Bu durum bilirkişi tarafından saptanması gereken bir nitelik taşımaktadır. Ölüm kavramının neye karşılık geldiğinden bahsetmek gerekirse kişinin yaşama belirtilerinin hepsinin durması ölüm kavramını ifade eder.

Ortaya çıkan neticeden suçun faili konumunda yer alan kişinin sorumlu olması için en azından taksir seviyesinde kusurun mevcut olması gerekir. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin yaşamını yitirmesi ya da bitkisel hayata girmesi ile cinsel saldırı suçunu meydana getiren eylemler arasında doğrudan bir nedensellik bağlantısı mevcut olması gerekir. Bu hükmün uygulanmasında mümkün olabilmesi için hareket ile netice arasında dolaylı nedensellik bağı yeterli değildir. Suçun faili konumunda yer alan kişi eylemi ile mağdurun kendini öldürmesine sebep olması halinde nedensellik bağlantısı mevcudiyeti söz konusu olsa dahi maddenin uygulanması bakımından yeterlilik söz konusu değildir. Bunun sebebi burada ölüm suçun faili konumunda yer alan kişiye objektif bir şekilde isnat edilebilir netice niteliği taşımamaktadır. Bunun gibi suçun mağduru konumunda yer alan kişiye cinsel saldırı neticesinde farklı bir sonuç doğmuş ve bu faili konumunda yer alan kişiye isnat edilemiyor ise burada suçun faili konumunda yer alan kişinin sorumlu olması olası değildir. Ancak ağırlaştırıcı neden uygulaması için doğrudan bir nedensellik bağını mevcudiyeti söz konusu değildir. Dolaylı bir nedensellik bağının mevcudiyeti durumunda bu sebep uygulama bulmalıdır. Eğer suçu mağdur konumunda yer alan kişi intihar edeceğini söylemiş ve bunda inandırıcı ise suçun faili konumunda yer alan kişi mağdurun ölümünden sorumlu olacaktır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin beşinci fıkrasının uygulama bulmasına mümkün olabilmesi için bitkisel hayata girme ya da ölüm neticesinin suçun faili konumunda yer alan kişinin eylemine bağlı olarak meydana gelmiş olması gereklilik teşkil eder. Başka bir deyiş ile bitkisel hayata girme ya da ölüm iticisi fiil işlenirken cebir kullanılmasına, cinsel davranışları ya dayanıklı saldırı mevcut ise vücuda organ ya da sarı cisim sokulmasına bağlı bir şekilde meydana gelmiş olmalıdır. Bitkisel hayata girme ya da ölüm iticisi meydana getiren cinsel davranışlar sonucu meydana gelmiş olmasa dahi suçun faili konumunda yer alan kişinin fiili işlerken kullanmış olduğu cebir, şiddet gibi araçlar sonucunda meydana gelmiş olsa da bu maddenin uygulanması mümkün nitelik taşımaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel saldırı suçunu işlerken suçun mağduru konumunda yer alan kişinin bitkisel hayata girmesini ya da ölmesini istememiş fakat eğilimi bu neticeyi meydana getirmiş olması gerekir. Bununla birlikte suçun faili konumunda yer alan kişi de öldürmeye dair kast var ise bu durumda suçun faili konumunda olan kişi yalnızca cinsel saldırı suçundan değil ayriyeten kasten öldürme suçundan da sorumlu olur. Öyle ki suçun faili konumunda yer alan kişi cinsel saldırı suçu işledikten sonra suçun saklanması için veya suçun işlenmesini kolaylaştırmak için mağduru öldürmüş ise hem cinsel saldırı hem de nitelikli kasten öldürme suçundan kaynaklı olarak cezalandırılır. Suçun faili konumunda yılan kişi mağdur öldürdükten sonra ona karşı cinsel saldırı eylemini gerçekleştir ise bu madde hükmünün uygulanması söz konusu olmaz. Böyle bir durumda suçun faili konumunda yer alan kişinin evli mi kasten öldürme ve Ölülere saygı duygusunu aykırılık suçlarını meydana getirir.

Ortaya çıkacak olan ağır neticeden taksirli olarak kusuru bulunan tüm suçun faili konumunda yer alan kişiler sorumluluk altındadır. Cinsel saldırı suçun teşebbüs aşamasında kalmış olması durumunda doktorun içerisinde bu nitelikli halin uygulanması mümkün olabileceği ileri sürülmüştür. Neticesi sebebiyle ağırlaşmış bir suç söz konusu olmasından dolayı asıl fiil tamamlanması dahi mağdur bakımından ağır netice ortaya çıkmış ise suçun faili konumunda yer alan kişinin taksinin üzerinde bir kusurunun mevcut olması ağır neticeden sorumlu tutulabilmesi için yeterlilik teşkil eder.

Cinsel Saldırı Suçunun Özel Görünüş Biçimleri Nelerdir?

Teşebbüs

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçunun özel görünüş biçimlerinden teşebbüs ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Teşebbüsün mümkün olduğunu söyleyebilmek için ilk olarak söz konusu suç tipinin teşebbüse elverişli bir nitelik taşıması gerekir. Bundan kaynaklı olarak taksirli suçlara teşebbüs mümkün değildir. Öyle ki taksirli suçlar da suçun faili konumunda yer alan kişinin suçu işlemeye başlamadan önce almış olduğu bir kararın mevcudiyeti söz konusu değildir. Cinsel saldırı suçuna teşebbüs de bulunmak, icra hareketleri kısımları bölünmesi mümkün olabileceğinden olası bir nitelik taşımaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 35. maddesinin ilk fıkrasına göre kişi işlemeyi kast etmiş olduğu bir suçun elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumluluk altında olur. Doğrudan doğruya icraya başlama kıstası kabul edildiğinden işlenmek istenen cinsel saldırı suçu ile birlikte belirli bir yakınlık ve bağlantı içerisindeki hareketlerin yapılması durumunda suçun icrasına başlanmış sayılacaktır. Bunun yanı sıra yapılmış olan hareketlerin bu suç işlemek için uygun hareketli olması gerekli teşkil etmektedir.

Cinsel saldırı suçunu teşebbüs bakımından göz önünde bulundururken suçun temel ve nitelikli hallerine göre farklı değerlendirmeler söz konusu olacaktır. Cinsel saldırı suçunun basit halinle teşebbüsün mevcut olup olmayacağı ile ilgili olarak değerlendirmeye, vücut dokunulmazlığının ihlal edilip edilmemesi gerektiği üzerinde yapmak gerekir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçunun basit halinin meydana gelmesi için suçun mağduru konumunda yer alan kişinin vücut dokunulmazlığının ihlal edilmiş olması gereklilik teşkil eder. Öğreti içerisinde cinsel saldırı suçunun temel haline teşebbüsün imkân dâhilinde olduğu ileri sürülmüş tür. Öyle ki bir kişi cinsel arzularını tatmin amacına dair davranışlarına katlanması ve direnmeme amacı ile mağduru tehdit edebilmektedir. Fakat tehdide ya da cebire rağmen kişinin elinde olmayan sebepler ile örneğin mağdurun direnmesi ya da kaçınması sebebiyle vücudun üzerine cinsel arzuların tatmini amacına yönelik davranışlar gerçekleştirilmemiş olabilmektedir. Böyle bir durumu söz konusu olması halinde cinsel saldırı suçu teşebbüs aşamasında kalmış olmaktadır. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin birinci fıkrası hükümleri içerisinde söz konusu olan durumlara göre cezalandırılacak ve ancak suç teşebbüs aşamasında kaldığı için kanunun 61. maddesindeki usul ve sıra takip edilmek suretiyle tespit edilecektir. Bunun yanı sıra 5237 sayılı Türk ceza kanunun 35. maddesi içerisinde yer alan hükümlere göre indirim yapılması gerekir. Farklı bir görüş içerisinde cinsel saldırı suçunun sırf bir davranış suç olarak ifade edilmiştir. Suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel özgürlüğü, ihlal etmeye elverişli cinsel eylemi ortaya çıkarmasıyla suç tamamlanmaktadır. Temas edilme ile birlikte suçun tamamlandığı için cinsel saldırı suçunun temel haline teşebbüs söz konusu olmamaktadır. Buna benzer bir görüş içerisinde suç ani bir suçtur. Kan Dökümleri hareketten bir neticenin meydana gelmesini istemediği için suç neticesiz bir suç olarak karşımıza çıkmaktadır. Hareketin yapılması ile birlikte suçun tamamlanmış olduğu ileri sürülür. Bundan ötürü teşebbüsün mümkün olmadığı söylenmektedir. Cinsel saldırı suçunun nitelikli hali vücuda organ ya da sarı cismin kısmı veya tamamı ile sokulması ile tamamlama bulunmaktadır. Suçun tamamlanması bakımından cinsel doyum ulaşmak bir şart olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki netice hareketten ayrılabilir bir nitelik taşıdığından teşebbüs tartışması olarak mümkün değildir. Suçun faili konumunda yer alan kişi mağdurun vajinasına bir cisim sokmak istemiş ancak cismin büyüklüğü gibi sebepler ile istediğini gerçekleştirememiş ise nitelikli hali teşebbüsten bahsetmek gerekir. Suçun faili konumunda yer alan kişi mağdur yönelik nitelikli cinsel saldırı eğilimi açısından kastın ortaya koyduktan sonra engel bir sebep ile eylemi gerçekleştirmemiş ise elimin nitelikli cinsel saldırı suçu ne teşebbüs aşamasına kaldığını kabul etmek gereklilik teşkil eder. Bu açıdan suçu mağdur konumunda yer alan kişinin kıyafetlerini çıkarmaya çalışmak gibi hallerde suçun faili konumunda yer alan kişinin kastını ortaya koyduğu kabul edilmesi gereken bir durumdur.

Öğreti içerisinde mevcut olan bir görüşe göre suçun faili konumunda yer alan kişi cinsel saldırı suçunun elverişli hareketlerle doğrudan icra başlayıp da kendisinin elinde olmayan nedenlerden kaynaklı olarak suçun tamamlayamamış ise eylem teşebbüs aşamasında kalmasından dolayı suçun faili konumunda yer alan kişinin teşebbüs sebebiyle sorumlu tutulacağı ileri sürülmüştür.

İştirak

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesi hükümleri içerisinde düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçunun özel görünüş biçimleri ile ilgili olarak bahsedilmesi gereken hususlardan biri iştiraktir. İştirak 5237 sayılı Türk ceza kanununun birinci kitabının ceza sorumluluğunun esasları başlıklı ikinci kısmı içerisinde dördüncü bölümde 37. ve 41. maddeleri içerisinde Suça iştirak başlığı altında düzenleme bulmuştur. Suçun kanuni tanımı içerisinde mevcut olan eylemi birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri suçun faili konumunda yer alan kişi olarak sorumluluk altındadır. Suçun kanuni tanımı içerisinde mevcut olan cinsel davranışlar ile bir başkasının vücut dokunulmazlığını işler eyleminin meydana getiren kişi suçun faili konumunda yer alan kişidir. Suçun birden fazla kişi ile birlikte işlenmesi halinde bu kişilerin her biri müşterek faili olarak sorumluluk altında olacaklardır. Müşterek faillik içerisinde, birlikte suç işleme kararının yanı sıra fiil üzerinde ortak hâkimiyet kurulduğu için her bir suç ortağı suçun faili konumunda yer alan kişi statüsünde olup, ortak hâkimiyetin kurulup kurulmadığının saptanmasında suç ortaklarının suçun icrası içerisindeki rolleri ve katkılarının taşımış olduğu önem göz önünde bulundurulması gerekir. Öyle ki cinsel saldırı suçu işlemek amacında bulunan suç ortaklarından birinin cebir ya da tehdit kullanmak suretiyle suçun mağduru konumunda yer alan kişinin direncini kırdığında, diğerinin de kişiye cinsel saldırı suçunda bulunmuş olması durumunda harika suç ortağının suçun işlenişine yapmış oldukları katkı, suçun icrası açısından birbirini tamamlayıcı özelliktedir. Böylece her iki suç ortağı suçun işleyişi üzerinde ortak bir hâkimiyeti sahip oldukları için suçun faili konumunda yer alan kişi olarak cezalandırılmaları gerekir. Bunun yanı sıra suçun faili konumunda yer alan kişinin kolay cinsel saldırı eylemini gerçekleştirmesini mi mağdurum kaçmasını önlemek bakımından kapıda bekleyen kişiler eylemin icrasında kolaylaştırdıkları için müşterek fail sayılmaları gerekir.

Cinsel saldırı suçuna dolaylı failik mümkün nitelik taşımaktadır. Kişi cinsel saldırı suçunun kusuru yeteneğine sahip olmayan bir kimseyi araç olarak kullanmak suretiyle gerçekleştire bilmektedir. Suçun işlenmesi esnasında kusuru yeteneği mevcut olmayan kişilerin araç olarak kullanılması halinde dolaylı faile verilecek olan cezanın bundan dolayı artırılması gerekmektedir. Öyle ki bu durumda yalnızca bir suç işlenmemekte, kendisini yönlendirme yeteneği mevcut olmayan kişiler kullanılıyor olmaktadır. Bu açıdan cinsel saldırı suçu kusuru yeteneği mevcut olmayan kişinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenebilir bir nitelik taşımaktadır.

Cinsel saldırı suçunu azmettirme ve yardım etme şeklinde iştirakin mümkün olduğunu söylememiz mümkündür. Azmettirme belirli bir suç işleme ile ilgili olarak henüz fikri olmayan bir kişinin bir başkası tarafından suç işlemeye karar verilmesini sağlanmasıdır. Yardım etme 5237 sayılı Türk ceza kanunun 39. maddesi içerisinde üç ayrı başlık içerisinde tanımlama bulmuştur. Öyle ki suç işlemeye teşvik etmek ya da suç işleme kararının kuvvetlendirmek ya da eylemin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat etmek suçun hangi şekilde işlemci ile ilgili olarak yol göstermek ya da eylemin işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak, Suçun işlenmesinden daha önce ya da işlenmesi esnasında yardımda bulunmak suretiyle suçun işlenmesine kolaylaştırmak yardım etme kapsamı içerisinde mevcut olmaktadır. Bununla birlikte Yargıtay’ın görüşüne göre yer temin etmek yardım etme olarak kabul görmektedir. Suç ortaklarının azmettiren veya yardım eden olarak sorumluluk bakımından iştirak de bağlılık kuralı gereği, suçun tamamlanmış ya da en azından teşebbüs aşamasına varmış olması gereklilik teşkil etmektedir. Suçun faili konumunda yer alan kişiye onun haberi olmadan tek taraflı bir ricada ile suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel saldırı suçu işlemesine başlamadan daha önce yardım eden kişi müşterek faili olarak söz konusu olmamaktadır. Burada yardım eden olarak sorumluluk altında olur. Bazı durumlarda suçun faili konumunda yer alan kişiler suçun kanuni tanımı içerisindeki tüm unsurları yalnızca gerçekleştirmek için anlaşma içerisinde bulunabilirler.

İçtima

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçunun özel görünüş biçimlerinden bahsedilmesi gerekenlerden biri içtimadır. Cebir ve tehdit, cinsel saldırı suçu içerisinde araç olarak kullanıldığı için bileşik suç meydana gelebilecektir. Bununla birlikte cebir ya da tehdit suçundan kaynaklı olarak faile ceza verilmesi mümkün olmaz. 6545 sayılı kanun hükümlerine göre değişen 102. maddenin dördüncü fıkrasına göre Cinsel saldırı için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine sebep olması durumunda ariyeten kaçtan yaralama suçunu da hükümlerin uygulama bulması söz konusu olacaktır. Bu düzenleme sonucunda suçun faili konumunda yer alan kişiyim cinsel saldırı hem de kasten yarın suçundan dolayı sorumluluk altında olacaktır. Öğreti içerisinde mağdur konumunda yer alan kişinin direncinin kırılmasını sağlayacak niteliğin ötesinde cebir kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi durumunda cinsel istismara dair düzenleme içerisinde mevcut olan yönetimin takip edilmesi gerekir. Kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hallerin meydana gelmesi durumunda ayriyeten kasten yaralama suçundan kaynaklı olarak cezalandırmayı gerektireceğine dair bir düzenleme yapılması gerekli oldu ileri sürülmüştür. Öyle ki 6545 sayılı kanun hükümleri ile değişen 102. maddenin dördüncü fıkrasına göre cinsel saldırı için başvurmuş olan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine sebep olması durumunda ayriyeten kasten yaralama suçuna dair hükümler uygulama bulacaktır. Bu düzenlemenin sonucunda cinsel saldırı suçunda kullanılmış olan cebrin 5237 sayılı Türk ceza kanunu 86. maddesinin ilk fıkrası ya da 5237 sayılı Türk ceza kanunun 86. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde kalması durumunda bu cebir suçun unsuru olarak kabul görecektir. Ayrıca kasten yaralama suçundan kaynaklı olarak suçun faili konumunda yer alan kişi sorumlu tutulmaksızın sorumluk yalnızca cinsel saldırı suçundan belirlenecektir.

Cinsel saldırı suçunu işlemiş olan suçun faili konumunda yer alan kişi de ayriyeten eziyet etme kasti mevcut ise cinsel saldırı ve eziyet suçu açısından fikri içtima hükümleri uygulama bulması gerekir. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin kendisinin teslim etmesinden sonra yapılmış olan sadistçe hareketler cinsel saldırı meydana getirmez. Öyle ki hafif ya da ağır yaralama eylemini ortaya çıkarır. Bu halde suçun faili konumunda yer alan kişi iki suçtan kaynaklı olarak sorumluluk altında olmaktadır. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin direnmesine öfkelenmek suretiyle daha fazla ve artan şiddette mağdurun vurması suçun faili konumunda yer alan kişinin kastının yaralama suçuna yöneldiğini gösterir.

Bir suçun işlenmesi için diğer bir suçun işlenmiş olması durumu söz konusu olabilmektedir. Bundan kaynaklı olarak gerçek içtima hükümlerinin uygulanması gereklilik teşkil eder. Cinsel saldırı suçunun işlenmesi sırasında mağdurun konut dokunulmazlığı ihlal edilmiş ise suçun faili konumunda yer alan kişi ayriyeten 5237 sayılı Türk ceza kanunun 116. maddesinden sorumlu olacaktır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel amaçlı hürriyetinden yoksun bırakmış olduğu mağdur üzerinde Cinsel saldırı işlemesi durumunda gerçek içtima kuralları uygulama bulur. Yani suçun faili konumunda yer alan kişi cinsel saldırı suçunun yanı sıra özgürlüğünden yoksun bırakma suçundan kaynaklı olarak da cezalandırılması gerekir. Suçun cinsel amaç işlenmesi nedeniyle verilecek olan ceza 5237 sayılı Türk ceza kanunun 109. maddesinin beşinci fıkrası gereğince artırılması gerekir. Kişi hürriyetinden yoksun kılma suçunun mevcut olduğu 109. maddenin beşinci fıkrası içerisinde cinsel amaçlı kişi hürriyetinden yoksun kılma suçu işlendiğini de cezanın artırılması suretiyle verileceğini hükmedilmiştir. Suçun faili konumunda yer alan kişi cinsel saldırı eylemini işlemek amacıyla mağduru hürriyetinden yoksun bırakıyor ise aynı zamanda cinsel saldırıda ortaya çıkarıyor ise böyle bir durumda suçun faili konumunda yer alan kişinin hem cinsel saldırı suçundan hem de kişi hürriyetinden yoksun bırakma suçundan kaynaklı olarak cezalandırılması gereklilik teşkil eder. Cinsel amaçla kişiyi hürriyetinden yoksun bıraktığından 109. maddenin beşinci fıkrasından da cezanın artırılması gerekir. Öyle ki cinsel amaç ile kişi hürriyetinden yoksun bırakma da suçun faili konumunda yer alan kişinin cinsel amaç hareket etmiş olması yeterlidir. Ayriyeten cinsel davranışın meydana getirmesi gereklilik teşkil etmez. Bunun yanı sıra cinsel davranışı gerçekleştirip mağdur konumunda yarından kişiye karşı cinsel saldırıda bulunuyor ise her iki suçtan cezalandırılması doğaldır. İki uç arasında bileşik suç ilişkisi mevcut nitelikte değildir.

Suçun mağduru konumunda yer alan kişi suçun faili konumunda yer alan kişi tarafından bir yere gitmek zorunda bırakılmaksızın veya bir yere kapatılmaksızın yalnızca cinsel davranışlar ile muhatap kalmış ise buradaki sadece cinsel saldırı suçu meydana gelmektedir. Ayriyeten kişi özgürlüğünden yoksun kılma suçunu meydana gelmesi bakımından suçun faili konumunda yer alan kişinin belirli bir sürede olsa suçun mağduru konumunda yer alan kişiye bir yere gitmek ya da bir yerde kalmak özgürlüğünden mahrum bırakması be kastının burada ayrılması önem teşkil eder. Suçun faili konumunda yer alan kişi sadece eylemi gerçekleştirdiği süre boyunca mağdurun özgürlüğünü kısıtlamış ve sonra bırakmış ise kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçu ortaya çıkmaz. 5237 sayılı

Türk ceza kanunun 102. maddesi içerisinde ifade edilmesi dahi suçun faili konumunda yer alan kişinin mağdur kendisi ile ilişkiye girmediği takdirde öldüreceğim ya da bir zarara uğratıcı şekilde tehdit etmek suretiyle cinsel saldırıya karşı koymamaya zorlaması durumunda 5237 sayılı Türk ceza kanunun 106. maddesi içerisindeki tehdit suçu sebebiyle ayriyeten cezaya hükmedilmez. Burada mevcut olan tehdit suçunun ögesi olarak kabul edilmesi gerekir. Cebir ve tehdit de bu suç içerisinde araç olarak başvuruldu için bileşik suç meydana gelir. Ayriyeten cebir ya da tehdit suçundan dolayı faile ceza verilmemesi gerekir. Bununla birlikte suçun faili konumunda yer alan kişi tehdit suçu işledikten sonra cinsel saldırı suçunu işler ise gerçek içtima kurallarının uygulanması gerekir.

Cinsel Saldırı Suçunun Soruşturması ve Kovuşturması Nasıl Yapılır?

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesi içerisinde yer alan hükümlere göre cinsel saldırı suçunun temel halinin işlenmesi durumunun söz konusu olması halinde soruşturma ve kovuşturmanın yapılmasına mümkün olması suçtan zarar gören kişinin şikâyeti koşuluna bağlıdır. Cinsel saldırı suçunun mağduru 18 yaşından büyük olduğu için şikâyet hakkını kendisi kullanır. Mevcut olan cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması halinde bu suçun soruşturulması ve kovuşturmasının şikâyete bağlı olup olmadığı kanun hükümleri içerisinde açık bir şekilde düzenlenmemiştir. Fakat soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan suçlar kanun hükümlerinde açık bir şekilde düzenlenmiştir. Bir suçun soruşturulması ve kavuşturulmasının şikâyete bağlı bir nitelik taşıdığı kanun hükümlerinde açık bir şekilde belirtilmediğinde bu suçun soruşturulması ve kovuşturmasının kamu adına yapılması durumu meydana gelecektir. Yargıtay’ın mevcut olan bir içtihattı içerisinde mevcut olan görüş ve 5237 sayılı Türk ceza kanunun 103. maddesinin hükümleri 5237 sayılı Türk ceza kanununun 104. maddesindeki şikâyete bağlı olup olmadığına dair hükümleri değerlendirildiğinde bu suçun açık bir şekilde düzenlenmesi gerekli olmaktadır. Cinsel saldırı suçunun temel halinin mevcut olduğu 102. maddenin ilk cümlesinde ki suçun şikâyete bağlı bir nitelik taşıyarak düzenlenmesi karşısında bu suça karşı daha hafif cezalandırılan sarkıntılık düzeyinde kalan cinsel saldırı suçunun soruşturulması ve kavuşturulmasının şikâyete bağlı olduğu öğreti içerisinde düzenlenmiştir.

Cinsel saldırı suçunun 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde öngörülmüş olan şeklinde işlenmesi durumunda eşe karşı işlenme hali haricinde re sen soruşturma ve kovuşturma yapılmaktadır. Cinsel saldırı suçunun nitelikli hali evlilik birliği içerisinde gerçekleşmiş ise suçun soruşturulması ve kovuşturulması mağdur konumunda yer alan kişinin şikâyetine bağlı olmaktadır. Şikâyet süresi 5237 sayılı Türk ceza kanununun 73. maddesi hükümleri uyarınca zamanaşımı süresini geçirmemek şartıyla eylemin ve suçun faili konumunda yer alan kişinin kim olduğunun öğrenilmiş olduğu günden itibaren altı aydır. Bu süre hak düşürücü bir nitelik taşımaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanunu sistemi içerisinde eğer bir suç şikâyete bağlı ise madde ya da fıkra içerisinde bunun açık bir şekilde düzenlenmiş olması gereklilik arz etmektedir. Eşe karşı işlenmiş olan cinsel saldırı suçunun nitelikli hali içerisinde 102. maddenin beşinci fıkrasında öngörülmüş olan neticesi nedeniyle ağırlaşmış durumlar mevcut ise kovuşturmanın şikâyet üzerine mi yoksa kendiliğinden mi yapılacağı ile ilgili olan kanun hükümlerinde kovuşturmanın şikâyete bağlı olduğu açık bir şekilde öngörülmediği için kovuşturmanın re sen yapılması gerekliliği teşkil etmektedir. Eşe karşı işlenmiş olan cinsel saldırı suçunun 102. maddenin üçüncü fıkrası içerisinde öngörülmüş olan nitelikli hallerinde takibinin şikâyete bağlı olduğu açık bir şekilde fıkra içerisinde belirtilmediğinden saldırının şikâyete bağlı olmadığı neticesi ne varmak gerekli olacaktır. Eşe karşı işlenmiş olan nitelikli cinsel saldırı suçu içerisinde

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin üçüncü fıkrası ve 102. maddesinin beşinci fıkrası içerisinde öngörülmüş olan içerikli hallerde mevcut ise kovuşturmanın şikâyet üzerine mi yoksa kendiliğinden mi yapılacağı ile ilgili olarak hangi kümlerini açık bir hüküm söz konusu olmamaktadır. Bunun yanı sıra 6545 sayılı kanunun 58. maddesi ile düzenleme bulmuş olan cinsel saldırı suçunun düzenlenmiş olduğu madde gerekçesi içerisinde bu hususa açıklık getirilmek suretiyle suçun maddenin ilk fıkrasında düzenleme bulmuş olan temel şekli ile üçüncü fıkrası içerisinde tanımlanan nitelikli hallerinin bir arada gerçekleşmesi halinde soruşturma ve kovuşturmanın yapılmasının mümkün olmasının şikâyete bağlı olmayacağı ileri sürülmüştür. Cinsel saldırı suçunun temel halinin şikâyete bağlı olarak soruşturulması ve kovuşturulmasının kabul edilmesinin neticesi olarak uzlaşma imkânı söz konusu olmaktaydı. 2006 tarihli 5560 sayılı çeşitli kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun hükümlerinin 24. maddesi ile ceza muhakemesi kanununun 253. maddesi içerisinde değişiklik yapılmıştır. Bu hükümlere göre soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa dahi cinsel dokunulmazla bağlı suçlar da uzlaştırma yoluna gidilmesi mümkün değildir. Öyle ki daha öncesinde eleştiriye konu olan cinsel dokunulmazla karşı suçlar içerisinde mi bu bakımdan cinsel saldırı suçunun temel halini uzlaşma kurumu söz konusu olmayacaktır.

Cinsel Saldırı Suçunda Zamanaşımı Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçunda zamanaşımı ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz gerekir. Dava zamanaşımı süreleri 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin beşinci fıkrası içerisindeki eylemlerin işlenmiş olduğu durumda 5237 sayılı Türk ceza kanunun 66. maddesi uyarınca 30 yıl, 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin birinci ve ikinci kapsamı içerisindeki eylemlerin işlenmiş olduğu ya da bunlarla birlikte bu maddenin üçüncü fıkrasındaki nitelikli hallerin mevcut olduğu hallerde ise 5237 sayılı Türk ceza kanunun 66. maddesinin bir başka fıkrası gereğince 15 yıldır.

Cinsel Saldırı Suçunda Görevli ve Yetkili Mahkeme Kimdir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan cinsel saldırı suçunun temel halinin düzenlenmiş oldu birinci fıkrada görevli mahkeme asliye ceza mahkemesi olarak düzenlenmiştir. Suçun vücuda organ ya da sahibi cisim sokmak suretiyle işlenmiş olduğunu çirkin saldırı halinde 102. maddenin ikinci fıkrası uyarınca ve suçun mağdurunun bitkisel hayata girmesine ya da ölümüne sebep olması durumlarında 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin beşinci fıkrası gereği görevli mahkeme ağır ceza Mahkemesidir. Cinsel saldırı suçları içerisindeki yetkili mahkeme ceza muhakemesi kanununun 12. maddesi gereği suçun işlenmiş olduğu yan cinsel saldırının gerçekleştirilmiş olduğu yer mahkemesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat bu suç çoğunlukla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu ile beraber işlenmesinden kaynaklı olarak kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçu kesintisiz bir suç olarak karşımıza çıktığında bu durum yetkili mahkeme kesintinin gerçekleştiği yer mahkemesi olacaktır. Cinsel saldırı suçunun faili konumunda yer alan kişinin çocuk olması durumunda 5395 sayılı çocuk koruma kanununun 26. maddesi gereğince davaya çocuk mahkemeleri ve çocuk ağır ceza mahkemeleri tarafından bakılması gerekir. 5395 sayılı çocuk koruma kanununun 48. maddesinin beşinci fıkrası gereğince çocuk mahkemeleri ve çocuk ağır ceza mahkemeleri bulunmayan durumlarda bu mahkemeleri kurulup göreve başlayıncaya kadar çocuklar tarafından işlenmiş olan suçlara dair soruşturma ve kovuşturmalar Cumhuriyet Başsavcılığı ve mahkemeler tarafından 5395 sayılı çocuk koruma kanunu hükümlerince öngörülmüş olan hususlarca yapılması gereklilik teşkil eder.

Cinsel Saldırı Suçunda Yaptırım Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ilk fıkrasının ilk cümlesi içerisinde basit cinsel saldırı suçu için beş yıldan on yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ilk fıkrasının ikinci cümlesine göre cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalmış olması durumunda ki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. İkinci fıkra içerisinde mevcut olan nitelikli cinsel saldırı eyleminin yaptırımı 12 yıldan az olmamak üzere hapis cezası olarak karşımıza çıkmaktadır. Suçun 102. maddenin üçüncü fıkrası içerisinde belirtilmiş olan durumlarda yani beden ya da ruh bakımından kendisini savunması mümkün olmayacak halde bulunan kişiye karşı, kamu görevinin vesayet ya da hizmet ilişkisinin sağlamış olduğu nüfuz kötüye kullanmak suretiyle, üçüncü° dâhil kan ya da kayın hısımlığı ilişkisi içerisinde bulunan kişiye karşı veya üvey baba üvey ana üvey kardeş evlat edinen ya da evlatlık tarafından, silahla ya da birden fazla kişi tarafından beraber işlenmesi, insanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğu mevcut olan ortamlarda sağlanan kolaylıktan faydalanmak suretiyle işlenmiş olması durumlarında suçun faili konumunda yer alan kişiye verilecek olan ceza yarı oranında artırılması gerekir. Burada kanun koyucu hâkime takdir yetkisi vermemiştir. Bağlayıcı bir hüküm söz konusudur. 102. madde hükümleri içerisinde kabul edilen ağırlaştırıcı sebeplerin birden fazla olması halinde tayin olunan ceza bir kez arttırılması gerekir. Cinsel saldırı için başvurulmuş olan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine sebep olması durumunda ayriyeten kasten yaralama suçuna dair hükümler uygulama bulur. Her iki cezanın ayrı ayrı infaz edilmesi gerekir.

Cinsel saldırı neticesinde mağdur konumunda yer alan kişinin bitkisel hayata girmiş olması ya da ölümü durumunda suçun faili konumunda yer alan kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin beşinci fıkrası içerisindeki düzenlemenin mevcudiyeti halinin söz konusu olması durumunda suçun faili konumunda yer alan kişinin söz konusu ağır cezadan sorumlu tutulmasını mümkün olabilmesi için ayriyeten neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlar bakımından yerine getirilmesi gereken koşulların da gerçekleşmiş olması gerekli teşkil eder. Bununla birlikte bu durumda temel ceza yalnızca bu maddeye göre beşinci fıkra girmiş olan durumlarda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olacak ve ayriyeten cinsel saldırı suçundan ceza verilmesi durumu söz konusu olmayacaktır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin mahkûm olduğu hapis cezasının kanuni sonuç olarak 53. maddenin ilk bendi içerisinde öngörülen sürekli, süreli ya da geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden, bu kapsam içerisinde Türkiye büyük millet Meclisi üyeliğinden ya da devlet, il, belediye, köy ya da bunların denetim ve gözetim altında bulunan kurum ve kuruluşlar tarafından verilmiş olan, atamaya ya da seçime tabi tüm memuriyeti hizmetlerde istihdam edilmekten, seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi hakları kullanmaktan, velayet hakkından, vesayet ya da kayyımlığa ait bir hizmette olmaktan, vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif, siyasi parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi ya da denetçisi olmaktan, bir kamu kurumunun ya da kamu kurumu özelliği taşıyan meslek kuruluşunun izne tabi bir meslek yazısını kendi sorumluluk içerisinde serbest meslek erbabı ya da tacir olarak icra etmekten yoksun bırakılması mümkündür.

5237 sayılı Türk ceza kanunun 53. maddesinin beşinci fıkrasına göre birinci fıkra içerisinde sayılmış olan hak ve yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenmiş olan suçlar dolayısıyla hapis cezasına mahkûmiyet durumunda ayriyeten cezanın infazından sonra işlenmek üzere, hüküm olunan cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına dair karar kılınır. Bununla birlikte 5237 sayılı Türk ceza kanunun 53. maddesinin beşinci fıkrasına göre hak yoksunluğuna hiç hükmedilmemiş olunması durumunda hafta hak yoksunluğuna hüküm edilmesine yer olmadığına karar verilmesi sanık yararına kazanılmış hak meydana getirmez. Hak yoksunluğuna her zaman karar kılınması mümkündür. Kanun yoluna başvurulması durumunda bu durum aleyhe bozma yasa kapsamı içerisinde değerlendirilemez. Yargıtay bu konuyla ilgili olarak vermiş olduğu karar içerisinde belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma başlığı altında yeni sistemde güvenlik tedbiri olarak düzenlenmiş bulunan ve mahkumiyetin yasal neticesi olan bu hak mahrumiyetlere, mahkûm yetinin doğal sonucu olduğundan, kararın içerisinde gösterilmemiş olsa bile hükümlü bakımından kazanılmış hakka konu niteliği taşıyamazlar. Öyle ki aleyhe bozma yasa kapsamında değerlendirilmeleri mümkün değildir.

5271 sayılı ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkında kanun hükümlerine göre Mükerrerlerle ve bazı suç faillerini özgü infaz rejimi ve denetimli serbestlik tedbirinin düzenlenmiş olduğu 108. madde hükümleri içerisinde cinsel saldırı suçundan mahkûm olanların koşullu salıverilme süresi özel olarak düzenlenmiştir. 6545 sayılı kanunun 82. maddesi ile eklenmiş olan 108. maddesinin dokuzuncu fıkrasında birinci fıkradaki koşullu salı verilme sürelerinin 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ikinci fıkrasında tanımlama bulmuş olan cinsel saldırı suçundan kaynaklı olarak hapis cezasına mahkûm olanlar ile ilgili olarak uygulanacağı öngörülmüştür. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ikinci fıkrasından kaynaklı olarak mahkûm olunan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının 39 yılına, müebbet hapis cezasının 33 yılını süreli hapis cezasının dörtte üçünü infaz kurumunda iyi halli olarak çeken hükümlü koşullu salıverilmeden yararlanabilmektedir.

Cinsel Saldırı Suçunun Önemi Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanunun içerisinde cinsel dokunulmazla karşı suçlar kişiye karşı işlenen suçlar olmasından dolayı 5237 sayılı Türk ceza kanunun ikinci kitabının kişilere karşı suçlar başlıklı ikinci kısmının altında düzenleme bulmuştur. Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar içerisinde cinsel saldırı, cinsel istismar, reşit olmayan ile cinsel ilişki, cinsel taciz kavramı getirilmiştir. Eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanununda geçen ırza geçme gibi kavramlara yer verilmemiştir. Yeni ceza hukuku içerisinde cinsel suçlar cinsel dokunulmazla karşı suçlar bölüm başlığı içerisinde düzenleme bularak cinsel özgürlüğün korunması sağlanmıştır. 6545 sayılı Türk ceza kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun ile 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin birinci fıkrasında yer alan cinsel saldırı suçunun basit hala açısından sarkıntılık kavramına dönüş yapılmıştır. 6545 sayılı kanun ile bir takım değişikliklere gidilmiş ve özellikle bu suç için öngörülen cezalar da artırım yapılması durumu söz konusu olmuştur.

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin birinci fıkrası içerisinde belirtilmiş olan cinsel saldırı suçunun meydana gelebilmesi için cinsel arzular tatmin amacına dair davranışlar ile kişinin vücut dokunulmazlığını ihlal edilmesi gerekli teşkil etmektedir. Öyle ki suçun maddi unsuru, kişinin vücudu üzerinde rızasına aykırı teşkil edecek, cinsel arzuları tatmine dair olan ancak cinsel ilişkiye var mı yani cinsel davranışlar içerisinde bulunmak durumu söz konusu olacaktır. Cinsel davranıştan suçun mağduru konumunda görülen kişinin vücudun vücuduna temas etmek şekliyle gerçekleştirilen cinsel arzuların tatminine yönelik hareketler anlaşılmaktadır. Eğer cinsel davranış vücuda organ ya da Sair cisim sokmak halinde meydana gelirse 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ikinci fıkrasında söz konusu olan cinsel saldırı suçunun nitelikli hali meydana gelecektir. Cinsel saldırı suçu açısından önceki hükümler de mevcut olmayan eylemin daha hafif cezalandırılmasını Öngören bir düzenleme 6545 sayılı kanun ile öngörülmüştür. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ilk fıkrasının ikinci cümlesi içerisinde cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması durumunda iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilmesi gerekir. Sarkıntılık düzeyinde içerisinde bulunan cinsel saldırı eylemi suçun temel haline göre daha hafif bir şekilde cezalandırılmıştır. 6545 sayılı kanun ile mevcut olan değişiklikten sonra bedensel temas özelliğinde olan ani hareketler ve Kesiklik gösteren davranışlar 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ikinci cümlesi içerisinde söz konusu olmaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ilk fıkrasının uygulanması bakımından cinsel nitelikte hareket süreklilik göstermekte ve ısrarla sürdürülmesi gerekmektedir. Cinsel saldırı suçunun nitelikli, bu suçun meydana getiren eylemlerin mağdurun rızasını aykırı bir şekilde ortaya çıkarılmasıdır. Her ne kadar 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesi içerisinde suç da kullanılmış olan araç olarak cebir, tehdit, hile veya mağdur konumunda yer alan kişinin iradesine etkileyen durumlar maddede unsur olarak düzenlenmiş olsa da gerek içerisinde mağdura karşı cebir ya da tehdit veya hile kullanılması mümkün olabileceği gibi örneğin birincinin geçirmesine sebep olmak ya da uyku hali dolayısıyla bilincinin kapalı olmasından faydalanmak suretiyle de cinsel saldırı suç işlenmesi mümkün olabilir denilerek suçun mağduru konumunda yer alan kişinin iradesini etkileyen durumlardan bahsedilmiştir.

Cinsel saldırı suçu suçun faili konumunda yer alan kişi açısından bir özellik arz etmemektedir. Öyle ki kadın ya da erkek her kişi bu suçun faili konumunda yer alan kişinin teli taşıyabilir. Suçun faili konumunda yer alan kişinin kamu görevini ya da hizmet ilişkisinin saldı nüfusu kötü kullanmak suretiyle ya da birden fazla kişinin bir arada bu suçu işlemesi durumunda ceza artırılarak hüküm olunur. 6545 sayılı kanunla getirilmiş olan değişiklik neticesinde suçun “üvey baba, üvey ana, üvey kardeş, evlat edinen ya da evlatlık” tarafından işlenmesi halinde söz konusu olması durumu suçun faili konumunda yer alan kişiye verilecek olan cezanın yarı oranında artırılmasını gerektiren bir neden olarak karşımıza çıkmaktadır. Cinsel saldırı suçunun mağduru konumunu yarın akşam 18 yaşından büyük bir erkek ya da kadın her kişi olabilmektedir. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin sıfatı, suçun meydana gelmesi açısından değil, cezanın ağırlaştırılmasını gerekli kılan nitelikli hal açısından önem teşkil etmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin üçüncü fıkrası içerisinde bu suç mağdurunun niteliğine göre ağırlaştırıcı sebep olarak suçun mağduru konumunda yer alan kişinin beden ya da ruh bakımından kendisini savunması mümkün olmayacak hallerde olması ve üçüncü derece dâhil kan ya da kayısı mı ilişkisi içerisinde bulunan kişi olması öngörülmüştür. Cinsel saldırı suçunun işe karşı işlenmiş olması ile ilgili olarak 5237 sayılı Türk ceza kanunu içerisinde suçun basit hali ve nitelikli hali bakımından farklı değerlendirme yapmak gerekli teşkil etmektedir. Eşler arasında işlenmiş olan basit cinsel saldırı fiili suç meydana getirmeyecektir. Çünkü eşler arasında işlenen cinsel saldırı suçunun şikâyet üzerine kovuşturulmayacağına dair düzenlemenin mevcudiyeti suçun temel şekli açısından eşlerin suçun faili konumunda yer alan kişi olmayacağı neticesinde ortaya çıkarmaktadır. Eşe karşı basit cinsel saldırı suçunun meydana gelmesi bakımından, şartlar söz konusu ise Türk ceza kanunun 232. maddesi hükümleri içindeki kötü muamele suçu düşünülmesi gerekir. Suçun nitelikli hali bakımından ilişki şekli nasıl söz konusu olursa olsun zorlu meydana getirilen eylemden sonra şikâyet şartı gerçekleşir ise eylem kovuşturulacaktır. Cinsel saldırı suçunun taksir ile işlenmesinin mümkün olacağını dair kanun hükümlerinde bir hüküm söz konusu olmadığı için bu suç ancak kasten işlenebilir nitelik taşımaktadır. Ayriyeten bu suç doğrudan kasıt ile işlenmesi mümkün olabileceği gibi olası kast ile de işlenmesi mümkün nitelik taşıyabilir. Suçun faili konumunda yer alan kişideki kastın suç tipinin objektif özellikteki tüm koşullarına dair olması gereklilik teşkil etmektedir. Öyle ki suçun faili konumunda yer alan kişinin yaralanması kasını ortadan kaldırmaktadır. Cinsel saldırı suçunun 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ilk fıkrası içerisinde düzenleme bulunan temel şekli ile 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenmiş olan nitelikli hali arasında suçun faili konumunda yer alan kişinin kasti bakımından fark söz konusu olmamaktadır. Madde gerekçesi içerisinde cinsel saldırı suçunun temel halinde 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ilk fıkrası suçun meydana gelmesi için cinsel arzuları tatmin amacına dair davranışlar ile kişinin vücut dokunulmazlığını ihlal edilmesi gerektiği belirtilmiş olmasına rağmen cinsel saldırı suçunun nitelikli hale 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ikinci fıkrası açısından gerçekleştirilmiş olan davranışın cinsel arzuların tatmini amacına dair olmasının şart olmadığı ileri sürülmüştür.

5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde cinsel saldırı suçunun vücuda organ ya da sahibi cisim sokulması suretiyle işlenmiş olması nitelikli hal olarak kabul görmektedir. Düzenlenmiş olan maddenin gerekçesi içerisinde suçun bu nitelikli hali bakımından vücuda sair bir cismin ithal edilmesi gerekli teşkil etmektedir. Bu bakımdan vücuda her şekilde farklı cisimler de İptal edilebilir. Öyle ki fıkra içerisinde düzenlenmiş olan nitelikli halin meydana gelmesi için cinsel saldırı suçunun temel halinin aksine gerçekleştirilen davranışın cinsel arzuların tatminine yönelik olması gerekçeye göre şart niteliği taşımamaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin pasif olarak cebir, tehdit ve hile ile bir başkasının cinsel ilişkiye zorlamış olması durumunun söz konusu olması halinde cinsel saldırı suçunun vücuda organ ya da Sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmiş olması durumu meydana gelmiş olur. Böyle bir halde suçun faili konumunda yer alan kişi cinsel arzularına tatmin etmekte, suçun mağduru konumunda yer alan kişi cinsel özgürlüğünü kaybederek suçun faili konumunda yer alan kişi tarafından kullanılmaktadır. İnsan dokunulmazlık kişinin üzerinde tasarrufta bulunması mümkün olabileceği hukuku değerler kategorisinde mevcut olduğundan hukuki sınırları içerisinde kalmak koşuluyla ilgilinin rızası cinsel davranışlar hukuka uygun hale getirecektir. Buna rağmen kanun bu Rıza’yı karşın bu tür eylemlere çocukların cinsel istismarı yani 5237 sayılı Türk ceza kanunu 103. maddedeki düzenleme ve reşit olmayanla cinsel ilişki suçundaki 5237 sayılı Türk ceza kanunun 104. maddesinde ki düzenleme içerisinde olduğu gibi cezalandırılmış ise ya da aykırılık teşkil edilen hak veya fayda müstehcen görüntünün yayınlanmasında olduğu gibi yalnızca mağdurum cinsel özgürlük olmayıp kamu haklarına da ilişkin olmakta ise Rıza’nın bir diğeri söz konusu olmamaktadır.

5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ikinci fıkrasında cinsel saldırı suçunun vücuda organ ya da sâri bir cisim sokulması suretiyle işlenmiş olması, nitelikli hal olarak kabul görmektedir. Suçun faili konumunda yer alan kişiye suçun mağdurunun vücuduna organ ya da Sair bir cisim sokmak istemiş ancak eylemi gerçekleştirmesi mümkün olmamış ise burada suçun faili konumunda yer alan kişi cinsel saldırı suçunun temel halinden mi cezalandırılacağını yoksa nitelikli halinden mi cezalandırılacak belirlenerek teşekkür sebebini cezanın indirim yapılıp yapılmayacağını bakılması gerekmektedir. Öyle ki beş mi 237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ikinci fıkrası, 102. maddesinin birinci fıkrasının nitelikli hal olarak kabul görülür ise nitelikli hal meydana gelmediği için suçun faili konumunda yer alan kişi suçun temel şekli olan 102. maddenin birinci fıkrasına ceza vermek gerekli olur. Ancak kanun hükümleri nitelikli hal olarak düzenlenmiş olsa da burada bağımsız farklı bir suçun mevcudiyeti söz konusudur. Bu durumda suçun faili konumunda yer alan kişinin elinde olmayan nedenlerle mağdurun vücudun organ ya da sahibi cisim sokulmasını meydana getirmemesi durumunda suçun temel şeklinden değil nitelikli hale teşebbüsten ceza verilmesi önem teşkil etmektedir. Yargıtay bu şekilde uygulamaya gitmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin üçüncü fıkrası içerisinde bu suçun daha ağır cezayı meydana getiren nitelikli halleri düzenleme bulmuştur. Bu fıkra içerisinde öngörülmüştür öncelikle durumlar seçimlik olduğu için bunlardan birkaçı bir arada bulunsa dahi artırım bir kere yapılmaktadır. Böyle bir halin temel cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulması gerekir. Söz konusu hallerin mevcudiyeti halinde suçun işlenmesi içerisindeki mi mağdurun direncini kırmadaki kolaylık dikkate alınmak suretiyle cezanın ağırlaştırılması durumu söz konusu olabilmektedir. 6545 sayılı kanun hükümleri içerisinde yapılmış ŞUAN değişiklikten önceki 5237 sayılı Türk ceza kanunu 102. maddesinin üçüncü fıkrasına ek olarak suçun ve saat ilişkisinin sağlamış olduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle, üvey baba, üvey anne, üvey kardeş, evlat edinen ya da evlatlık ilişkisinden kaynaklı olarak bu suçun işlenmesi nitelikli hal olarak düzenlenmiştir. Öyle ki cinsel saldırı suçunun insanların toplu olarak bir arada yaşamasını gerekli olduğu kışla, ceza İnfaz kurumu, öğrenci yurdu, okul pansiyonu ve hastane gibi yerlerde ortamın sağlanmış olduğu kolaylıktan faydalanmak suretiyle işlenmesi durumu cezanın artırılmasını gerektiren bir hal olarak kabul görmektedir. Türk ceza kanunun 102. maddesinin beşinci fıkrası gereğince cinsel saldırı sonucunda suçun mağduru konuda yer alan kişinin ölmesi ya da bitkisel hayata girmişse suçun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hali olarak düzenlenmiştir. Bunun yanı sıra 6545 sayılı kanun ile suç neticesinde mağdur konumunda yer alan kişinin beden ya da ruh sağlığının bozulması 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin beşinci fıkrasındaki netice sebebiyle ağırlaşmış hal olmaktan çıkarılmıştır. Cinsel saldırı suçunun teşebbüs, icra hareketleri kısımlara bölünmesine mümkün alacağından mümkün nitelik taşımaktadır. Cinsel saldırı suçunun icra hareketlerine başlanmasından sonra kendi rızasıyla icra hareketlerinden vazgeçen veya kendi çabalarıyla suçun tamamlanmasını engelleyen suçun faili konumunda yer alan kişi bu suça teşebbüsten dolayı cezalandırılmayacaktır. Kişinin o zamana kadar yaptığı hareketler farklı bir suç meydana getiriyorsa sadece suçtan kaynaklı olarak suçun failinin cezalandırılması yoluna gidilir. Öyle ki söz konusu olan durum cinsel saldırı suçunun nitelikli halinden gönüllü vazgeçen suçun faili konumunda yer alan kişinin bu suçun temel şekilde kaynaklı olarak cezalandırılıp cezalandırılmayacağı ile ilgilidir. Suçun kanuni tanımında mevcut olan cinsel davranışlar ile farklı bir kişinin vücut dokunulmazlığının ihlali eylemini meydana getiren kişi suçun faili konumunda yer alan kişidir. Suçun birden fazla kişi tarafından beraber işlenmesi halinde bu kişilerin her biri müşterek faili olarak sorumluluk altında olacaktır. Bir kişi cinsel saldırı suçunu kusuru yeteneğine sahip olmayan bir kimseyi araç olarak kullanmak ile işlemiş olması durumunda dolaylı faillik hususu meydana gelecektir. Bu suça azmettirme ve yardım etme şeklinde iştirakin mümkün olduğunu söylememiz mümkündür. Cebir ve tehdit, cinsel saldırı suçunda araç olarak kullanıldığı için bileşik suçtan bahsetmemiz mümkün olacaktır. Bununla birlikte cebir ya da tehdit suçundan kaynaklı olarak suçun faili konumunda yer alan kişi ceza verilmez. 6545 sayılı kanun hükümleri ile değişen 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin dördüncü fıkrasına göre cinsel saldırı için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun neticelerini sebep olması durumunda ayriyeten kasten yaralama suçuna dâhil hükümler uygulama bulunmaktadır. Bu düzenleme sonucunda suçun faili konumunda yer alan kişi hem cinsel saldırı hem de kasten yaralama suçlarından ötürü sorumluluk altında olacaktır. Kişi hürriyetinden yoksun bırakma suçunun mevcut olduğu 109. maddenin beşinci fıkrası içerisinde cinsel amaçlar ile kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu işlenmiş olduğunda cezanın artırılması suretiyle verilmesi gerektiği öngörülmüştür. Suçun faili konumunda yer alan kişiye cinsel saldırı eylemini işlemek için suçun mağduru konumunda yer alan kişiyi hürriyetinden yoksun bırakıyor ise aynı zamanda cinsel saldırıda meydana getiriyor ise burada suçun faili konumunda yer alan kişinin hem cinsel saldırı hem de kişi hürriyetinden yoksun bırakma suçundan cezalandırılması gereklilik teşkil etmektedir. Cinsel amaç ile kişi hürriyetinden yoksun bıraktığında 109. maddenin beşinci fıkrasından da cezanın artırılması gerekli teşkil etmektedir.

Türk ceza kanunun işkence suçunun düzenleyen 94. maddesinin üçüncü fıkrası içerisinde yer alan hükümlere göre işkence suçunun meydana getiren eylemin cinsel yönden taciz şeklinde meydana gelmesi cezalandırılmıştır. Eylem cinsel saldırı boyutuna ulaştığında işkence suçunun ile ayriyeten cinsel saldırı suçundan kaynaklı olarak ceza verilmesi gerekli teşkil etmektedir. Cinsel saldırı meydana getiren davranışlar tarzını birkaç kez tekrarlamış olması durumunda suçun birden fazla olduğundan bahsedilemez. Ancak söz konusu davranışları arasında kaçtan yenilendiğini gösteren bir zaman aralığı girmiş ise her bir cinsel saldırı suçundan kaynaklı olarak suçun faili konumunda yer alan kişiyi ayrı ayrı cezalandırmak gerekir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ilk fıkrası içerisinde yazılı olan cinsel saldırı suçunun temel ailenin işlenmiş olması durumunda soruşturma ve kovuşturmanın yapılması suçtan zarar görmüş olan kişinin şikâyetine bağlıdır. Bu suçun mağduru 18 yaşından büyük olduğu için şikâyet hakkının kendisi kullanması gerekir. Cinsel saldırı suçunun 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde öngörülmüş olan halde işlenmiş olması durumunda işe karşı işlenme hali haricinde re sen soruşturma ve kovuşturma yapılması gerekir. Cinsel saldırının nitelikli hali evlilik birliği içerisinde meydana gelmişse suçun soruşturulması ve kovuşturulması mağdur konumunda yer alan eşin şikâyetine bağlıdır. Şikâyet süresi ile ilgili olan hususlar 5237 sayılı Türk ceza kanunun 73. maddesi içerisinde düzenlenmiştir.73. maddeye göre zamanaşımı süresini geçirmemek kaydıyla eylemin ve suçun faili konumunda yer alan kişinin kim olduğunu öğrenildiği günden itibaren altı ay şikâyet süresidir. Bu şikâyet süresi hak düşürücü süredir. Cinsel saldırı suçunun temel halini düzenlenmiş olduğu 102. maddenin ilk fıkrasında görevli mahkeme asliye ceza Mahkemesidir. Suçun vücuda organ ya da sahibi cisim sokmak suretiyle işlenmiş olduğunu tekli halinde suçun mağduru konumu da yarına kişinin bitkisel hayata girmesi ya da ölümüne sebep olması durumunda görevli mahkeme ağır ceza Mahkemesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Cinsel saldırı suçlarında yetkili mahkeme ceza muhakemesi kanunun 12. maddesinden kaynaklı olarak suçun işlendiği yani cinsel saldırının meydana geldiği yer mahkemesi olarak düzenlenmiştir. Fakat bozucu çoğunlukla kişi hürriyetinden yoksun kılma suçu ile beraber işlenmesi durumunun söz konusu olduğundan kişi hürriyetinden yoksun bırakma suçu kesintisiz bir suç niteliği taşıdığından böyle bir durumda yetkili mahkeme kesintinin gerçekleştiği yer mahkemesi niteliği taşıyacaktır.

5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ilk fıkrası içerisinde basit cinsel saldırı suçuna karşın öngörülen ceza beş yıldan on yıla kadar hapis cezası olarak karşımıza çıkmaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin ilk fıkrasının ikinci cümlesi içerisinde cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması durumunda iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasının verileceği öngörülmüştür. İkinci fıkra içerisinde mevcut olan öncelikle cinsel saldırı eyleminin yaptırımı ise 12 yıldan az olmamak üzere hapis cezası olarak düzenlenmiştir. Cinsel saldırı suçunun üçüncü fıkra içerisinde yer alan şekillerde işlenmiş olması durumunda suçun faili konumunda yer alan kişiye verilecek olan ceza yarı oranında artırılması gerekir. Burada kanun koyucu hâkime takdir yetkisi vermemiştir. Bağlayıcı bir lütfen yer verilmiş olmaktadır. Söz konusu madde içerisinde kabul edilen ağırlaştırıcı sebeplerin birden fazla olması halinde tayin olunan ceza bir kez artırılması gerekir. Cinsel saldırı suçunu zamanaşımı süresi 5237 sayılı Türk ceza kanunun 102. maddesinin hükümlerindeki eylemlerin işlendiği ya da bunlara ilaveten nitelikli hallerin söz konusu olduğu durumlarda 5237 sayılı Türk ceza kanunun 66. maddesinin ilgili bendi gereğince 15 yıl, 5237 sayılı Türk ceza kanununun 102. maddesinin beşinci fıkrası içerisindeki eylemlerin işlendiği durumda 66. maddenin ilgili bendi duyurunca 30 yıldır.

Bilişim Sistemine Girme Suçu

5237 sayılı Türk ceza kanununun bilişim alanında suçlar başlıkla onuncu bölümünün 243. maddesinde bilişim sistemine girme suçu düzenlenmiştir. Söz konusu hükme göre bir bilişim sisteminin tamamına ya da bir kısmına hukuka uygun olmayan şekilde giren ya da bu bilişim sistemi içerisinde kalmaya devam eden kişiye bir yıla kadar hapis ya da adli para cezası verilir. Bahsetmiş olduğumuz eylemlerin bedeli karşılığı faydalanması mümkün olunan sistemler ile ilgili olarak işlenmesi durumunda verilecek olan ceza yer oranına kadar indirilir. Söz konusu eylem sebebiyle sistemin içermiş olduğu veriler yok olur ya da değiştirilir ise altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir. Bir bilişim sisteminin kendi içerisinde ya da bilişim sistemleri arasında meydana gelen veri nakillerine, sisteme girmeksizin teknik araçlar ile hukuka aykırı olarak izleyen kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına çarptırılır.

Continue reading “Bilişim Sistemine Girme Suçu”

Başkalarına Ait Kimlik veya Kimlik Bilgilerinin Kullanılması

5237 sayılı Türk ceza kanununun adliyeye karşı suçlar başlıklı ikinci bölümünün 268. maddesinde başkasına ait kimlik ya da kimlik bilgilerinin kullanılması suçu düzenlenmiştir. İşlemiş olduğu suçtan kaynaklı olarak kendisi ile ilgili soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla bir başkasına ait kimliği ya da kimlik bilgilerini kullanan kişi iftira suçuna dair hükümlere göre cezalandırılmaya tabi olur. Continue reading “Başkalarına Ait Kimlik veya Kimlik Bilgilerinin Kullanılması”

Banka veya Kredi Kartlarının Kötüye Kullanılması

5237 sayılı Türk ceza kanununun bilişim alanında suçlar başlıklı onuncu bölümünün 245. maddesinde banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması suçu düzenlenmiştir. Bir başkasına ait bir banka ya da kredi kartını, sebebi ne olursa olsun ele geçiren ya da elinde bulunduran kimse, kart sahibinin ya da kartın kendisine verilmesi gereken kişinin izni olmadan bunu kullanarak ya da kullandırmak suretiyle kendisine ya da bir başkasına fayda sağlar ise üç yıldan altı yıla kadar hapis ve 5000 güne kadar adli para cezasına çarptırılır. Başka kişilere ait banka hesapları ile ilişkilendirilmesi suretiyle sahte banka ya da kredi kartı üreten, satan, devreden, satın alan ya da kabul eden kişi üç yıldan yedi yıla kadar hapis ve 10.000 güne kadar adli para cezasına çarptırılır. Sahte oluşturulan ya da üzerinde sahtecilik yapılan bir bankaya da kredi kartını kullanmak suretiyle kendisine ya da bir başkasına fayda sağlayan kişi eylem daha ağır cezayı gerektiren farklı bir suç meydana getirmediği takdirde dört yıldan sekizine kadar hapis ve 5000 güne kadar adli para cezasına çarptırılır. İlk olarak bahsetmiş olduğumuz suçun haklarında ayrılık kararı verilmemiş eşlerden birinin, üst soy ya da alt soy ya da bu derecede kayın hısımlarından birinin ya da evlat edinenin ya da evlatlığın, aynı konut içerisinde beraber yaşayan kardeşlerden birinin zararını olarak işlenmiş olması durumunda ilgili akraba ile ilgili olarak ceza verilmez. İlk suçun kapsamına giren eylemler ile ilgili olarak Türk ceza kanunun mal varlığına karşı suçlara dair etkin pişmanlık hükümleri uygulama bulur. Continue reading “Banka veya Kredi Kartlarının Kötüye Kullanılması”